CHP Sözcüsü Faik Öztrak, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik “Biraz dürüstsen altılı masa bildirisini hangi büyükelçiliğe düzeltmeye gönderdin açıkla” sözlerine ilişkin, “Bu zırvanın sahibi, zırvasını ispatla mükelleftir. Çok açık ifade ediyorum; aksi takdirde namerttir, alçaktır, şerefsizdir, haysiyetsizdir. Bu ülkede edep, adap kelimelerini ağzına alabilecek en son kişi bu zattır. Uyuşturucu kaçakçısıyla, dolandırıcısıyla, her türlü suçluyla fotoğrafı olan bu şahıstır. Anlaşılan bu zat, altındaki koltuk sallandıkça yerini korumak için en iyi bildiği işi yapıyor, senaryolar uyduruyor” dedi. Öztrak, Türkiye ile Katar arasındaki ticari anlaşmaları anımsatarak, "Sanırsınız bu ülkenin başında oturan Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı değil Katar devletinin fahri cumhurbaşkanı. Sakarya Tank Palet Katar’a, Borsa İstanbul’un yüzde 10’u Katar’a, talan İstanbul üzerindeki araziler Katar’a, milletin yiyemediği etler Katar’a… Arkadaş, bu nasıl bir Katar aşkıdır" diye konuştu.
Faik Öztrak, CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısı sonrası CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi. Öztrak’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
“Sıcak paraya, borca yaslanan büyüme stratejisi nedeniyle ekonomimiz 2013’ten sonra patinaja başladı, rezervlerinden hızla ayrıştı. Kırılgan ekonomi listelerinde ilk başlarda, değişmez ülkelerden biri oldu. Bunun üstüne tek kişilik ucube rejim 2018’de fiilen hayat geçti. Ekonomik krize, bu sefer de devlette derin bir yönetim krizi eklendi. 2002 yılında baş gösteren salgın ise işin tuzu biberi oldu. Salgının borca yaslanarak çözülmeye çalışılması, krizler sarmalını büyük bir buhrana çevirdi. Ülke saray imalatı derin bir buhrandayken Rusya Ukrayna’yı işgal etti. Birkaç gün önce iki ülkenin dışişleri bakanları Antalya’da bir araya geldi. Bir sonraki toplantının da Türkiye’de yapılacağı konuşuluyor. Türkiye’nin bu krizde yapıcı arabuluculuk rolü oynaması son derece önemlidir. Ama tek kişilik keyfi rejim, yönetim nedeniyle ülkemizin jeostratejik konumumuzun ve Montrö’nün sunduğu fırsatları kaçırma riski de vardır. Burada önemli olan, dış politikayı iç politikaya alet etmemektir. Soğuk kanlı olmak ve devlet ciddiyeti gerekmektedir. Erdoğan’ın son yaptığı 6 maddeden 4’ünün üzerinde uzlaşma sağlandığı açıklamasıyla bunun tam tersi bir gelişme olmuştur. Bu, ülkemizin güvenilir arabulucu olma vasfına zarar vermiştir. Sonunda da Ukrayna Dışişleri Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanını, AK Parti Genel Başkanı’nı yalanlamıştır. Bu, büyük bir skandal.
Artık 11 ayın sultanı mübarek Ramazan ayına sayılı günler kaldı. Ramazan’ın ülkemizde ve dünyada huzura, barışa ve refaha vesile olmasını diliyoruz. Ama üzülerek şunu da ifade etmemiz gerekir ki saray hükümeti ülkemizde huzur da bereket de bırakmamıştır. Yurttaşları öyle bir borç batağına sürüklemiştir ki milletimiz nefes alamaz hale gelmiştir. Son bir yılda, kredisini ödeyemeyenlerin sayısı neredeyse dörde katlanmıştır. Kredi kartını ödeyemeyenlerin sayısı ise ikiye katlanmıştır. Millet, sadece bankalara değil devlete olan vergi borçlarını da ödeyememektedir. Son iki yıldır vergide tahsilat oranı dibe vurmuştur. Tahakkuk eden her 100 liralık verginin ancak 80 lirası tahsil edilebilmektedir.
