CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak, iktidarın hacze düşen yurttaşların borcunu kısmen ödeme vaadini, “Bugüne kadar yoksulluğu önlemeyi değil yönetmeyi ve kitleleri muhtaç kılarak siyasi kontrolünde oy deposu olarak tutmayı tercih eden iktidar, 30 milyarlık bütçe kaynağıyla icra silme desteğini siyasi nema ve oy alma amacıyla uygulamaya hazırlanıyor. İki ay sonra yine faturasını ödeyemeyip icraya düşeceği aşikâr olan vatandaşı 2 bin TL icra parasıyla kandırıyor” diye değerlendirdi.
CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı ve İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporunu yayınladı. Toprak, iktidarın icralık olan yurttaşların 2 bin liraya kadar olan borcunu kapatma vaadine ilişkin şu değerlendirmeyi yaptı:
“Ağustos ayı itibarıyla icra-iflas dairelerindeki dosya sayısı 25 milyonu aştı. Ortalama her üç kişiden birisi icralık. İki yıllık salgın süresince sadece bir kez, sosyal yardım alan kayıtlı 3 milyon haneye bin TL, toplamda 3 milyar TL nakdi destek verildi. Vergi ve SGK borç yapılandırma yasalarında gecikme ve ceza faizlerinin silinmesi önerimiz TBMM’de reddedildi. Milyonlarca kişi ve kuruluş e-haciz uygulamasıyla karşı karşıya kaldı. Banka hesapları bloke edildi. Bu sürecin ağır bir icra-haciz fırtınasına zemin hazırlayacağı çok önceden belli olmasına karşılık, iktidar bunu da görmezlikten gelmeyi tercih etti. Bütçe kaynaklarını, kur korumalı mevduat (KKM) sahiplerine tahsis ederek elde ettikleri milyarlarca liralık kur farkı ve faiz gelirini de vergiden muaf tuttu.
“SEÇİME 9 AY KALA MİLYONLARCA DAR GELİRLİYİ HATIRLAMA LÜTFUNDA BULUNDU”
İktidar seçime 9 ay kala milyonlarca dar gelirliyi hatırlama lütfunda bulundu. Elektrik, doğalgaz, telefon, internet faturalarını ödeyemedikleri için icraya verilen, gecikme ve ceza faizi işletilen milyonlarca vatandaşın bu dosyaları aynı zamanda modern görünümlü çek-senet mafyası, tefeci konumundaki Varlık Yönetim Şirketlerine devredilmiş durumda. İktidar, icra dosyalarını kapatmayı, dosya başına 2 bin TL’ye kadar olan icra ödemelerini üstlenmeyi, Varlık Yönetim Şirketlerine ödemeyi bütçeden yaparak icrayı silmeyi vaat ediyor. Bunun için bütçeden 30 milyar TL kaynak ayrılacak.
Öncelikle vatandaşın vergilerinden oluşan bütçeden ayrılacak parayla icra dosyalarının kapatılması, yükün yine vatandaşın sırtından karşılanması demek. Bunun da ötesinde iktidarın seçim rüşvetiyle oy kapmak üzere vatandaşa 9 milyon icralık vatandaşa lütuf gibi sunduğu bu destek paketine ayrılan 30 milyar TL’nin iki katı tutarındaki 60,6 milyar TL, 1 milyon kur korumalı mevduat sahibine 5 ayda ödendi.
“140 MİLYAR LİRA KUR FARKI VE FAİZE”
Kur farkı ve faiz gelirlerine sağlanan 10,2 milyar liralık vergi muafiyeti, dövizden KKM’ye geçenlere Merkez Bankası tarafından yapılan en az hazine kadar kur farkı ödemesi de göz önünde tutulduğunda tutar 130-140 milyar liraya ulaşıyor.
“İKİ AY SONRA YİNE FATURASINI ÖDEYEMEYECEK”
Bugüne kadar yoksulluğu önlemeyi değil yönetmeyi ve kitleleri muhtaç kılarak siyasi kontrolünde oy deposu olarak tutmayı tercih eden iktidar, 30 milyarlık bütçe kaynağıyla icra silme desteğini siyasi nema ve oy alma amacıyla uygulamaya hazırlanıyor. İki ay sonra yine faturasını ödeyemeyip icraya düşeceği aşikâr olan vatandaşı 2 bin TL icra parasıyla kandırıyor.”
