Cumhuriyet Halk Partisi Manisa Milletvekili Dr. Tur Yıldız Biçer Anayasa Komisyonu’nda partisi adına konuştu.
CHP grubu adına söz alan Biçer, sık sık muhalefet partilerinin sözünün kesilmesinden dolayı sözlerine başlamadan önce Komisyon başkanına “sözlerimi kesmeyin!” uyarısında bulunarak başladı.
CHP’li Milletvekili Dr. Biçer Tarık Zafer Tunaya’nın kitabından bölümler okuyarak sözlerine başladı. Zaman zaman komisyon başkanının müdahale etmesine rağmen ısrarla konuşmasına devam eden CHP’li Biçer konuşmasında, FETÖ soruşturmasından tutuklu bulunan YSK üyelerine de değindi.
Biçer’in Anayasa Komisyonu’nda yaptığı konuşma şu şekilde;
“Tunaya, Paris’in Karnavale Müzesinde Fransız Devrimine ilişkin eşyaları ve belgeleri seyrederken gözleri salonun bir köşesine yerleştirilmiş küçük bir kitaba takılır. Altındaki etikette “1791 Anayasası” yazan bu kitaba ve etikete biraz daha dikkatle bakınca alt satırda, kendi ifadesiyle “beni dondurdu” dediği şu müthiş cümleyi okur: “İnsan derisi ile kaplanmıştır.”
Tunaya’yı etkileyen, küçük anayasa kitapçıklarının, özgürlük mücadelesinin hiç de bedava olmadığının böylesine derin ve çarpıcı bir ifadeyle anlatılmış oluşudur.
Bir iki satır sonrasında Tunaya’nın kendisi de ‘mücadeleye dair’ aynı ölçüde can alıcı bir cümle kurar: “Hürriyetsiz yaşamaktansa, Londra Kalesi’nin bir kişinin zor sığabileceği hücrelerinde, zalimlerin dünyasından nefret ederek, kalın duvarlara tırnakları ile siyasal vasiyetlerini yazanların savaşıdır bu… Hürriyetsiz yaşamaktansa, 1620’de Küçücük May Flower yelkenlisiyle Atlantiğin sonsuzluğuna atılmayı seçenlerin (Ada’dan Amerika’ya göçenleri kastediyor), uşak olmaktansa Magosa zindanında yaşamayı (Namık Kemalleri kastediyor) seçenlerin savaşı…”
Hoca’nın sözünü ettiği mücadelenin sonucudur, burjuvazinin (Kral ve Kilise’ye karşı mücadelesinde) hak ve özgürlükleri hem ‘sözleşmeye bağlamak’ istemesi hem de özgülükleri kâğıda dökmek ‘zorunda’ kalması. Bu nedenle anayasalar, insan derisiyle kaplıdır. Yüzyıllarca dökülen kanın, yitirilen canların, görülen işkencelerin, ‘söz’ olup bir kitapçığa sığmasıdır.
ANAYASALAR İNSAN DERİSİYLE KAPLI!
İnsanlık tarihinin aynı zamanda sınıfların tarihi olması, bir arada yaşamanın, siyasetin, devletin, hakların ve özgürlüklerin kurallarının yazıldığı anayasaları da kaçınılmaz olarak sınıfsal tarih içinden çıkarır. Aynı gerekçe, anayasaları “anayasal gelişme” tezleri içinde anlatmayı da peşine takar.
Bugün, “Cumhurbaşkanı” dilsel maskesi altında yapılan anayasa değişiklikleri, hangi madde önerisi okunursa okunsun, “cumhurbaşkanı hükümeti”ni bu da “rejim değişikliği”ni işaret ediyor. AKP/MHP koalisyonu ısrarla Anayasa’nın ilk üç maddesine dokunulmadığını söylese de görüşülmeye başlanan anayasa değişiklikleri yürürlükteki Anayasa’nın ilk üç maddesini dolaylı biçimde değiştiriyor.