“İŞSİZ VATANDAŞLARIMIZIN SAYISI DÜNYA ÜZERİNDEKİ 98 ÜLKENİN NÜFUSUNDAN FAZLADIR”
Ucube rejim, milletimizi sadece borca ezdirmemiştir, hayat pahalılığıyla da perişan etmiştir. İşsizlik, enflasyon, milleti ezip geçmiştir. Sarayın öyle ‘büyüdük’ diye böbürlendiği 2021 yılında, TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla dahi gerçek işsiz sayımız 85 bin kişi artmıştır. 8 milyon 770 bine çıkmıştır. İşsiz vatandaşlarımızın sayısı, dünya üzerindeki 98 ülkenin nüfusundan fazladır. Slovenya’nın, Ermenistan’ın ve Gürcistan’ın çoluk çocuk, genç, yaşlı tüm nüfusunu toplayın, bizdeki işsiz sayısına anca ulaşabiliyor. İŞKUR’a başvuran 15-24 yaş arası gençlerin sayısı 1 milyon 31 bin 612’ye çıktı. Her üç kayıtlı işsizden biri, 15-24 yaş arası gençlerden oluşuyor. Aynı yaş grubunda ne bir işte çalışan ne de okuyan gençlerimizin sayısı 3 milyon. Her dört gençten bir evinde otuyor, ev genci olmuş. Ülkemizdeki her üç işsizden biri ise üniversite mezunu. Ama Hazine ve Maliye Bakanı’na göre ülkemizde genç olmak çok tatlı bir şey. Sarayın gençleri için elbette hayat tatlı olabilir. Ne de olsa onların üçer beşer maaşı var, lüks arabaları var; köşkler, yalılar, elde edilen servetler, sıradan işler… Bunlara hayat tatlı. Ama milletimizin gençleri için hayat zehir olmuş durumda.
Adıyaman’da Sağlık Bakanlığı’nın açtığı 19 kişilik temizlik kadrosuna 17 binden fazla insan başvuruyor. Ne acıdır ki bunların 2 bin 170’i üniversite mezunu. Diyelim okudunuz, bir iş buldunuz, mesele orada da bitmiyor. Bu ülkede ciddi bir çalışan yoksulluğu var. Ülkede asgari ücret ortalama ücret haline gelmiş. Asgari ücret, geçen senenin sonunda artmış ama iki ay üzerinden geçtikten sonra açlık sınırının altına düşmüş. Sendikaların son verilerine göre açlık sınırı şu anda asgari ücretin bin 500 lira üzerine çıkmış. Yoksulluk sınırı ise asgari ücreti dörde katlamış vaziyette.
