ANKARA(ANKA) - İstanbul Barosu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kamu kurum ve kuruluşlarında gerçekleştirilen operasyonlara ilişkin, “Anayasal bir kurum olan yargıda, karanlık yapı bağlantılı gerekli ve gecikilmiş ayıklama yapılırken, terazinin çok hassas olması gerekmektedir” açıklamasında bulundu. İstanbul Barosu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kamu kurum ve kuruluşlarında gerçekleştirilen operasyonlara ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Karanlık yapının çökertilip, kanserojen bir ur gibi yerleştiği devletin kılcal damarlarından sökülüp atılmasının acil bir sorumluluk olarak hukuka uygunluk koşuluyla devletin meşru organlarının omuzlarında olduğu belirtilen açıklamada, “Son kalkışma bir kez daha ve acı bir biçimde göstermiştir ki gözü dönmüş, dış destekli, emperyalizmin kuklası bu yapı ile kararlılıkla mücadele, devletin varlığı, bekası, devamlılığı açısından ertelenemez bir milli güvenlik sorunudur. Hukuku bir silah olarak kullanıp hukuk güvenliğini yok eden, insanların özgürlüklerini elinden alıp, sanıklara ve müdafilerine zulmeden, emir ve talimatlarını hukuktan ve kanundan değil, elebaşlarından ve onun ‘imamlarından’ alan, bu yapıya mensup görünürde hakim ve savcıların da hukuka hesap vermesi zorunludur. Hatta gecikilmiş bir adımdır” denildi. Ancak bu yaklaşımın bazı saptama ve kaygılara engel olmadığı belirtilen açıklamada gerçekleştirilecek operasyonlarda dikkat edilmesi gereken hususlar şöyle sıralandı: “Yargı, çok önemli, bağımsız ve tarafsız olması gereken, bu görüntüyü de öncelikle şeklen vermesi gereken hassas bir kurumdur. Hiç bir yapıya veya iktidara tabi olamaz, olmamalıdır. Bu özellikleri sebebiyle, böyle karanlık bir yapıya mensup olan, kararlarını bu örgütün talimatları ile veren hakim ve savcıların yargı içerisinde yeri yoktur. Hukuk içerisinde gereği mutlaka ve kararlılıkla yapılmalıdır. Bu hem adaletin hem de hukuk güvenliğinin bir gereğidir. Belirli bir yapıya, karanlık bir örgüte üye olan, hukukun ve vicdanın sesi ile değil o örgütün talimatı ile hareket eden, adaletin ‘kılıcını’ kişilerin yaşamını, özgürlüğünü, onurunu ‘biçmek’ için kullanan, üstünde cübbe olduğu için şeklen ‘hakim’ ve ‘savcı’ olarak anılan bu tür kişilerin yargıdan temizlenmesi ve cezai takibata tabi tutulması kuşkusuz bir mağduriyet değil zorunluluktur, hatta gecikilmiş bir adımdır. Ancak bu süreçte dahi, bu yapıya bağlı hakim ve savcıların kumpas davalarında sanıklardan ve müdafilerden esirgedikleri adil yargılanma hakkı, koruma tedbirlerinin orantılı olması ilkeleri, usul kuralları gözetilmelidir. Bununla birlikte, somut bir delil veya bilgiye dayanmadan, vehim ve zanna dayanılarak, toptancı bir yaklaşımla, daha endişe verici olanı sadece iktidarın siyasi görüşlerini benimsemeyen, ona biat etmeyen, Cumhuriyet değerlerine sahip hakim ve savcıların da bu durum fırsat ve vesile kılınarak ‘ayıklanması’, bu yolla yargının genetiğinin değiştirilerek köklü bir tasfiyeye gidilmesi, böylelikle bu kez de iktidara bağlı bir yargı yaratılması kabul edilemez. İstanbul Barosu bu yöndeki her tasarrufun karşısında olacaktır. Örnek vermek gerekirse ekili bir tarladan ayrık otlarını temizlemek gerekli ve yararlıdır. Ancak bunları tek tek ve özenle koparmak yerine, tarlaya biçer-döverle girilirse ayrık otlarının yanı sıra ekinlerin de zarar görüp tarlanın mahvolması kaçınılmazdır. Şu halde yargıda bu arınma gerçekleştirilirken, yargının tümü üzerinden bir ‘biçer-döver’ geçirilmeksizin, iktidara tabi bir yargı oluşturma amacı güdülmeksizin, kişiler tek ele alınarak ve özenle bu değerlendirme yapılmalı, mesnetsiz olarak yargı mensuplarının gelecekleri ve onurlarıyla oynanmamalıdır. Bunun hukuki karşılığı, tüm yurttaşlar için gözetilmesi gereken masumiyet karinesi, suçta ve cezada şahsilik, fiil sorumluluğu gibi ilkelerin konumları dikkate alındığında hakim ve savcılar için evleviyetle ve önemle gözetilmesi gerekliliğidir. Aynı şekilde bu kişilerle ilgili olarak gerçekleşen yargısal süreçte, ceza hukukunun temel ilkeleri, savunma ve adil yargılanma hakkı, usul kuralları titizlikle uygulanmalıdır. Bu karanlık yapıya dahil olmayan hakim ve savcılar, toptancı bir yaklaşımla sadece basit bir şüpheye veya ihtimale dayalı olarak mağdur edilmemelidir. Bunun karşısında yer almak, yargı camiası içinde yer alan bir hukuk kurumu olarak hem hukuka ve topluma karşı görevimiz ve hem de mesleki paylaşım ve dayanışmanın etik bir gereğidir. Yakın zamanlarda, bir takım davalarda yankılanan ‘bunu da alın, bunu da, bunu da..’ çığlıklarının, bu kez suçsuz ve ilgisiz Yargı mensupları bakımından yine kulaklarımızda çınlamasına tahammülümüz yoktur. Bunu kabullenmemiz mümkün değildir. Nitekim adı geçen bazı hakim ve savcılarla ilgili olarak, bu karanlık yapıya dahil olmalarının mümkün olmadığı yönünde avukat meslektaşlarımızın ısrarlı ve yoğun bilgilendirme ve yakınmaları, bu hususta bizi şüphe ve endişeye sevk etmektedir. Örneğin, Yargıda Birlik Platformuna katılma isteminin reddedilmiş olmasını kıstas olarak alan veya eş durumundan mağduriyete uğrayan bazı hakim ve savcıların bulunduğu iddiası özenle incelenmelidir. Hukuki ve delile dayalı gerekli bir ayıklamanın, siyasi temelli ve amaçlı bir tasfiyeye, yargının iktidara bağlı bir organa dönüşmesi de kabul edilemez. Esasen bağımsız ve tarafsız yargı, hukuk güvenliği açısından, tüm bireyler için olduğu kadar, siyasi iktidar için de en büyük güvencedir. Yeni hakim ve savcıların hangi ölçütlere göre atanacağı da bu hususta belirleyici olacaktır.” (ANKA)
20 Temmuz 2016 Çarşamba 11:53

Son Güncelleme: 20.07.2016 11:53