A. Rezzak Oral / ANKARA
GÜZEL AYAKKABILI KIZ DA ÇOBANLIK YAPAN BEN DE VEKİL OLDUK
Ben Atatürk’ü, İnönü’yü, Cumhuriyeti niçin seviyorum. Bana bunu sordukları zaman ben de onlara bir olayı, bir anımı anlatıyorum. 1972 yılıydı. İnekleri köyde otlattım. Köye geri dönüyorum. Yol boyunca askerler, jandarmalar. Bir hareket, bir koşuşturma... Köye önemli birisi gelecek, belli. Evin ahırına girdim inekleri bağladım. Köyün meydanına çıktığım zaman gördüm ki; İsmet Paşa gelmiş. İsmet Paşa’nın elini öptüm. İsmet Paşa’nın yanında küçük de bir kız var. Benden bir - iki yaş büyük. Yalnız kızın çok güzel ayakkabıları var. Yani bizim köydeki kızların böyle güzel ayakkabıları yok. Aradan tam 30 yıl geçti. Ben, yani köyün çobanı milletvekili oldum, Meclis’e girdim. İsmet Paşa’nın yanındaki o güzel ayakkabılı kız da milletvekili oldu. O kız bizim CHP Ankara Milletvekili Ayşe Gülsün Bilgehan’dır. İşte ben Atatürk’ü, İsmet Paşa’yı, cumhuriyeti bu yüzden çok seviyorum. Paşanın torununa da çobanın torununa da aynı şansı verdi. Hatta bir gün Gülsün bana telefon açtı. Ben grup başkanvekiliyim. ‘Müsaitsen, bir çayını içmeye geleceğim’ dedi. Geldi, çayımızı içerken benim sekreterim de odaya irdi. Gülsün ‘Ben yarın Strazburga’a gidiyorum, benden bir isteğin var mı?’ dedi. Ben de ertesi günü Giresun’un Şebinkarahisar ilçesine gideceğim, programım var. Öyle deyince ben de sekreterime döndüm, ‘Görüyor musun, dedim, hep aynı kader işte. Paşanın torunu Strazburg’a, çobanın torunu Şebinkarahisar’a! Kader hiç değişmiyor Yani Lortlar Kamarası, Avam Kamarası’. Gülüştük, fakat hiç unutmam o zaman bana çok güzel bir cevap verdi: Dedi ki, ‘Yok Muharrem öyle değil, sen grup başkanvekilisin ben ise düz milletvekiliyim. Paşanın torunu çobanın torunundan izin almaya geldi’ İşte bizim içimizdeki Atatürk, İsmet Paşa, Cumhuriyet sevgisi böyle bir şey. Bizim içimizdeki aşk onlarınkine benzemiyor. Biz kıyamıyoruz, onlar kıyıyor.
PADİŞAHIM BENİM GÖZÜMLE BİR LEYLA’YI GÖREBİLSEN
Leyla ile Mecnun Padişah’ın huzuruna çıkmışlar. Padişah bir Leyla’ya bir Mecnun’a bakmış. Padişah demiş ki, “Ya Leyla bu mu ya; ya sen bunun için mi bu kadar çileyi çektin, dağları deldin, bunca acıya katlandın?” Bunun üzerine Mecnun Padişah’a dönerek, “Padişah’ın sen bir de onu benim gözümle görsen!” Bizim içimizdeki cumhuriyet, Atatürk sevdası da de Mecnun’un Leyla’yı gördüğü gibidir.
BEN İÇİMDEKİ LEYLA AŞKIYLA GÖRMEZKEN, SEN MEVLA AŞMIYLA NASIL GÖRDÜN?
Mecnun bir gün bir yerden geçiyormuş. Adamın biri de namaz kılıyormuş. Mecnun adamın önünden geçince adam kızmış: ‘Ne yaptın sen Mecnun, önümden geçtin, bak namazımı bozdun’ diye çıkışmış. Mecnun da adama bakıp, “Eyy adam ben içimdeki Leyla aşkıyla seni görmedim bile önünden geçtim, sen içindeki Mevla aşkıyla beni nasıl gördün?” İşte biz de içimizdeki Leyla aşkıyla cumhuriyetimize, demokrasimize, rejimimize, Atatürk’e, İsmet Paşa’ya sahip çıkacağız.
UCUNDA ÖLÜM OLSA SAHTEKARLIK YAPMADI
Günün birinde Padişah on köylü kişiyi çağırmış. Onların her birine bir tohum vermiş. Hepsi aynı tohumlar... Ve demiş ki, ‘bu tohumları yeşillendirin, kim en iyi şekilde yeşillendirirse onu ödüllendireceğim, onu kızımla evlendireceğim, kim yeşillendiremezse de onların kellesini alacağım’. Aradan zaman geçmiş. Bu on kişi yeniden padişahın huzuruna çıkmışlar. İçlerinde dokuz tanesi ellerindeki tohumları yeşillendirmişler. Yalnızca bir tanesi kuru tohumla huzura çıkmış, hiç yeşillendirememiş. Padişah o kişiye dönmüş. Demiş ki, ‘bak herkes tohumunu yeşillendirmiş sen niye yeşillendiremedin?’ Adam demiş ki, ‘ne yaptım ne ettim, en iyi toprak, gübre, su her şeyi denedim ama olmadı, yeşillenmedi, yapamadım’ Padişah adama ‘kızımla sen evleneceksin, sen kazandın çünkü’ demiş. Ama nasıl olur demişler ‘o hiç yeşillendiremedi, diğerleri yaptı’ Bunun üzerine padişah, ‘On kişiye de aynı tohumu, kısır tohumu, kuru tohumu verdim, yani yeşillenmesi mümkün değil. O dokuz kişi sahtekarlık yayıp tohumları değiştirdiler ve öyle yeşillendirme yaptılar. Bu kişi ise ucunda ölüm bile olsa sahtekarlığa yeltenmedi' açıklamasını yapmış ve vaadini yerine getirmiş... Biz de işte ucunda ölüm bile olsa Cumhuriyetimizi, Atatürk’ü sevmekten vazgeçmeyeceğiz; bu yolda sahtekarlık yapmayacağız, sahtekarlık yapanlara da fırsat vermeyeceğiz.