“MİLLETİ UNUTAN, HALİNİ GÖRMEYEN, MİLLETİN FERYADI DUYMAYAN SARAYIN KİBİRLİSİ İŞTE BU DURUMA DA BİR ŞİFA REÇETESİ VERİYOR”
Artık yeni bir yuva kurmak da çok zor. Ev eşyalarının fiyatı sadece bir yılda yüzde 70 ile yüzde 115 artmış. Bu koşullarda milletin evlatlarının yüzü de gözü de nasıl gülecek? Saray ve şürekası bolluktan, bereketten dem vururken milletin karnını doyuracak hali kalmadı. Ülkemizde iki günde bir sofrasında bir kap et, balık veya tavuk yemeği koyamayan 30 milyon 538 bin yurttaşımız var. Bu sayılar TÜİK’ ait, o da 2021 verilerine göre. Bugün kıymanın kilosu markette olmuş 120 lira, millet ucuz et almak için Et ve Süt Kurumu kuyruklarında. Peygamberimizin sahih bir hadisi var; ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’. Millet yemeğe kuru ekmek bulamıyor ama sarayın öğlen yemeği menüsünde ‘Anadolu aşı, Antep usulü kuru dolma, kereviz salata, talaş böreği, kuzu incik kızartması, bademli basmati pilav, tahinli profiterol’ var. Bunu nereden mi öğrendik; AK Partili eski milletvekillerine milletin kesesinden servis edilen yemek menüsü her yerde yayınladı. Peki sarayın akşam yemeği menüsünde ne var; ‘pataşur içerisinde Çerkez tavuğu, zencefilli somonlu suşi, tartalet içerisinde Antakya usulü humus, kornişona sarılı dana rozbeaf, susamlı levrek simidi’. Bir de bunları midede yumuşatmak için ‘niçi meyvesi eşliğinde efululiler, çiya tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothiler, stareks meyvesi eşliğinde aleoveralar’. Saray ve şürekası gün içerisinde bu kadar yemeği mideye indirirse ister istemez bir hazım problemi de yaşanıyor. Milleti unutan, halini görmeyen, milletin feryadını duymayan sarayın kibirlisi, işte bu duruma da bir şifa reçetesi veriyor. Millete, akşam yatmadan manda yoğurdunu kestane balıyla, Medine hurmasıyla ve yulafla karıştırıp şifa niyetine nasıl yediğini anlatıyor. Bugün bu ülkede saraylılar, açlıktan verem olana ‘Kestane balı ye’ diyorlar. Ne diyelim? ‘Yoksulluk kader olamaz, kader değildir. Firavunlar bile böyle gaddar değildir’ diyor ünlü şarkıcımız. Tok açın halinden anlamaz, saray da milletin halinden anlamaz. Hadi bizi dinlemiyorsunuz, kendi arkadaşlarınızın sesini dinleyin. AK Parti’nin Meclis Başkanlığı’nı da yapmış kurucularından birisi, daha iki gün önce ‘Evliya Çelebi, dağlarında yağ, ovalarından bal akan memlekette yağların, balların fiyatına erişemediğimiz bugünleri görse kahrından ölürdü’ dedi mi? Dedi. Ne diyor büyük şair Tevfik Fikret; ‘Bu sofracık efendiler ki iltikaama muntazır. Huzurunuzda titriyor, bu milletin hayatıdır. Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır. Fakat sakın çekinmeyin; yiyin, yutun, hapır hapır.’ Saraydaki menüleri sindirmek için şifa reçeteleri olanlar, bu ülkede yedikleri kul haklarını sindiremezler. Maalesef bunun için bir şifa reçetesi daha icat edilmedi.
“EMEKLİNİN, EMEKÇİNİN DAHA ALIN TERİ KURUMADAN ELİNE GEÇEN PARA BUHARLAŞIP GİDİYOR”
Ülkeyi yönettiklerini sananlardan her gün bir başka ses yükseliyor. AK Parti’nin milletvekilleri ‘Asgari ücret sene ortasında artacak’ derken Çalışma Bakanı ‘Asgari ücrette artış tartışmalarını anlamlı bulmuyorum’ diyordu. Sonunda sarayın kibirlisi de çıktı, ‘Daha üç ay oldu, sene ortasında bakarız’ dedi. Buradan çağrıda bulunuyoruz; ülkeyi mahkum ettiğiniz bu enflasyonda milleti hayat pahalılığına ezdirmemek için başta asgari ücret olmak üzere tüm maaş ve aylıkların artık her ay gerçekleşen enflasyon nispetinde artırılması gerekiyor. Çünkü emeklinin, emekçinin daha alın teri kurumadan eline geçen para buharlaşıp gidiyor. Bilhassa gıda enflasyonu gibi, ulaştırma, sağlık gibi zorunlu ihtiyaçların fiyatı bu denli yüksek seviyeler çıkmışken ücret, maaş ve aylık artışları daha fazla geciktirilemez.
