Türkiye’de her üç kadından biri evde kocasının ya da sevgilisinin fiziksel şiddetine maruz kalmakta, her geçen gün kadın cinayetlerine bir yenisi daha eklenmektedir. Kadınların yaşam hakkını doğrudan tehdit eden şiddet sonucunda sadece 2019 yılının ilk 7 ayında 245 kadın evli olduğu, boşandığı eşi ya da birlikte olduğu partneri tarafından öldürülmüştür. Ülkemizde yaşayan her 10 kadından 4’ü kendini güvende hissetmediğini ifade ederken, milyonlarca kadın fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet kıskacında yaşamaktadır.
En son geçtiğimiz hafta Kırıkkale’de Emine Bulut kardeşimizin boşandığı eşi tarafından, 10 yaşındaki kızının gözleri önünde vahşice öldürülmesi, ‘ölmek istemiyorum’ sözleri ve kızının ‘anne lütfen ölme’ haykırışları hepimizin zihnine kazınmış, kadınların göz göre göre nasıl katledildiği konusunun ciddiyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
KADINLARI KORUYACAK ETKİN MEKANİZMALAR YOK…
Kadına yönelik şiddetin hızla arttığı ülkemizde ne yazık ki kadınları koruyacak etkin mekanizmalar olmadığı gibi toplumsal cinsiyet eşitliğine ve kadınların kazanımlarına yönelik söylemler ve eylemler de kadına yönelik şiddeti daha da çoğaltmaktadır. Her fırsatta kadın erkek eşitliğine inanmadığını dile getiren AKP hükümetinin yetkilileri, kanun koyucular ve kadınları koruması gereken yetkililer kadınların ekonomik, toplumsal ve siyasi alanda eşit olarak görülmediğini açıkça ortaya koymaktadır. Çok açıktır ki ‘kadın erkek eşitliği fıtrata ters’, ‘kadının fıtratında erkeğe köle olmak var’ söylemleri AKP hükümetinin politikalarına ve hukuki metinlere de yansımakta, bu söylemler kadınların kazanılmış haklarına yönelik saldırı niteliğine dönüşmektedir. Sağ siyasi iktidarların toplumsal cinsiyet eşitliğine uzak yaklaşımı, ceza indirimleri ve cezasızlık hali ile toplumda kadına yönelik şiddeti maruz görme, meşrulaştırma, hoş görme tavrı genelleştirmekte ve şiddeti normalleştirmektedir. Kadınlar için hayatın hemen her alanında erkek egemen ve eşitlikten uzak bu anlayış, her alanda baskı, sindirme ve yıldırmaya dönüşerek, bu zihniyet örüntüsü evde, iş yerinde, okulda kendini gösterdiği kadar hukuk düzenlemelerinde, devletin yetkili kurumlarında ve mahkemelerde de varlığını sürdürmektedir. Eğitimin her aşamasında toplumsal cinsiyet eşitliğine uzak içeriklerin okutulması, müfredatta şiddeti teşvik eden yayınların olması, 2019 yılının ilk 8 ayında 13 bin şiddet içerikli yayın hakkında şikayet başvurusu yapılmış olmasına rağmen, RTÜK’ün bunları gündemine dahi almaması gibi örnekler şiddeti meşrulaştıran bir zemin yaratmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte hukuk kurallarının düzenlenmesinden uygulanmasına kadar geçen tüm süreçte, erkek şiddetini mümkün kılan ve sonlanmasını önleyecek bir mekanizmadan uzak bir tavır kadınları en temel hakkı olan yaşam hakkını tehdit edecek boyuta getirmektedir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE 6284 SAYILI YASA UYGULANMIYOR…
Şiddetten uzak bir hayatın yeniden inşası için devlete bütünlüklü bir önleme, koruma, kovuşturma ve politika geliştirme yükümlülüğü getiren İstanbul Sözleşmesi ve şiddet uygulayanlara uzaklaştırma, yakın koruma gibi birçok tedbiri düzenleyen; kadınları maddi olarak güçlendirmekten kimlik değiştirmeye birçok hak tanıyan 6284 sayılı yasa ülkemizde ne yazık ki etkin olarak işletilmemektedir. Etkin olarak uygulandığı takdirde kadınları koruyabilecek önlemlere sahip olan her iki hukuki metin esas alınarak kadınları yaşatacak önlemleri hayata geçirmek yerine kadınların haklarına saldırmanın bir yolu olarak kullanılarak hedef gösterilmektedir.
Kadınlar herkesin gözü önündeki öldürülürken ihtiyaç duyduğumuz şey kadınları koruyacak mekanizmaların bir an önce hayata geçirilmesi ve etkin olarak uygulanmasının denetlenmesidir. Kadına yönelik şiddetin aldığı boyut, Emine Bulut’un ölümüyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. İnsana, hayvana, doğaya ve kadına yönelik şiddetin her türlüsü politiktir. Bir kereden bir şey olmaz anlayışı yerine fakatsız ve amasız şiddeti önleyecek tedbirler acilen uygulanmalıdır.
Kadınların yaşam hakkına sahip çıkmak ve kadınları erkek şiddetinden koruyacak İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa bu anlamda hayati derecede önemlidir. Bunlara yönelik sınırlandırmalar ne yazık ki sadece daha fazla kadının ölmesi anlamına gelecektir. Bu yüzde kadınları yaşatacak düzenlemeleri içeren İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa hedef gösterilmek yerine sahip çıkılmalı, daha etkin nasıl uygulanacağının yolları aranmalıdır.
Bu anlamda kadına yönelik şiddeti bir kez daha kınıyor, vahşete ve kadın kırımına sessiz kalınmaması, kadınlarımızın güvenli geleceklerinin garanti altına alınması için toplumsal cinsiyet eşitliğini ve bu eşitliğini hayata geçirmenin adımları bir an önce atılmalıdır. Öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimin tüm aşamalarında zorunlu ders olarak okutulmalı, kamusal alanda şiddete karşı farkındalık yaratacak görseller hazırlanarak, yaygınlaştırılmalı, dizilerde ve televizyonlarda ya da haber içeriklerinde kadını aşağılayan görsel ve yazılı metinler üretimi konusunda hassas davranılmalıdır.
Kadınların artık ‘Ölmek İstemiyorum’ çığlıklarına ses verilmeli ve kadınların kazanılmış haklarına göz dikmek yerine kadınları yaşatacak önlemler hayata geçirilmelidir.
İstanbul sözleşmesi uygulansın, kadınlar yaşasın !