"100 LİRA BORCA 143 LİRA FAİZ ÖDEMESİ"
CHP’li Toprak, borcun faizi nedeniyle Türkiye ekonomisinin geldiği noktayı “İç borç ana para-faiz makasındaki açılmanın geldiği noktada ülke ekonomisi her 100 liralık ana para borcuna karşılık 143 TL faiz ödeme mecburiyetiyle karşı karşıya bırakıldı” diye açıkladı. Toprak şunları kaydetti:
“Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı verilerle geçen yılın ağustos ayında iç borç ana para stoku 1,2 trilyon, faiz tutarı 699 milyar TL iken, 2022 Ağustos rakamlarıyla iç borç ana para tutarı 1,7 trilyona faiz ödemesi tutarı ise 2,4 trilyona yükseldi. Bir yılda iç borcun ana para tutarı 524 milyar TL artarken, faizdeki artış 1,7 trilyon TL! Ekonomi yönetiminin ağır bir yanılgı ve öngörüsüzlükle getirdiği bu tablo şayet bir özel işletmede yaşansaydı işveren anında o muhasebeciyi ya da şirket yöneticisini kapının önüne koyardı. Ancak liyakatsiz kadrolarla devleti borca batırarak ülkenin geleceğini karartan bu yönetim her gün hatalarına yenilerini ilave ederek yaklaşan felaketin boyutlarını çok daha ileri düzeylere taşımakta sakınca görmüyor.
Enflasyondaki yükseliş ve kurlardaki artış devam ettikçe iç borç stoku içinde bu iki tahvilden kaynaklı maliyet hem ana para hem faiz borcunun katlanarak artmasını beraberinde getirecek. Hazinenin 5-10 yıl vadeli bu tahvil ihraçlarının yarattığı olağanüstü maliyetler ve faiz ödemeleri, aynı hızla devam eden yeni borçlanmalar, ülke ekonomisinin gelecek 10-15 yılını bugünden ağır ipotek altına almış bulunuyor!”
CHP’li Toprak’ın raporunun satır başları şöyle:
DİJİTAL TERÖRİZMİN İLK PROVASI HAYATA GEÇİRİLDİ: Cumhurbaşkanlığı YİK toplantısının bir gün öncesinde, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının ‘destek ve himayesinde’ Uluslararası Medya Enformasyon Derneği (UMED) adlı bir kuruluşla ortaklaşa düzenlenen Yeni Medya ve Dijital Terörizm Çalıştayı. Bu çalıştayın açılışını yapan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun konuşmasında yine Türkiye’yi hedef alan iç ve dış düşmanlarla bezeli karanlık bir atmosfer çizdi. UMED adlı derneğin Başkanı iktidar medyasında görev yapmış bir isim ancak yönetim kurulu üyeleri kim bilinmiyor. Sayfa açılmıyor. Etkinliklerine bakıldığında 10 Ağustos’taki Dijital terörizm Çalıştayı gibi diğer etkinliklerinde hepsi iktidar destekli. Dışişleri Bakanlığından RTÜK’e, TRT ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Basın İlan Kurumu’na, TÜGVA’dan Bilgi Teknolojileri Kurumu’na kadar hep kamu kaynaklarından finanse edilen etkinlikler. Sahne sanatçısı Gülşen ile ilgili dört ay önce orkestra elemanıyla yaptığı bir kişisel şakalaşmanın, bir anda iktidar medyasının amiral gemisi olarak adlandırılan gazetenin internet sitesinde paylaşılarak, sosyal linçe ve toplumsal infiale dönüştürülmesiyle Dijital Terörizmin ilk uygulamalı provası hayata geçirildi. Buna benzer çok sayıda arşivlemenin toplumsal infial dozuna ve yaratılabilecek etki hesabıyla devreye sokulacağını bugünden öngörebiliriz.
ABD HAZİNE YÖNETİMİ’NİN UYARISI: ABD Hazine Yönetimi, haziran ayında Türkiye’nin kara para aklama merkezi olmaması ve Rusya yaptırımlarının delinmesine olanak sağlanmaması yönünde açıklamalarda bulunmuştu. 22 Ağustos’ta ise resmi bir mektupla Türk-Amerikan Ticaret Odası ve TÜSİAD’a yaptırım kapsamındaki Rus şirketleri ve bankalarıyla iş yapılmaması konusunda doğrudan uyarılarda bulundu… ABD’li Bakan Yardımcısının önce Ankara’ya gelerek ardından Türk muhatabıyla telefonla görüşerek ve son olarak iş dünyası örgütlerine resmi mektupla uyarıda bulunarak girişimlerine hız vermesi, giderek Türk şirketleri ve bankalarına ‘yaptırım riski altındasınız’ tehdidini dillendirmesi yanıtsız bırakılmaması gereken bir husustur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sessiz kalması, Dışişleri Bakanlığı’nın hiçbir açıklama yapmaması ve Hazine-Maliye Bakanı’nın sadece üç tweetle konuyu geçiştirmeye çalışması iktidarın gayri ciddiliğini gösteriyor.