“MİLLETİN SATIN ALMA GÜCÜ MÜ KALDI”
Hep söylüyoruz; saray ve şürekası milletin sesini duymuyor, halini görmüyor, milletle adeta açıktan alay ediyor. Ekonomide bir türlü dikiş tutturamayan Nebati Bakan, satın alma gücü paritesine göre karşılaştırıldığında benzinin, mazotun bizde ‘çok çok ucuz’ olduğunu açıkladı. Kimin satın alma gücü paritesine göre bu? Milletin satın alma gücü mü kaldı?
Asgari ücretin satın alma gücüyle İngiliz bin 107 litre, Hollandalı 775 litre, Alman 745 litre, Yunan 406 litre, Romen 313 litre motorin alabiliyor. Bizde ise ekonomiyi yönetemediğiniz için sadece 179 litre alabiliyor. Yetmiyor, orada ekonomiyi yönetenler, yükselen enerji fiyatları karşısında orta ve dar gelirlileri rahatlatmak için vergi mükellefi her bir çalışana bir defaya mahsus 300 avro ödeyeceğini açıklıyor.
El alem vatandaşına destek üstüne destek veriyor. Bizdeki hükümet, pompa fiyatlarına bindirdikçe bindiriyor. Sonra da Bakan çıkıyor, yüzü kızarmadan, ‘Bizde akaryakıt çok çok ucuz’ diyebiliyor. Geçtiğimiz gün de genel başkanvekilleri, yine çıkmış, çiftçiye ‘Maliyete bakmayın, deliler gibi ekin, dağı taşı ekin’ diye akıl verdi.
“YİYİN EFENDİLER YİYİN, BU HAN-I İŞTİHA SİZİN. DOYUNCA, TIKSIRINCA, PATLAYINCAYA KADAR YİYİN”
Bu maliyetlerle çiftçinin ekim yapması için gerçekten deli olması gerek. Artık bunların saçmalama hızlarına yetişemez olduk. Çiftçide tarlasını ekecek hal mi bıraktınız? Gübre fiyatı katlanmış, tohum fiyatı katlanmış, ilaç fiyatı katlanmış. Geçen yıl Ramazan öncesinde 780 liraya dolan traktör deposu, bugün 2 bin 850 liraya doluyor. Saray, bu işleri bırakmış Afrika’da, Sudan’da tarım yaptırabilmek için şirket kurduruyor. Sermayesi 66,5 milyon lira, ortaklık yapısı yüzde 80 TİGEM’e, yüzde 20’si Sudan Tarım ve Ormancılık Bakanlığı’na ait. Şirketin sadece bir personeli var, buna karşın yedi tane yönetim kurulu üyesi var. Herhalde bu yedi yönetici, bir tanecik personellerini sırayla yönetiyor, ona gözleri gibi bakıyorlardır. Öyle ya bu yönetim görevi için yedi yönetim kurulu üyesine 2020 yılında ödenen huzur hakkı ve ikramiyelerin toplamı 416 bin 695 lira 74 kuruş. Çiftçi değirmen taşının arasındaki buğday gibi ezilmiş, limon gibi sıkılmış bahane, huzur hakları, ikramiyeler şahane… Yukarıda söylediğim Tevfik Fikret’in şiirinin devamını da getirelim; ‘Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin. Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin.’
Çiftçi gibi besici de zor durumda. Sarayın kibirlisi, sanki besiciyi yem fiyatları ile karkas et fiyatları arasında sıkıştıran kendisi değilmiş gibi, ‘Niçin ta Uruguay’dan alalım, biz kendi ülkemizdeki hayvanları almak suretiyle bu işi bitirelim’ diyor. İşte bu kadar milletten ve üreticiden kopuk. Saray bilmiyorsa biz söyleyelim. Bugün artan maliyetlere dayanamayan besici, gebe hayvanını kesime gönderiyor.
