Taşçıer'in Konuya Dair Açıklamaları Aynen Şu Şekilde;
Türkiye’nin süregelen pek çok sorunu var. Bunlardan en önemlilerinden biri de kadına yönelik şiddet ve cinayetler. Çünkü giderek artan ve ne yazık ki her geçen gün daha da şiddetlenerek artan bir gerçeklikten bahsediyoruz.
Kadına yönelik şiddet ve cinayetler toplum vicdanının kanayan bir yarası haline geldiyse, bunda yaşanan vahşetin olduğu kadar, cezasızlık algısının da payı var. Şiddet uygulayan caniler ve katillerin pek çoğu, ya tümüyle cezasız kalıyor ya da bir takım indirimlerle paçayı kurtarıyor.
Bu durum bizleri isyan ettirdiği kadar, şiddet gören kadınların da korkularını artırıyor. Ve daha acısı, kadınlar adalete kavuşmak için seslerini sosyal medyadan duyurmak zorunda kalıyorlar. Çünkü emniyete veya savcılıklara gittiklerinde, kimisi bir şey olmaz denilerek eve geri gönderiliyor, kimisi barıştırılmaya çalışılıyor.
Bazı savcıların şikâyet için gelen kadınlara “benim niye başıma gelmiyor” dediklerini dahi duyduk. Böyle bir ortamda kadınlar seslerini duyurmak için yardım çağrısı yapıyor. Çünkü tekil sesleri, kendilerini korumakla görevli ya da adaletin sağlanmasıyla görevli kişilerce ciddiye alınmıyor.
Bu kadınlar adalete ulaşmak için sosyal medyadan yardım talep etmek zorunda mı? Hukukun işlemesi için illa her olayda sosyal medyadan baskı mı yapılması gerekiyor? Tüm delilleriyle suçları ortada olan kişiler serbest bırakılıyor, sosyal medyada infial olursa hemen tekrar tutuklanıyorlar. Hukuk için twitter şart mı? Mevcut durumda ne yazık ki şart. Zaten sorun da burada.
İstanbul’dan Azime. Bir erkeğin saldırısına uğramış, ancak şahıs serbest bırakılmış ve tehditlerine devam etmiş. Azime çareyi sesini sosyal medyadan duyurmakta bulmuş.
Aydın’dan Zeliha. Yıllar önce boşandığı eşi tarafından sürekli şiddet görüyor ve tehdit ediliyor. Zeliha tam 46 kez şikayette bulunuyor. Tehditler kesilmeyince Zeliha da sosyal medyadan Emine Bulut gibi ölmek istemiyorum diyerek sesini duyurmaya çalışıyor.
Bahar. Öz amcası tarafından tacize ve şiddete uğradığını şikayet etmiş, hiçbir şey olmamış. Video çekip sosyal medyadan paylaşmak durumunda kalmış. Daha sonra ölüm tehditi alınca şikayeti geri çekmek durumunda kalmışlar.
İstanbul’da bir anne, hem uzaklaştırma hem de ev hapsi kararı olan eski eşi tarafından bıçaklanıyor. Şahıs ifadesi alınıp serbest bırakılıyor. Cennet de annesi için sosyal medyadan yardım istiyor. “Birçok evlât gibi ben de, kardeşim de annesiz kalmak istemiyoruz.” diyor.
Bursa’da bir genç kız, bir erkek tarafından tecavüze uğruyor. Şikâyet ediyor ancak şahıs ifadesinin ardından serbest bırakılıyor ve tehditlerini mesajlar yoluyla sürdürüyor. Davayı geri çekmesi için tehdit ediyor. Bu genç kız da çareyi sesini sosyal medyadan duyurmakta buluyor.
Tabi ki görevini kanunlarda yazdığı şekliyle, harfi harfine uygulayan kamu görevlilerini de es geçmemek gerekiyor. Ancak büyük bir çoğunluğun ne yazık ki kadına şiddet konusunda ne kanunlardan ne de İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası hukuk kurallarından haberleri yok. Ya da haberleri var ancak iş uygulamaya geldiğinde oralı olmuyorlar.
Zaten bu yüzden hem Adalet Bakanlığı hem de İçişleri Bakanlığı ayrı ayrı genelgeler hazırladı. Bu genelgeler kamu görevlilerinin yapması gerekenleri içeriyor. Yani demek ki yapılması gerekenlerin yapılmadığına dair bakanlıkların da kabulü var.
Bu genelgelerin doğru ve yerinde olduğunu ancak yetersiz olduğunu ifade etmiştik. Vereceğim örnekle bu ifademizin altını bir kez daha çizeceğim.
