DOĞA TAHRİBATI SON BULMADIKÇA SALGINLAR BİTMEZ
İnsanoğlunun doğa tahribatına devam ettikçe salgınların da kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Güzelmansur şöyle devam etti: “Ülkemiz ve tüm dünya "yüzyılın kâbusu" olarak adlandırılan bir koronavirüs salgınıyla mücadele ediyor. Bugün bu salgının çıkış nedenine ilişkin farklı bilimsel makaleler yayınlanıyor. Ancak hepsinin bir ortak paydası var. Bu ortak payda şudur: Koronavirüs çevresel kaynaklı ve insanoğlunun doğaya müdahalesinin bir sonucu. İnsanoğlunun uzunca süre mücadele verdiği Ebola salgınının nedeni de aynıydı. İnsanların yaban hayatın merkezine otoyol açmak için ağaçlarını katletmesi ve şempanzelerin yaşam alanını yok etmesi, şempanzelerin de yer değiştirmeleri sonucu yarasalarla daha yakın temas etmeleriydi Ebola'nın sebebi. Dolayısıyla çevre saygısının yok olmasıyla, insanoğlunun kendi dışındaki canlılara yaşam alanı tanımamasıyla, doğa talanının artmasıyla böyle salgınlar daha da çok karşımıza çıkacak. Evlerimize hapsolacağız, sevdiklerimizden uzak kalacağız, özgürlüklerimiz kısıtlanacak, ekonomilerimiz alt üst olacak.”
İKTİDARIN ATADIĞI ÇEVRE AJANSI, RANT YERİNE DOĞA DİYEBİLECEK Mİ?
Rant odaklı bir iktidarın yöneticilerini atayacağı Çevre Ajansı’ndan doğa ve çevre odaklı çalışmalar beklemek noktasında şüphe duyduklarını ifade eden Güzelmansur şöyle konuştu: “Kurmak istediğiniz Çevre Ajansının yöneticilerini iktidarın belirlemesi, iktidarın da ‘çevre mi, rant mı’ ikileminde tercihini bugüne kadar hep ranttan yana kullanması, ajansın işlevselliğini sorgulamamıza neden oluyor. Örneğin ülkemizin en önemli sulak alanlarından biri olan Amik Gölü 1975 yılında kurutuldu. Neredeyse yarım asırdır telafisi mümkün olmayan ekolojik, sosyolojik, biyolojik ve ekonomik zararlara yol açıyor. Kurutulan Amik Gölü'nün her yıl yağışlarla yeniden canlanmasını, yarattığı taşkın felaketlerini Türkiye Çevre Ajansı gündemine alacak mı? Amik Gölü sulak alanının geri dönüştürülmesi için siyasetten bağımsız bir çalışma yapacak mı? İşte bunu yaptığınızda biz de var olan şüphelerimizden kurtulmaya başlarız. Örneğin Hatay'da yaban hayatı geliştirme sahalarında faaliyetlerine ısrarla devam eden taş ocaklarının faaliyetlerinin sonlandırılmasına dâhli olabilecek mi? İşte bunları yapacak mı? Bundan dolayı Türkiye Çevre Ajansı ile ilgili şüphelerimiz vardır. Örneğin Türkiye Çevre Ajansı Hatay'da ve diğer illerimizde "av turizmi" adı altında nesli tükenmekte olan yaban hayvanlarının para için öldürülmesi ihalelerine karşı çıkabilecek mi? İşte, bunu yapacağını hiç tahmin etmiyoruz.”
HATAY’DA KORONAVİRÜS KAYNAKLI ÖLÜMLER ÇOK YÜKSEK
Salgın felaketini en yüksek riskle yaşayan illerden birinin Hatay olduğuna vurgu yapan Güzelmansur konuşmasını şöyle sürdürdü: “Hatay'daki vahameti ısrarla anlatmamız sonucu alınan birtakım tedbirlerle vaka sayısında az da olsa bir düşüş yaşandı. Ancak, hâlâ Hatay'da yatak doluluğu yüzde 90, yoğun bakım doluluğu yüzde 95 gibi yüksek oranlarda seyretmeye devam ediyor. Ağır hasta yükümüz fazla. Koronavirüsten en fazla can kayıplarının yaşandığı illerden biri, üzülerek belirtmeliyim ki, Hatay. 1 Kasım ile 22 Aralık arasında, yani elli iki günde, 1.260 canımızı koronadan yitirdik. Hatay'da ambulans sesleri susmuyor; definlere, cenazelere ve mezarlıklara araç yetişmiyor ancak Hatay'daki bu durumu şiddetli bir kanamaya benzetirsek alınan tedbirler de yara bandı yapıştırmaktan öteye gitmiyor. Daha etkili, daha somut tedbirlere ihtiyacımız var.
DEFNE’YE HASTANE, HATAY’A TAM KARANTİNA ŞART
Güzelmansur konuşmasına şu sözlerle son verdi: “Daha önce de söyledim: Hatay'da 150 bin nüfusu olan Defne'de bir hastanemiz bile yok. Yetkililere, sesimi duyup gereğini yapana kadar söylemeye devam edeceğim. Hatay'da daha fazla can kaybı yaşamak istemiyoruz. Dolayısıyla, Hatay'da hiçbir kesimi ekonomik olarak mağdur etmeyecek şekilde iki haftalık bir karantina istiyoruz.”