“VATANDAŞA ZAM, KATAR’A HİZMETE DEVAM”
Ama ‘Anası olmayanın, danası olmaz’ derler. Damızlık hayvanların kesime gitmesi, zaten sıkıntıda olan hayvan varlığımızın daha da tükenmesi demek. Sarayın umurunda mı, hiç değil. O kadar dert üstü, murat üstüler ki insanlar bir avuç kıymayı üç kuruş ucuza almak için saatlerce kuyrukta bekliyor, bunların yöneticileri kuyruk olmasın diye ete zam yapıyorlar. Diğer taraftan 2,5 milyon küçükbaş hayvanı Katar’a satıyorlar. Vatandaşa zam, Katar’a hizmete devam.
“SANIRSINIZ ERDOĞAN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN CUMHURBAŞKANI DEĞİL KATAR DEVLETİNİN FAHRİ CUMHURBAŞKANI”
Bizim vatandaşımız kuyrukta bekliyor; bunlar, kuzuları hem de uçakla Katar’a, ‘Katarlılar rahat rahat et yesin’ diye yolluyor. Sanırsınız bu ülkenin başında oturan Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı değil Katar devletinin fahri cumhurbaşkanı. Sakarya Tank Palet Katar’a, Borsa İstanbul’un yüzde 10’u Katar’a, talan İstanbul üzerindeki araziler Katar’a, milletin yiyemediği etler Katar’a… Arkadaş, bu nasıl bir Katar aşkıdır?
“ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMDE PEYNİR, TEREYAĞI, YOĞURT GİBİ PEK ÇOK ÜRÜNE ÇOK DAHA BÜYÜK ZAMLARIN GELMESİ BEKLENİYOR”
Sadece çiftçi, besici değil, süt üreticisi de kan ağlıyor. Çiğ süt fiyatı 4 lira 70 kuruş; 1 Nisan’dan itibaren 5 lira 70 kuruş olacakmış. Tabii bu markete de yansıyacak. Ama bu çiftçinin sorununu çözüyor mu? 50 kiloluk yem, geçen sene 105 lira, bu sene 280 lira. Yem maliyeti bir senede 2,5 kat artmış. Artırdıkları çiğ süt fiyatı yem fiyatındaki rekor artışlara yetişemiyor. Hal böyle olunca da süt veren inekler de teker teker kesime gidiyor. Et gibi süt de kısır bir döngüye girdi. Artan fiyatlar ve azalan hayvan varlığıyla önümüzdeki dönemde peynir, tereyağı, yoğurt gibi pek çok ürüne çok daha büyük zamların gelmesi bekleniyor. Biz, buradan yıllardır bağırıyoruz; ‘mutfaktaki yangını söndürmek için önce tarladaki yangını söndürmeniz gerekir’ diyoruz. Kulaklarını tıkıyorlar.
Milletin hiçbir derdine deva olamayanlar, şimdi ellerinde son kalan beceriksizliklerine, ‘Hayat pahalılığının sebebi küresel enerji ve emtia fiyatlarındaki artış’ diye bahane bulmaya kalkıyorlar. ‘Ekonomide devrim yapıyoruz. Her devrimde böyle sıkıntılar olur” diye garip hikâyeler de anlatıyorlar. Bunlar, sürekli şeytan taşlamaktan namazsız kalmış vaziyetteler. Her müflis bezirgân gibi şimdi eski defterleri karıştırıyorlar.