Geçtiğimiz gün Osmaniye’den bir haber aldık. Yine bir kadın boşandığı eşi tarafından şiddete ve tehditlere maruz kalıyor. Banu da sesini sosyal medyadan duyurmaya mecbur bırakılan kadınlardan biri. Banu bana da ulaştı. Bu basın toplantısını da hem onun hem de onun durumundaki tüm kadınlar için yapıyorum.
Banu’ya şiddet uygulayan şahıs hakkında defalarca tedbir kararı ve uzaklaştırma kararları verilmiş. İki kez zorlama hapsine tutulmuş. Ancak geçtiğimiz gün tekrar bu şahsın şiddetine uğramış. Bana fotoğraflarını gönderdi, yüzü mosmor halde.
Osmaniye’de kolluk Banu’ya son derece özenle yaklaşmış ve yardımcı olmuş. Ama sonuca ulaşacak bir adalet istiyor.
Banu ile konuşmamızda, bu kişinin zorlama hapsine girince içeride daha da kinlendiğini, daha önce de girdiğini ve faydası olmadığını söyledi. Bu bir şiddet meselesi de değil, cinayete teşebbüs olarak yargılanması ve tedavi edilmesi lazım dedi.
Ve aynen kendi sözlerini aktarıyorum; “Beni ceset torbasına koyup götürdükten sonra kimse durdurmaya çalıştık ama gibi şeyler demesin. Ben yaşamak istiyorum. Ben şehir değiştirmek, düzenimi değiştirmek istemiyorum. Evimde huzur içinde yaşamak istiyorum. Çünkü ben suçlu değilim.”
Tam olarak bunları söyledi ve aktarmamı istedi. Peki eksiklik nerede? Eksiklik elektronik kelepçe uygulamasının hala yaygınlaşmaması ve pilot uygulama olarak kalmasında. Genelgeler uygulansın, kanunlar uygulansın, ama ek tedbirler alınması gerektiği de ortada.
Banu’ya şiddet uygulayan kişinin uzaklaştırma kararı olmasına rağmen gelip şiddet uygulamayı sürdürebiliyor. Halbuki elektronik kelepçe hem şiddeti engelleyebilir hem de cinayetleri önleyebilir.
Önleyici tedbir diyorsak, işte bu elektronik kelepçedir. Ancak şu anda Türkiye’de maalesef üzülerek söylüyorum yalnızca birkaç şehirde ve toplamda üç bin kelepçe var.
Hatta var olanların da bir kısmı bozuk. Zeliha’yı anlattım az önce. Zeliha’ya şiddet uygulayan erkeğe takılan elektronik kelepçe bozuk çıktığı için yenisi istenmek durumunda kalındı ve bir hafta daha kelepçesiz gezdi bu şahıs. Ya bu süreçte bir şey olsaydı?
Sonuç olarak kadına yönelik şiddete karşı siz önleyici tedbiri almalısınız. Olay sonrası yapılması gerekenler tabi ki kamu görevlilerine aktarılmalı. Genelgeler yayınlanmalı, eğitimler verilmeli.
Ancak olayları önlemek en önemlisidir. Yoksa olay olduktan sonra şiddet gören kadınlar yine ceremeyi çekenler oluyor. Hayatları alt üst oluyor. Pek çoğu düzenlerini değiştirmek zorunda kalıyor.
Erzurum’da Canısı diye bir kızımız var. Bir erkek tarafından defalarca kez bıçaklanıyor. Kendisine saldıran kişi serbest kalırsa kendisinin şehrini ve ismini değiştirmek zorunda kalacağını ifade eden bir mektup paylaşıyor sosyal medyada. Canısı yazısının son kısmında “Ben adımı çok seviyorum, değiştirmek istemiyorum. Ben Erzurum’u çok seviyorum, gitmek istemiyorum” diyor.
Yani kadınlar hem şiddete uğruyor, hem de sanki suçlu kendileriymiş gibi düzenlerini bozmak durumunda kalıyor. Halbuki suçlu belli. Şiddete uğrayan değil, şiddeti uygulayan ya da uygulamakla tehdit eden cezasını çekmeli.
Ben elimden geldiğince kadına şiddet ve cinayet davalarını mahkemelerde izlemeyi sürdürüyorum. Gaziantep’te Güldane Yırtıcı, Ordu’da Ceren Özdemir, Kırıkkale’de Emine Bulut, Ankara’da Ceren Damar, Şule Çet ve Ayşe Karaman,
Kocaeli’de Ecem Balcı davalarının duruşmalarına katıldım.
Bu davalarda sadece Güldane hayattaydı. Elektronik kelepçe olsa belki diğerleri de bugün hayatta olurdu.
Adalet Bakanlığı genelgesinde elektronik kelepçe uygulamasının yaygınlaştırılacağı ifade edildi. Umuyoruz bu sürüncemede kalmaz ve bir an önce ama bir an önce, HEMEN uygulanır.
Çünkü bir kadının daha aramızdan alınmasına tahammülümüz kalmadı.