FARELİ ANAYASA HİYAKESİ VE TEHLİKENİN FARKINDA OLMAK
Bir gün duvardaki çatlaktan bakan fare, çiftlik sahibi ile karısının bir paket açtıklarını görür. "İçinde yiyecek mi var?" derken bir de bakıyor ki, fare kapanı! Hemen bahçeye koşup, alarmı veriyor... 'Evde kapan var, evde kapan var!’ Önce tavuğa koştu. 'Tavuk kardeş evde kapan var' Tavuk gıdaklayıp, kafayı kaldırıyor, ve, 'Fare kardeş bu sizin için ciddi bir sorun olsa da, şahsen beni ilgilendirmiyor' diyor. Fare çaresiz bu kez dönüp bu sefer keçiye, 'Evde kapan var, evde kapan var diyor... Keçicik konuyla ilgilendi ama, kendi hesabına , 'Üzgünüm farecik, vah, vah emin ol senin için dua edeceğim' diyor... Fare bu kez öküze yöneliyor... 'Ya evde kapan var diyorum' kimse aldırmıyor... Öküz: ‘’Fare kardeş senin için üzüldüm, ama bu benim açımdan burnumu sokacağım bir konu değil’’ diyor. Farenin de başını eğip, gitmekten başka çaresi kalmıyor... Yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri içinde, fare kapanı ile artık tek başına başa çıkmaya çalışacaktır... O aksam evde, alışılmamış bir ses duyuldu; sanki bir kapan, avının üzerine kapanmıştı... Sese koşan çifçinin karısı, karanlıkta kapana zehirli bir yılanın kuyruğu kaptırdığını görmemiş, yılan da onu ısırmıştı Çiftçi karısını hastaneye koşturdu, karısı eve ateşli döndü. Ateşli insana ne verilir? Sıcacık bir tavuk çorbası!... Çiftçi önce tavuğu kesmiş. Ama kadın hala iyileşemiyormuş, dost ahbap, gelince hasta ziyaretine, çiftçi de sofraya keçiyi de çıkarmak zorunda kalmış! Ama çiftçinin karısı iyileşememiş;sonunda da ölmüş Aman ne kalabalık gelmiş cenazeye, ne kalabalık! Bu sefer de konukları, doyurmak için kesilen öküz olmuş tabi... Fareye de olan biteni deliğinin ardından izlemek kalmış!... Onun için bir daha, seni ilgilendirmeyen bir sorun karsına çıkarsa bir kez daha düşünün diyorum, hepimiz tehdit altında mıyız, değil miyiz bunu bir kez daha düşünün...
ANAYASA PAKETİ KEMAL SUNAL’IN JİLETLERİ GİBİ 'AYIPLI MAL'
Bunlar referandum kampanyası boyunca çıkıp Anayasa paketini anlatabiliyorlar mı? Hayır. Peki neden, çünkü malları ayıplı da ondan. Hani Kemal Sunal’ın bir filmi var biliyorsunuz, hani meşhur olunca onu reklamlarda oynatıyorlar, ‘kesmeyen jilet, köpürmeyen sabun’ reklamlarında oynatıyorlar. O da isyan edip, ‘nereden bulduk bunları’ diyor. Biz de bu ayıplı malı, bu paketi 16 Nisan'da vereceğimiz HAYIR oyları ile ret edeceğiz...
TAYYİP ERDOĞAN DA MAHO AĞA GİBİ KANDIRDI, AVRUPA YERİNE ORTADOĞU'YA GÖTÜRDÜ
Yine bir de Şener Şen’in filmi var hani. Maho Ağa. Garibanları bir otobüse doldurup Almanya’ya götüreceğim diyor, gezdiriyor, gezdiriyor, ama en sonunda İstanbul’a götürüp bırakıyor... Bu Tayyip Erdoğan da tıpkı Maho Ağa gibi. 15 yıl önce ‘sizi Avrupa Birliği’ne götüreceğim' dedi. Yola böyle çıktı... Şimdi Ortadoğu’ya götürüp orada bırakmaya çalışıyor. Bu millet bu kandırmacaya inanmayacak, 16 Nisan’da bunun gereği olarak hayır verecek. Pusula, mühür, mürekkep, kabin devletten, bas hayıra kurtul bu illetten!
Son Güncelleme: 27.03.2017 19:28