Ekonomide çok bilinen bir kuraldır: ‘Her tercih, aynı zamanda bir vazgeçiştir’. Çünkü ekonomide alınan her kararın bir açık, bir de örtük alternatif maliyeti vardır. Bugün bu ülkede milletimiz buz gibi soğuklarda sabahtan akşama kadar kuyruklarda bekliyorsa; yağ kuyrukları, ekmek kuyrukları, et kuyrukları, soğan, patates kuyrukları artık vakayı adiyeden olduysa bunun sebebi ekonomide alınan yanlış kararlardır. Bugün milletimiz neden kuyruklarda beklemek zorunda? Et ve Süt Kurumu’nun başında oturan kişi, hangi cesaretle ‘Baktık kuyruklar uzundu, biz de zam yaptık’ diye utanmadan, sıkılmadan konuşabiliyor? Bunların tercihlerinde millet yok, bunlar için milletin çektiği ıstırap göz ardı edilebilecek bir örtük maliyetten ibaret. Saray ve şürekâsının gözleri ışıl ışıl parlasın da bir avuç yandaş abat olsun da faiz lobileri ihya edilsin de varsın millet kış ayazında kuyruklarda beklesin.
“BU MEVDUAT VERİLERİNE CİDDİ BİR SANSÜR UYGULUYORLAR”
Nebati Bakan, Türk lirası mevduatı Amerikan dolarına endekslemenin Hazine’ye tek kuruş maliyeti olmayacağını söylemişti. Ama alışık olunduğu üzere hesapları yine tutmadı. Uyarmıştık; ‘2021’in sorunlarına 1970 model çözümler olmaz’ demiştik. Hatta rahmetli Özal’ın dövize çevrilebilir mevduat için söylediği ‘İnşallah gençlerimiz bundan ders alır. Bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yaparak gelecek nesilleri zor taşınan yük altına sokmaz’ sözlerini hatırlatmıştık ama dinleyen olmadı.
24 Aralık tarihinden itibaren 971 bin gerçek kişi ve 29 bin tüzel kişinin dövize endeksli mevduata para yatırdığı anlaşılıyor. ‘Anlaşılıyor’ diyorum çünkü ortada doğru dürüst bir veri yok. Nedense çok övündükleri bu mevduat verilerine ciddi bir sansür uyguluyorlar.
Nebati Bakan’ın derme çatma açıklamalarından hesapladığımıza göre, mart ayının son haftasında, milletin hazinesinden 13,8 milyar lira alınıp bir avuç mevduat sahibinin cebine konmuş. Bunun yanında bir de şirketlere tatlandırıcı olsun diye vazgeçilen 13 milyar lira vergi geliri var. Çiftçiye para yok, besiciye para yok ama milletin kesesinden şirketlere, bankalara ve bir avuç mudiye üç ay mevduat yatırdıkları için 27 milyar liralık büyük bir kıyak var.
“HESAPSIZLIĞININ, KİTAPSIZLIĞININ, PLANSIZLIĞINI BEDELİNİ HEP MİLLETİMİZ ÖDÜYOR”
Hesap ortada; 24 ve 31 Mart arasında dolar kuru 12 lira 16 kuruş, 25 Mart itibariyle 14 lira 83 kuruş. Dolar, TL’ye karşı sadece üç ayda yüzde 22 değerlenmiş. Bankalar müşterisine kendi ceplerinden ne kadar faiz ödeyecek? Üç aylık yüzde 4,25. Geriye kalıyor 17,75. Bu farkı kim ödeyecek, milletin Hazinesi ödeyecek. Bunu yıla vurursanız, Hazine’nin bir yılda ödeyeceği faiz yüzde 92’ye geliyor. Tabela faizi kaç, yüzde 14. Ama bir avuç mevduat sahibine Hazine tarafından ödenecek faiz yüzde 92. Ne oldu nas? Bunların iş bilmezliğinin, hesapsızlığının, kitapsızlığının, plansızlığını bedelini hep milletimiz ödüyor. Demiştim ya müflis bezirgân eski defterleri karıştırır diye, işin içinden çıkamayınca sıra eldeki avuçtakini satıp savmaya geliyor. Bugüne kadar 62 milyar dolarlık ata yadigârı fabrikayı, limanı, araziyi sattılar. Yetmedi, kalanı da sarayın başına oturduğu Varlık Fonu’na koydular. Bunları teminat gösterip sağdan soldan borç aldılar. Bu da yetmedi, şimdi giderayak kazanın dibini iyice sıyırmaya çalışıyorlar.