Anayasa’nın ilk üç maddesinde yazılı hükümlerin “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez” olması, yalnızca bu hükümlerin sözcükleriyle bağlı değil; nitelikleriyle ve içeriğiyle de bağlıdır. Bu hükümlerin niteliklerini ve özünü dolaylı bir biçimde değiştiren ve işlevsizleştiren anayasal düzenlemeler de ilk üç maddeyi değiştirmiş sayılır.
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Cumhuriyet döneminin genel karakterine bakıldığında, anayasal gelişmelerimiz, teokratik saltanattan meşruti sisteme, oradan da laik cumhuriyete doğru bir çizgi izlemiştir”. Bu çizgiye, siyasi partiler, genel oy hakkı, içinden hükümet çıkaran parlamenter rejim ile toplumsal haklar ve özgürlükler eklediğinde, demokratik toplum düzenine ve laik cumhuriyete gelinir.
Oysa bugün, demokratik ve laik cumhuriyetten saltanata doğru tam “360 derecelik bir dönüş” başladı. TBMM, kendisini ve demokratik toplum düzenini reddedecek bir anayasa değişikliğini görüşmeye başladı; hem de Anayasa çiğneyerek, hukuksuz olarak…
Değişiklik önerilerine dil tuzağına düşülmeden bakıldığında ve Erdoğan’lı fiili durum dikkate alındığında, 1876 Anayasası’nın, egemenliğin Osmanlı ailesine, yasama ve yürütme yetkisinin padişaha ait olduğu düzenine koşut, adı “cumhurbaşkanı” olarak geçen bir durumla, “cumhurbaşkanı hükümeti” ile karşı karşıyayız.
Toplumu, hukuka, devlete ve siyasete uzak tutan; bu uzaklaşmayı, laikliği “dinsel özgürlük” tanımına sıkıştırıp yok ederek destekleyen devasa bir kaos, kriz, olağanüstü hal, cinayetler ve katliamlar düzeni içindeyiz. Bu düzen, değişiklik diye yeni anayasasını yapıyor, ikna yolları yaratıyor.
İnsan derisiyle; ama özgürlük, eşitlik, adalet ve sömürüsüz bir düzen uğruna, devrim uğruna mücadele eden insanlar yerine; hem bombalarla hem de iş cinayetleriyle kıyım kıyım kıyılan, yok edilen insanların derisiyle kaplı, halka meydan okuyan bir anayasa yapılıyor. Rejim değişikliğini, mevcut Anayasa’nın içine saklayan, “yeni anayasa”yı değişiklik diye satan bir anayasa yapılıyor.
Anayasa maddeleri yazılırken o kadar aceleye gelmiş, akıl, mantık o kadar devre dışı bırakılmış; âdeta yangından mal kaçırır gibi, sanki acilen üzeri örtülecek bir suç varmış gibi hazırlanmış bir taslak var önümüzde.
Örneğin, önerinin 8’nci maddesi, bir kimsenin ‘en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçileceğini’ hükme bağlıyor.
Önerinin 12’nci maddesi, Anayasa’nın 116’ncı maddesine dair. Madde, seçimlerin cumhurbaşkanınca yenilenmesini hükme bağlıyor. Biliyorsunuz Cumhuriyet tarihinde ilk kez 1 Kasım 2015 seçimleri bu yöntemle yapıldı. Şimdi deniyor ki: “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”
Türkçesi: Meclis her zaman, ‘basit çoğunlukla’ erken seçim kararı alabiliyordu. Yine aynı maddedeki değişikliğe göre artık bu kararı ‘beşte üç’ çoğunlukla alabilecek. Diyelim ki cumhurbaşkanı/başkan, ikinci kez seçildi ve artık onuncu yılını tamamlamak üzere. Tam o esnada, Allah’ın işi bu ya, erken seçim kararı alındı! Kişi, yeniden aday olabilecek ve bir kez daha seçilirse, süresi kendiliğinden 15 yıla çıkmış olacak!