İş dünyası kendi haline ve yalnız bırakılmamalıdır. Şayet Rusya ile ekonomik ticari ilişkilerden ötürü ABD’den herhangi bir yaptırım söz konusu olursa bu sadece Rusya’ya ihracat yapan, lojistik hizmeti veren, müteahhitlik işi yapan, sebze-meyve ihraç eden vb. şirketleri değil, onları finanse eden Türk bankalarını da olumsuz etkileyecektir.
İMALATTA KAYGILAR ARTTI: Reel Kesim Güven Endeksi (RKGE), aynı zamanda reel kesimin içinde bulunduğu eğilimleri saptamayı amaçlıyor. Geçen yıl temmuz ayında zirve noktasına ulaşan endeks, sonrasında düşüşe geçerek geçtiğimiz aralık ayı sonunda dip noktaya indi. Ocak-mayıs döneminde beş ay boyunca yatay seyir izleyen RKGE, hazirandan bu yana ise inişe geçti. Yatay seyir süresince 110 düzeyinde olan RKGE ağustos ayında ise 102,1’e indi. Bu seviye son iki yılın en düşük reel kesim güvenini gösteriyor… 1754 imalat sanayii işyeri yöneticisinin katıldığı ankette gelecek üç ve 12 aylık dönemde iç piyasa siparişleri ve ihracat siparişlerinde artış beklentisinde radikal bir şekilde düşüş gözlenirken, gelecek üç ve 12 ayda sabit sermaye harcaması ve istihdamda artış beklentisi de sert bir şekilde geriledi. Son üç aydan bu yana inişe geçen RKGE’deki gerileme, ağustos ayında daha da belirgin hale gelirken, gelecek 3 ve 12 aylık dönemlere ilişkin beklentilerde ortaya çıkan düşüş ve artan endişeler, iktidarın çizdiği tablonun tam tersine ihracat ve istihdamın lokomotifi konumundaki imalat sanayiinin ve reel kesimin kaygılarının arttığına işaret ediyor!
DEMİRBANK’A BENZER KRİZLERİ TETİKLEYEBİLİR: Merkez Bankası serbest piyasa ilkeleriyle örtüşmeyen bir tebliğle bankalara kredi faizi limiti getirdi. Bankalar belirlenen limit üzerinden kredi vermeye, diğer yandan limit aşımında hazine kağıdı almaya zorlanarak hem faizlerin düşürülmesi hem de hazinenin kaynak sağlaması hedefleniyor. Çok ciddi riskler içeren bu düzenleme yeni Demirbank örneğine benzer banka krizlerini tetikleyebilir… Merkez Bankası ve ekonomi yönetimi, yayınladıkları tebliğle, bankalardan kredi hacimlerini arttırmamalarını, kredi faizlerini düşük tutmalarını, belirtilen faiz sınırlarını aşmayarak politika faizinin azami 6-9 puan üzerinde faizle kredi vermelerini istiyor. Bunu yaparken de limitleri aşan bankaları hazine borçlanmasına destek vermeye, hazine kağıdı almaya mecbur ediyor. Bu adımların varacağı nokta finans sektörünün kredi hacminin daha da daralması kâğıt üzerinde faiz sınırlarıyla mümkün olan en düşük kredi hacminde kalınmasına yol açacaktır. Dolayısıyla varılacak nokta ekonomik durgunluk ve daralma, istihdam düşüşü, üretimde gerileme olacaktır.
ENFLASYONA EZDİRMEME SÖYLEMİNİN İÇİ BOŞ: Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) işgücü maliyet artışlarına ilişkin verileri hemen tüm sektörlerde ücret artışlarının resmi enflasyonun en az 20-30 puan altında kaldığını, iktidarın çalışanları enflasyona ezdirmeme söyleminin gerçek dışı ve boş olduğunu gösterdi.
