ORHAN SARIBAL
CHP Bursa milletvekili
Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi
12 Eylül darbesi, emperyalizmin ve sermayenin çıkarları için gerçekleşmiş, mali sermayenin ve uluslararası tekellerin ihtiyaçlarına göre oluşturulan neoliberal politikalar Türkiye’de giriş kapısı bulmuştur.
12 Eylül darbesi sonrası süreçte Türkiye’nin önemli toplumsal dinamikleri darmadağın edilmiş; son derece sistemli ve planlı bir çabayla toplum her türlü otoriter/faşist rejim karşısında giderek örgütsüz, yani savunmasız bırakılmıştır. Cumhuriyet’in tüm temel kazanımları adım adım değersizleştirilmiş, içi boşaltılmış, her türlü saldırıya açık hale getirilmiştir.
24 Ocak milat olarak alındığında yapılacak bir tarih turu, AKP’nin siyasi/ ekonomik politikasının 12 Eylül darbesinin ürünü ve mirasçısı olduğunu ortaya koymaktadır. AKP tıpkı 12 Eylülcüler gibi, kendisinden önceki hükümetler gibi, IMF-Dünya Bankası patentli, emek karşıtı neoliberal politikaların yılmaz savunucusu ve uygulayıcısı olan bir partidir.
12 Eylül cuntası tarafından oluşturulan tüm hukuk kurum ve yasaları bugün AKP’nin elinde Demokles’in Kılıcı gibi emekçi halkımızın üzerinde sallanmaya devam etmektedir.
AKP 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ülkede OHAL ilan edip KHK’larla ülkeyi yöneterek 12 Eylül darbeci anlayışını sürdürmekte; toplumu kutuplaştırıcı bir siyasetle başkanlık sistemini inşa etmek için çalışmaktadır.
Emperyalist-kapitalist sistem eşitsizlik üzerine kuruludur
Varlık koşulu gereği eşitsizlik üreten emperyalist-kapitalist sistem, doğasının bir gereği olarak dünyayı her geçen gün daha fazla açlığa ve yoksulluğa mahkûm etmektedir. Günümüzde sömürülen ve sömüren sınıflar arasındaki uçurum tarihte görülmemiş bir hızla artarak görülmemiş bir büyüklüğe ulaşmıştır.
Dünyanın en zengin 62 kişisinin varlığı, dünya nüfusunun yarısının, yani 3,5 milyar insanın mal varlığına denk gelmektedir. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde 99’unun serveti dünyanın yüzde 1’ini oluşturan en zenginlerin servetlerine ulaşamamaktadır.
Dünyada 12 milyar insanı besleyecek kadar gıda üretildiği halde, dünyanın yarısı açlık sınırının altında beslenmekte; 800 milyon insan ise aç yaşamaktadır. Afrika ülkeleri ürettiği buğdayı, mısırı yakıt satın alabilmek için Avrupa’ya ve ABD’ye hayvan yemi olarak satmaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki insanlar günde iki kez et yiyebilsinler diye azgelişmiş ülkelerdeki yüz milyonlarca insan aç kalmaktadır.
Bölüşüm ilişkileri bozuluyor, eşitsizlik derinleşiyor
Emperyalist-kapitalist sisteme bağımlı azgelişmiş bir ülke olan Türkiye’de de eşitsizlikler ve yoksullaşma süreci derinleşmektedir.
Sermaye, milli gelir payının altında bir vergi payına sahipken, ücretli emek milli gelir payının iki katı oranında gelir vergisi payına sahiptir.
Ücretlilerin Gayri Safi Yurtiçi Hasıladan (GSYH) aldığı pay AB ülkelerinde yüzde 56 iken, bu oran Türkiye’de 2002 yılında bulunduğu yüzde 43 seviyesinden şimdi yüzde 32 düzeyine düşmüştür.
AKP iktidara geldiğinde, Türkiye’de en zengin yüzde 1’lik kesim toplam servetin yüzde 39,4’üne sahipken, geriye kalan yüzde 99’luk kesim toplam servetin yüzde 60,6 payına sahipti. 2014 yılında ise en zengin yüzde 1’lik kesim toplam servetin yüzde 54,3’üne ulaşırken; buna karşılık yüzde 99’luk kesimin payı yüzde 45,7’ye düşmüştür.
Yoksullaşma artıyor
Milli gelir büyüklükleri dolar bazında ifade edildiğinde karşımıza çok daha çarpıcı bir manzara çıkmaktadır. Milli gelirin 2014’teki döviz bazında hesaplanan büyüklüğü 799 milyar dolar idi. 2015 boyunca doların pahalılaşması sonucunda, 719 milyar dolara geriledi. Kişi başına baktığımızda ise, 10.404 dolardan, 9.266 dolara gerileyen kişi başına gelirle 1.200 dolara yakın “fakirleşmiş” olduk.
En Diptekilerin Sayısı İkiye Katlandı
2015 çok yoksullara yaramadı. 2014’te günlük 2,7 lira ve altında gelir elde edenlerin sayısı iki kat artarak 22 binden 44 bine çıktı.
Bütçeden kamu hizmetlerine ayrılan pay düşüyor
2002 bütçesinden genel kamu hizmetlerine ayrılan pay yüzde 42,3 iken, yıllar içinde hazırlanan bütçelerden kamu hizmetlerine ayrılan pay sürekli azaltıldı ve 2015’te yüzde 25’e kadar geriletildi. Kamu hizmetlerine merkezi bütçeden ayrılan payın belirgin bir şekilde gerilemesinin en önemli nedeni, kamu hizmetlerinde (özellikle eğitim ve sağlıkta) yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamalarıdır.
Dış borç stoku artıyor
Türkiye’nin dış borç stoku 2002 yılı sonunda 130 milyar dolar idi. 2016’nın altıncı ayı itibarıyla 421 milyar dolara ulaşmış, yani on iki buçuk sene içerisinde 3,2 katı artış göstermiştir.
Kişi başına milli gelir 2002 yılında 3.500, 2016 yılında ise tahmini 8.500 dolardır, yani bu dönemde 2,4 kat artmıştır. (Bunun bir nedeni TL’nin ABD Doları karşısında yaşadığı değer kaybıdır.)
Gıda fiyatları artıyor
2014 başından beri dünyada gıda fiyatları düşme eğiliminde olmasına karşılık Türkiye’de tam tersidir. Üstelik bundan en çok etkilenen orta ve dar gelirlilerdir; çünkü gelirlerinin büyük bir bölümü gıda harcamalarına gitmektedir.
Dış ticaret açığı artıyor
AKP iktidara geldiğinde, 2002 yılında 15 milyar dolar olan dış ticaret açığı, 2015 yılında 4 kat artarak 63 milyar dolara yükselmiştir.
Sonuç olarak belirtmek gerekirse; Cumhurbaşkanı 15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın büyük bir lütfu” olarak nitelemişti. Gerçekten olağan dönemde yapamadıklarını OHAL’in arkasına sığınarak yapan AKP-Saray rejimi, kendi iktidarını sürdürmek için ülkemizi kutuplaşma, dağılma ve çöküş sürecine sokmuştur.
AKP faşizmine karşı ilericiler, devrimciler, laikler, Atatürkçüler el ele verip anti-faşist cephe oluşturarak birlikte mücadele etmezsek, bu karanlık bizi boğacaktır. Ancak faşizme teslim olmayanlar karanlığı yırtmayı başarabilirler.
Son Güncelleme: 26.11.2016 12:42