Bu nedir şimdi? Bir maddesinde ‘en çok iki kez’ seçileceği, diğer maddesinde ‘iki defadan fazla da seçilebileceği’ öngörülmüş
Hadi buyur bakalım! Anlatabildim mi? Bunu nasıl tartışacağız peki? Nedir bu? Niteliksizlik mi? Uyanıklık mı? Bunun bir adı var mı?
DEMOKRASİ; SADECE SANDIKTAN İBARET ŞEKLİ BİR KAVRAM DEĞİLDİR!
Demokrasi; sadece sandıktan ibaret şekli bir kavram değildir. Siyasi hesap verilebilirlik, temsil, yürütmenin sınırlandırılması, siyasi medeni haklar, mülkiyet hakkı, azınlık hakları gibi kavramlar demokrasinin düzeyi belirler. Ülkenin ulusal gelirinin ekonomik zenginliğinin dağılımında eşitlik çok önemlidir. Servetin çok az bir kesimin elinde olduğu ülkemizde demokrasiden bahsetmek çok zor. Çünkü demokrasi her şeyden önce eşitlik demektir.
Ülkemizde demokrasinin şekli şartlarına uyularak seçimler yapılıyor. Ancak bunlar yarışmacı otoriter bir sistemde yapıldığı için seçimler adil ve özgür değil ne yazık ki. Çünkü bu sistemde muhalefet partilerinin daraltılmış ve kıstırılmış bir hareket alanı var. İki yerden kıstırılmış; birincisi, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı bulunmadığı için, siyasal faaliyetler yasal ama son derece sıkıntılı bir zeminde gerçekleşiyor. Yasak değil ama dolaylı olarak engellemelerle karşılaşıyorsunuz.
İkincisi; medya, basın özgürlüğü kuşatma altında. Özgür basından bahsetmek mümkün değil. Basın kontrol altına alınmış durumda. Dolayısıyla muhalefet olarak sesinizi duyurma araçlarından yoksunsunuz.
Yasalsınız, ama etkinlikleriniz çok dar bir alanda sınırlı Hukuk devleti değil adeta guguk devleti olduğu için hak aramaların önü kesilmiş durumda. Vatandaşlar için muhalefette olmanın cezası var. Maliye kapınızdaki ticaret hukuku, vergi hukuku rajimin bir parçası olmuş adeta; muhalefeti cezalandırma, yandaşları ödüllendirme aracı olmuş.
Bu koşullarda zemin adil ve demokratik bir zemin değil. Yarış adil koşullarda olmuyor. Basını, maliye ve devletin bütün araçlarını kullanan bir yapıyla gidilen seçimde adaletten ve demokrasiden elbette bahsedemeyiz.
SİYASAL İSLAMCI FAŞİZMİN İNSAN DERİSİYLE KAPLANACAK SÖZDE YASALARINI DAYATMAKTAN VAZGEÇİN!
Bugün Türkiye’de kurumsallaşmış kaç parti var. AKP kurumsallaşmış bir parti değil elbette. Lider merkezli, kişiselleşmiş iktidara paralel olarak oluşmuş bir yapı yalnızca.
Bu şartlarda yazılmış, bu sorunların ve soru işaretlerinin olduğu bir ortamda anayasa değişikliğini konuşuyor olmak başlı başına bir zul ve trajikomik bir durum aslında.
Diktatörlük, bölünmüş bir devlet ve kapımızda olan bir savaş. Gerçekten içinde bulunduğumuz kaostan çıkmamız için herkesin düşünmesi ve bir şeyler yapması gereken bir zamanı yaşıyoruz.
Siyasal İslamcı faşizmin İnsan derisiyle kaplanacak sözde yasalarını dayatmaktan vazgeçin!