“AYLIK 45 BİN ARAÇ GEÇİŞ GARANTİSİ VERİLEN YOLDA ŞİMDİ İN CİN TOP OYNUYOR”
İşte Ankara’nın ‘parsel parsel’ peşkeş çekildiği dönemde 801 milyon dolar yatırılarak yapılan Ankapark, sonunda iflas etti. Ankara Büyükşehir Belediyemizin bu konudaki haklı hukuk mücadelesi devam ediyor. Çanakkale Köprüsü’ndeki durum, köprüde bir haftalık bedava kampanyasının ardından ‘200 liracık’ geçiş ücretleri ödenmeye başladı. Aylık 45 bin araç geçiş garantisi verilen yolda şimdi in cin top oynuyor. İnsanlar feribotla karşıya geçmek için uzun kuyruklar oluşturmuş. Hayırdır? Yandaşlarınız doysun diye feribot seferlerini azaltarak insanları zorla köprüye yönlendirmeye mi karar verdiniz? Vatandaşları 107 liralık gidiş-geliş ücreti yerine 400 liralık gidiş-geliş ücreti ödemeye mahkum mu etmeye çalışıyorsunuz? Kazan büyük, sıyır sıyır bitmiyor.
Şimdi de getirdikleri torba kanunla Hazine mallarının satışında damping yapacaklarmış, ama o da yetmiyor. Üstüne üstelik yeni rant alanları da yaratmaya çalışıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda CHP Ekonomi Masası olarak Safranbolu’daydık. UNESCO Dünya Mirası listesindeki Safranbolu, yeni bir yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya. Daha önceki planlarda yapılaşmaya kapalı tutulan alanlar kentsel bir ihtiyaç ortada yokken bir mevzuat değişikliğine dayanan imar planıyla yapılaşmaya açılıyor. Diğer taraftan Çeşme’nin cennet koylarından birinin etrafındaki 3. derece sit kapsamındaki tarım arazileri ve zeytinlikler Bakanlık tarafından imara, betonlaşmaya açılmak isteniyor. İzmir’in Kanal İstanbul’u olarak adlandırılan bu girişimden de Safranbolu’yu betonlaştıracak bu karardan da derhal vazgeçilmelidir. Biz, bu katliam kararlarını engellemek için elimizden gelen her şeyi yapacağız.
“6 PARTİMİZ, TÜRKİYE’Yİ İÇİNE DÜŞÜRÜLDÜĞÜ KARANLIK GÜNLERDEN HIZLA ÇIKARMA KARARLILIĞINDADIR”
Türkiye’yi içinde bulunduğu bu kâbustan çıkarmak zorundayız. Toplumu en geniş yelpazede temsil eden altı partimizin yaptığı güç birliği, otoriter bir yönetimi sandıkta yolcu edecek. Ve bu, dünya demokrasi tarihinde de mümtaz örneklerden biri olacak. Artık gün, yaraları sarma günüdür. Artık gün, helalleşme günüdür. Artık gün, kucaklaşma günüdür. Artık gün, uzlaşma günüdür. Artık gün, istişareyle hareket etme günüdür. Kutuplaşma Türkiye’mizi çok yordu, hırpaladı. Kutuplaşmadan beslenen mevcut hükümet de artık gidici olduğunu idrak etti. Bulanık suda balık avlamaya uğraşıyor. Milletimizi en geniş şekilde temsil eden altı partimiz, demokratik ilkelere dayanan birlikteliklerini uyum içerisinde götürmeye kararlıdır. Sarayın siyaset mühendisliğine soyunması nafile bir çabadır. Dünkü tablo da bunu bir kez daha herkese göstermiştir. Milli iradeyi parlamentoya tam olarak yansıtmak üzere, seçim güvenliği en öncelikli konu haline gelmiştir. Altı partimiz bu konuda bir çalışma grubu oluşturmuştur. Ekonomide biriken sorunlarımız, Rusya ve Ukrayna savaşı başta olmak üzere bölgemizde istikrar ve barışı tehdit eden gelişmeler yine dünkü toplantıda ele alınmıştır. Milletimizi en geniş yelpazede temsil eden altı partimiz, Türkiye’yi içine düşürüldüğü karanlık günlerden hızla çıkarma kararlılığındadır.
