Kemal Kılıçdaroğlu, Çorum'da kanaat önderleri, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve muhtarlarla bir araya geldi. Kılıçdaroğlu, Çorum’da şunları söyledi:
DÜNYANIN İKİNCİ FABRİKASINI GEZDİK: “Sabahleyin bir fabrikayı gezdik, dünyada ikinci en büyük fabrika. Bunu yapan Çorum ve Çorumlu. Çorum’a ve Çorumlulara şükran borçluyuz, böyle bir onuru, büyüklüğü Türkiye’ye kazandırdığı için. Çorum’un Türkiye ekonomisinde de ayrı bir yeri var. Gerek sanayide gerek tarımda. Zayıf olan halkasını söyleyeyim, o da turizmi. Oysa turizm konusunda olağanüstü imkanları var.
ETİLER DÖNEMİNDEN KALMA BARAJ HALA SU TUTUYOR: Daha önce şeker mitingine gelmiştim. O mitingden dönerken Ankara’ya, ‘Etiler döneminden kalma bir baraj var, hala su tutuyor, oraya gidip bakalım’. Ben tabii inanmadım. Milattan önce, Etiler döneminde bir baraj yapılmış, baraj hala su tutuyor ve biraz da olsa tarihe meraklı olan ben bile duymamışım. Bir sorunumuz var demek ki burada. Gerçekten gittik, baraj hala su tutuyor, olağanüstü bir tarih var orada ve bu tarih yeteri kadar tanıtılmıyor. Bunu tanıtacak olan Turizm Bakanı ve kentin belediye başkanı. Bunları mutlaka ama mutlaka hep birlikte dünyaya tanıtmalıyız. Dünyanın ilk sözleşmesi burada yapılmış. Daha ne olsun. Milattan önce baraj yapılmış, hala su tutuyor. Daha ne olsun. Bütün bunların hepsi yapılabilir. Yapılacak.
İSTANBUL'A KANAL MI; SAMSUN, ÇORUM, MERSİN DEMİRYOLU HATTI MI?: Çorum’un demiryoluyla, denize buluşturulması lazım. Samsun, Çorum ve Mersin hattının yapılması lazım. Şu soruyu hep birlikte kendi vicdanımıza soralım; İstanbul’a kanal mı yapalım; Samsun, Çorum, Mersin demiryolunu mu yapalım? Hangisini yapalım? Hangisini yaparsak Türkiye kazanır? 27 buçuk yıl devlete emeğini veren, harcadığı her kuruşun hesabını vermekten çekinmeyen bir kişi olarak ifade edeyim; eğer siz Samsun, Çorum ve Mersin demiryolunu yaparsanız bunun ekonomiye çok ciddi, büyük katkısı olur. Kamyonlarla taşıyacağınıza demiryoluyla taşıyacaksınız, maliyeti düşüreceksiniz. Rekabet edeceksiniz. Dünyanın her tarafına ürününüzü daha ucuz fiyatla rekabet koşullarında gönderebileceksiniz. Bunu düşünmek için sadece ve sadece akıllı olmak gerekiyor.
İSTANBUL'A KANAL MI, ÇORUM'A HAVAALANI MI: Çorum’un bir havaalanı yok. Niye yok? Arkadaşlar söyledi, 1990’lı yıllarda temeli atılmış. 2021, havaalanının sadece yüzde 24,37’si bitmiş. Hani ‘Çorumlular iktidar partisine hiç oy vermedi’ desem, ‘böyle bir gerekçe var o nedenle yapmıyorlar’; yani bize oy verin ki biz yapalım. Çorumlular neredeyse silme iktidar partisine oy veriyorlar. Neden Çorum’u cezalandırıyorlar, neden bir havaalanı yok. Olması lazım, burayı orta Anadolu’nun cazibe merkezi haline getirmek mümkün. Dünyanın aynı alanda yatırım, üretim yapan ikinci fabrikası Çorum’daysa ve Çorumlu bunu yapabilecek bilgiye, beceriye sahipse o zaman bu havaalanı niye yapılmaz? Hangi gerekçeyle. Yine elimizi vicdanımıza koyup soralım: İstanbul’a kanal mı yapalım, Çorum’a havaalanı mı yapalım? Hangisini yapalım?
İKİ KIRMIZI ÇİZGİMİZ VAR: Bir dönemi kapatacağız, bitecek. Türkiye’de yeni siyaset anlayışını, ahlaklı, hesap veren bir siyaset anlayışını, vatandaşını kucaklayan bir siyaset anlayışını, hiç kimseyi kimliğinden, inancından, yaşam tarzından ötürü ötekileştirmeyen bir siyaset anlayışını Türkiye’ye getirmek istiyoruz. Kim alın teri döküyorsa, helalinden kazanıyorsa, kul hakkı yemiyorsa başımızın üstünde yeri vardır. Ana kuralımız bu. İki kırmızı çizgimiz var; bayrağıyla sorunu olmayan, vatanıyla sorunu olmayan, ‘bayrak ve vatan benim için vazgeçilmezdir’ diyen herkesle kucaklaşmaya hazırız. Bayrağımız ve vatanımız için yeri geldiğinde canımızı veririz, eyvallah. Dolasıyla yeni bir siyaset anlayışını getireceğiz. Bunu yapmak zorundayız.