Geçen yıl yeni ekonomi modelini ilan ederken önce Çin modeli olarak adlandıran iktidar; ucuz işgücü ile maliyetlerin düşürüleceğini, ihracat ve rekabetin artırılacağını, söylüyordu. Gelinen noktada her ne kadar artık yeni model için Çin modeli tanımı kullanılmasa da ucuz işgücünün modelin asli unsurlarından birisi olduğu, enflasyona ezdirmeme iddiasının boş bir söylem olması yanında asıl enflasyonun altında tutulan ücret-maaş zamlarıyla bunun sürdürüldüğü anlaşılıyor.
TARIMSAL GİRDİ FİYAT ENDEKSİ YÜKSELDİ: Fındıktan sonra kuru üzüm taban fiyatında da enflasyonun ve girdi maliyetlerinin altında taban fiyatlar ilan ederek üreticiyi mağdur eden iktidara resmi tekzip TÜİK’ten geldi. Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi (Tarım-GFE), TÜİK’in açıklamasına göre haziranda aylık yüzde 7,92 artarken, yıllık artış yeni bir rekor daha kırarak yüzde 134,96’ya yükseldi. TÜİK verileriyle endekste, geçen yılın aralık ayına göre 6 aylık artış ise yüzde 81,07 oldu… TÜİK’in açıkladığı Tarım-GFE verilerinin haziran ayına ait olduğu dikkate alındığında temmuz ve ağustos verilerinin yıllık yüzde 150’ye dayanacağını öngörmek olanaklı. Bu da sonbahar-kış aylarında temel gıda maddelerinin çok daha pahalanacağını, Tarım Kredi marketlerindeki talimatlı fiyat indirimlerinin de sürdürülemeyeceğini apaçık gösteriyor.
İKTİDAR GERÇEKTEN ÜLKEYİ SURİYE BATAKLIĞINDAN ÇIKARTMAK, İSTİYORSA: Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’nin kuzeyine harekât açıklamalarını dile getirirken, Rusya ve Suriye Dışişleri Bakanları yaptıkları açıklamalar Suriye’nin kuzeyinde yeni askeri faaliyetlere izin verilmeyeceği yönünde. Suriyeli Bakanları, Türkiye-Suriye arasında diyalogun yeniden başlamasının ön şartının TSK’nın Suriye topraklarını tümüyle terk etmesi olduğunu açıkladı!... Şayet iktidar gerçekten ülkeyi Suriye bataklığından çıkartmak, Şam yönetimiyle çözüm doğrultusunda diyalog başlatmak istiyorsa, bu konuda samimi ise ilk atması gereken adım, İsrail ile normalleşmede olduğu gibi Şam ile de karşılıklı büyükelçi atayarak diplomasi ve resmi-şeffaf diyalog kanalını açmak olmalıdır.
PASAPORT KRİZİ: Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, AB ve ABD ile giderek derinleşen vize sorununda AB’nin kasıtlı davrandığını öne sürüyor. AB tarafından yapılan açıklamada; iktidar tarafından vatandaşlık verilen çok sayıda göçmenin AB, ABD, Kanada’ya vize başvurusunda bulunması nedeniyle denetimlerin sıkılaştırıldığı, sürenin bu yüzden uzadığı savunuluyor!
Son birkaç yılda AK Partili belediyeler eliyle para karşılığı çok sayıda gri pasaport dağıtılarak vizesiz gidiş ve iltica olaylarının ortaya çıkması AB konsolosluklarını daha sıkı denetimlere ve vize başvurularını ret kolaycılığına yönlendirmiş durumda.
Kaldı ki ağırlıkla çok çocuklu Suriye, Irak, Afgan, Pakistan ya da diğer Ortadoğu-Orta Asya ülkesi vatandaşları gayrimenkul karşılığı vatandaşlık aldıklarında otomatik olarak tüm aile fertleri de T.C. vatandaşlığına ve T.C. pasaportuna sahiplik imkânına kavuşuyor.
İktidarın ‘kasıt var’ iddiasının temelinde gerçekte siyasi ve ekonomik nedenlerle, döviz bulmak için ya da seçmen kazanmak için uyguladığı vatandaşlık ve pasaport satma politikalarının yattığı tüm bu süreçler TL’nin değersizleştirilmesi gibi, T.C. pasaportlarını da değersizleştirip, ‘riskli pasaport’ kategorisine sokuyor.”