Gecenin en karanlık anı şafağa en yakın anıdır. Ülkemizin ufkunu karartan karanlığı yırtıp atmaya çok az kaldı. Milletimiz bu hükümeti gördü, notunu da verdi. Saray ve ortağının raf ömrü artık sona ermiştir. Saray ahalisi sefa sürerken milletimiz bunca beceriksizliğin cefasını çekmiş, şimdi ‘artık yeter’ demeye hazırdır. Biz, bunu gittiğimiz her şehirde, girdiğimiz her dükkânda milletimizin gözlerinde görüyoruz. Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, ortaklarımızla beraber Türkiye’nin ufkunu aydınlatacağız. Biz hazırız, milletimiz hazır.”
Faik Öztrak, basın mensuplarını sorularını da yanıtladı.
"BU ÜLKEDE EDEP, ADAP KELİMELERİNİ AĞZINA ALABİLECEK EN SON KİŞİ BU ZATTIR"
Öztrak, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik "Biraz dürüstsen altılı masa bildirisini hangi büyükelçiliğe düzeltmeye gönderdin açıkla" sözlerine ilişkin, “Bu zırvanın sahibi, zırvasını ispatla mükelleftir. Çok açık ifade ediyorum; aksi takdirde namerttir, alçaktır, şerefsizdir, haysiyetsizdir. Bu ülkede edep, adap kelimelerini ağzına alabilecek en son kişi bu zattır. Uyuşturucu kaçakçısıyla, dolandırıcısıyla, her türlü suçluyla fotoğrafı olan bu şahıstır. Anlaşılan bu zat, altındaki koltuk sallandıkça yerini korumak için en iyi bildiği işi yapıyor, senaryolar uyduruyor. Zırvada çıtayı Everest Dağı’nın tepesine çıkarıyor. Bu zat, önce mafyadan 10 bin dolar alan siyasetçinin kim olduğunu açıklasın. Lafının arkasında duracak cesareti göstersin. Bu lafları saray ve soytarıları hazmedebilir ama biz hazmedemeyiz. Biz, bu topraklarda emperyalizmi ezmiş, Kuvayı Milliye’nin partisiyiz” dedi.
Öztrak, altı siyasi parti genel başkanın seçim güvenliği için dün akşam açıkladığı "Seçim grubu" çalışmasında HDP ve TİP gibi partilerin yer alıp alınmayacağına yönelik soruya, “Yapılan açıklama nettir, altı partiyi bağlamaktadır. Diğer partiler seçim güvenliği için kendi çalışmalarını tabii ki yapacaklardır. Seçmen iradesinin parlamentoya yansıması için tüm partilerin ellerinden geleni yapması gerekmektedir” yanıtını verdi.
“BİZ, KEDİYE KEDİ DERİZ. MİLLETİN HAKKINI YİYENE DE ÇETE DENİR”
Öztrak, TBMM'ye geçen cuma günü sunulan torba teklif ile 'şirketlerin itibarı' gerekçesiyle gazetecilere üç yıla varan hapis ceza öngörülmesine ilişkin soru üzerine, “Biz, kediye kedi deriz. Milletin hakkını yiyene de çete denir. Bunlar beş şirketten oluşuyorsa buna da ‘Beşli Çete’ denir. Şunu unutmasınlar; bu aziz millet ‘Beşli Çete’den büyüktür” dedi.