SİZİNLE DERTLEŞECEĞİM: Fabrikayı ziyaretten sonra bir grup iş dünyasının saygın insanlarıyla bir araya geldik. Bazıları umutsuzluklarını ifade ettiler, bazıları demokrasiden bahsettiler, bazı arkadaşlar vergiden bahsettiler, katma değerden, işçi-işveren ilişkilerinden bahsettiler. Her birisi kendi duyarlılığını ifade etti. Bana da doğal olarak sordular, ne düşündüğümü. Ben de kendilerine ne düşündüğümü bir şekilde ifade ettim. Sizinle dertleşeceğim.
BAKALIM BU KURALLARA GÖRE DEVLETİMİZ YÖNETİLİYOR MU: Bu Anayasa’nın bugüne kadar değiştirilmeyen bir maddesi var. Devlet nasıl yönetilir, 5’inci maddesi. Bir devlet nasıl yönetilir? Bir devleti siyaset kurumu nasıl yönetmeli? Devlet bakidir, kalıcıdır. Devleti yöneten siyaset ise geçicidir. Devleti yönetmek üzere siyaset kurumuna yetkiyi millet verir. Sandığa gider, X partisi gelsin, devleti yönetsin. Ama o parti devleti, bu Anayasa’ya göre yönetmek zorundadır. Bunun öngördüğü kurallara göre yönetmek zorundadır. Şimdi bakalım, bu kurallara göre devletimiz yöneliyor mu?
DEVLETİ YÖNETEN SİYASİ İRADE, TÜRK MİLLETİNİN BAĞIMSIZLIĞINI VE BÜTÜNLÜĞÜNÜ KORUYACAK: 5’inci madde, ‘Türk milletinin bağımsızlığını, bütünlüğünü koruyacak’ diyor. Devleti yöneten siyasi irade Türk milletinin bağımsızlığımı ve bütünlüğünü koruyacak. Bağımsızlık ne demektir? İki anlamı var; siyasi ve ekonomik bağımsızlık. Ekonomik bağımsızlığınızı koruyamazsanız siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız. O nedenle Gazi Mustafa Kemal’in iki temel ilkesi vardır. ‘Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir’ der, yani bayrağım altında özgürce yaşayacağım, hiçbir gölgeyi kabul etmiyorum. Ama ikincisi de yine Mustafa Kemal’e aittir; der ki ‘Savaş meydanlarında kazanılan zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle perçinlenmezse siyasi bağımsızlığınızı koruyamazsınız’. El aleme avuç açarsınız. O yüzden Mustafa Kemal ve arkadaşları, siyasi ve ekonomik bağımsızlığı beraber düşünmüşlerdir.
EKONOMİK BAĞIMSIZLIĞIMIZ TEHLİKEDE: Bunu niçin ifade ediyorum? Şunun için; eğer biz 83 milyon olarak Londra’daki bir avuç tefeciye mahkum edilmişsek ve onlardan para gelmeden Türkiye’yi yönetemiyorsak ve biz dünyanın faizini onlara ödüyorsak ekonomik bağımsızlığımız tehlikededir. Siyasi bağımsızlığımız, eyvallah, bir sorunumuz yok. Ama ekonomik bağımsızlığımız tehlikededir.
BEN DE BENİM GİBİ DÜŞÜNMEYEN DE SAVUNACAK: Yine bu Anayasa diyor ki, ‘Devleti yönetmek üzere halk tarafından görevlendirilen parti, cumhuriyet ve demokrasiyi koruyacaktır’. Demokrasiyi koruyor muyuz? Demokrasinin önemini hepimiz biliyoruz. Ne demektir? Halkın iradesine saygı göstermek demektir. Herkesin düşüncesini özgürce ifade etmesi demektir. Aynı zamanda demokrasi can ve mal güvenliği demektir. Benim malıma birisi gelir çökerse ben adaleti mahkemede bulurum, nasıl olsa Ankara’da hakimler var demektir. Yargının iradesi para ile satın alınamaz demektir. Siyasi gücün yargı üzerine hegemonyası yok demektir. Medyada, basında özgürlük var demektir. Demokrasi de budur. Böyle bir demokrasi bizde var mı şimdi? Eğer bu ülkenin gençleri tweet attığı zaman ‘ya başıma bela gelir’ diye korkuyorsa orada bir sorumuz var demektir. Bunu beraber düşünmemiz gerekiyor, bu işin partisi yoktur. Demokrasiyi ben de benim gibi düşünmeyen de savunacak.
KİMSENİN YÜZÜ GÜLMÜYOR: Uluslararası Mutluluk Endeksi yayınlanmış. 150 ülke arasında 104’üncü sıradayız. Kimsenin yüzü gülmüyor. Parası olanın da yüzü gülmüyor. Sanayicinin de yüzü gülmüyor. Çiftçinin, işsizin zaten yüzü gülmüyor. Üniversiteden mezun olmuş çocuğu var, iş arıyor, bulamıyor, onun da yüzü gülmüyor. Cebinde para olması gerekmiyor.
SİYASETÇİ ELEŞTİRİYE TAHAMMÜL EDEMEYİRSA ORADA HER ŞEY BİTMİŞTİR: Bir siyasetçi için en değerli şey alkış değil akla, mantığa uygun eleştiridir. Hatasını göstermektir. Ders alacak. Toplumdan öğrenecek bunu. Eleştirilecek ki ben kendi hatamı, yanlışımı bileyim, aynı hatayı bir daha tekrar etmeyeyim. Ama bir siyasetçi eleştiriye tahammül edemiyorsa orada her şey bitmiştir. Orada demokrasi yoktur.
24 SAATTE EMEVİ CAMİİ'NDE NAMAZ KILACAKTIK, 3 MİLYON 600 BİN SURİYELİ GELDİ: Kavganın kime ne faydası oldu, biz kaybettik. 24 saatte Emevi Camii’nde namaz kılacaktık, 3 milyon 600 bin Suriyeli geldi. Şimdi Afganlar geliyor. Ben ırkçılık yapmam ve ırkçılığa karşıyım. Allah’ın yarattığı insana her zaman saygı duyarım. Altını çizmek isterim; Suriyelilere kızmıyorum, Afganlara da kızmıyorum. Onları Türkiye’ye getirenlere kızıyorum. Asıl sorumlu olan sensin, biz sorumluyu unutuyoruz, Suriyeliler’e saldırıyoruz. Sınırı açan Suriyeli mi? Kavgayı başlatan Suriyeli mi? Sen kavgayı başlatırsan, kapıları açarsan Suriyeliler de gelir, Afganlar da gelir. Dolasıyla benim bu millete sözüm var. Allah nasip eder de sizin oylarınızla iktidar olursak bu o Suriyelileri davulla, zurnayla kendi ülkelerine göndereceğim.
ESAD İLE ANLAŞACAĞIZ, BİR SURİYELİ'NİN BURNU DAHİ KANAMAYACAK: Nasıl yapacağız onu da söyleyelim. Büyükelçilikler açacağız karşılıklı. Oturup anlaşacağız, Suriyelilerin okulunu, yolunu, kreşini, evini yapacağız. Avrupa Birliği fonlarıyla hepsini yapacağız, bizim müteahhitler yapacak. Yeter mi, hayır. Bizim iş insanlarına diyeceğiz ki, gidin orada fabrikalar kurun. Size her türlü teşviki veriyoruz. Evin, fabrikan, kreşin, yolun var, iş yerin de var. Davulla, zurnayla giderler. Hepsini göndereceğim, davulla, zurnayla. Bizim ülkeye, çalışacak, hafta sonu eğlenmeye gelecek. Başımın üstünde. Bodrum’a tatile gideceğim, başımın üstünde, gel. Kendi ülkesinde huzur içinde olacak, biz de kendi ülkemizde huzur içinde olacağız. Hem o hem biz kazanacağız. Bir şey daha yapmamız lazım. Esad ile anlaşmamız lazım. Türkiye’den gelen bir tane Suriyelinin bile burnu dahi kanamayacak. Onun güvencesi de biz olacağız. Böylece Ortadoğu’da huzuru sağlayacağız.
DIŞ POLİTİKA BU KADAR UCUZ MU: Türkiye mülteci, göçmen, sığınmacı ambarı değil kardeşim ya. Biz hepsine nasıl bakacağız bunların? Erdoğan açıklama yapıyor; ‘Finansmanı iyi yönettiğimiz için mülteciler Türkiye’ye alıyoruz, daha da almaya devam edeceğiz.’ Buyurun şimdi, kıyameti kopardık. Parti sözcüsü diyor ki ‘Bir tek mülteci bile almayacağız.’ Sen mi doğru söylüyorsun, Cumhurbaşkanı mı doğru söylüyor? En son Taliban dedi ki ‘Biz burada Türk askeri de istemiyoruz. Çıkın bizim topraklarımızdan’. Türkiye niye bu hale düşsün. Bu devletin bir onuru, şerefi yok mu? Dış politika bu kadar ucuz mu?