TBMM Başkanı Mustafa Şentop, 27. dönem 4. yasama yılı açılışında şu ifadeleri kullandı:
Koronavirüs her alanda etkilerini gösterecek: Geçtiğimiz yılın son günlerinde Çin’de başlayan ve bütün dünyayı etkisi altına alan bir virüs salgınının, bu büyük değişim sürecine katalizör etkisi yaptığını, sadece nicelik bakımından sürecin hızını arttırmakla kalmayıp, aynı zamanda mahiyetini de değiştirmeye başladığını takip etmekteyiz. Koronavirüs salgını bundan böyle hayatın her alanında az veya çok etkilerini gösterecektir. Salgının, psikolojik, sosyolojik, siyasi, ekonomik, ticari, kültürel ve diğer birçok alanda etkilerini önümüzdeki dönemde yaşayarak göreceğiz.
BM iflas bayrağını çekmiş durumda: Bu tablo zaten uzun zamandır yapıları ve işlevleri tartışılan, üstlendikleri görevleri yerine getirmekten uzaklaşmış uluslararası kuruluşların durumunu tekrar ve yoğun bir şekilde dünyanın gündemine getirdi. Dünyada uluslararası hukukun uygulanmasını sağlamak, iş birliğini ve barışı hâkim kılmak için kurulmuş olan başta Birleşmiş Milletler olmak üzere birçok uluslararası kuruluş tam manasıyla iflas bayrağı çekmiş durumda. Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği ve yeniden yapılanma adı altında çalışma başlattığı bir gerçeklik haline gelmiştir. Ekonomik dengesizlikler, adaletsizlikler, sömürü, insana değer vermeyen kurumsal yaklaşımlar koronavirüs salgınıyla çok daha görünür hale gelmiştir. Böyle büyük değişim dönemlerinin, tarihin akışının hızlandığı dönüşüm dönemlerinin büyük sıkıntılar, riskler ve tehditler içerdiğini inkâr etmek mümkün değildir. Ancak böyle dönemlerin, bizim gibi, tecrübeli devletler; itikadlı, kararlı, iddialı milletler için, aynı zamanda, büyük imkanlar, fırsatlar sunduğunu da belirtmek gerekir.
TBMM büyük sorumluluk taşıyacak: Yüzyıl önce, uzun zaman tarihe istikamet veren büyük bir devletin inkıraza uğradığı bir dönemde, onlarca yıl süren savaşlar, göçler, yıkımlar ve kayıplarla ortaya çıkan bir enkazdan, büyük imkansızlıklarla hür ve tam bağımsız bir devlet var etmeye muvaffak olan aziz milletimizin ve ona öncülük eden bu yüce Meclisimizin, tarihin bu kavşak noktasında da büyük sorumluluklar taşıdığını ve taşıyacağını ifade etmek isterim.
Barış zemini: Türkiye uluslararası alanda, daima hukuktan, hakkaniyetten, adaletten, meşruiyetten yana olmuştur. Uluslararası hukuktan ve antlaşmalardan kaynaklanan haklarını ve yine aynı hassasiyetle meşru araçlar ve yöntemlerle aramaktan asla vazgeçmemiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki varlığını, sadece stratejik kaynaklar ve bunlar üzerindeki meşru hakları üzerinden tarif edemeyiz. Türkiye, kendi haklarını aradığı kadar, bu alanda ve sahada adil bir paylaşımın, hakça bir dağılımın olmazsa olmaz bir barış zemininde gerçekleşmesi için vardır. Emeği değil sömürüyü, hakkı değil zulmü, paylaşımı değil el koymayı alışkanlık haline getirenlerin bunu anlamasını zaten beklemiyoruz.
Sadaka ile yaşayan tetikçi ülkeler: Ağır ekonomik sorunlarla boğuşan ve Batının ianeleri ve sadakalarıyla yaşayan bazı küçük ülkelerin, tetikçi olarak kullanıldığına şahit oluyoruz. Bölgesel ihtilafları canlı tutmak, eski yaraları kanatmak için bu muhtaç ve basiretsiz ülkelerin yönetimleri istismar edilmektedir. Ayrıca, Batılı bazı devletlerin siyasi acentesi gibi hareket eden halklarını temsil etmeyen bir takım kukla devlet yönetimlerinin de dünya ve bölge barışı için tehdit teşkil eden tavırlarına da işaret etmek gerekir.
Azerbaycan’ın vatan savunması: 26 Eylül sabahı Ermenistan’ın yönettiği terör çeteleri eliyle kardeş Azerbaycan’a yönelik saldırılarıyla başlayan hadiselerden büyük bir üzüntü duyduğumuzu ifade etmek isterim. Türkiye bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da haklı davasında, vatan savunmasında Azerbaycan’ın yanındadır.
Ermenistan işgal ettiği topraklardan çıkmalı: Türkiye ve Azerbaycan, dünyada başka iki ülke arasında benzeri olmayan yakın bir ilişkiye sahiptir. “Tek millet iki devlet” prensibi, sadece bir slogan, sadece bir tarihi tespit değildir; aynı zamanda diplomasiden sahaya her alanda Türkiye Azerbaycan ilişkilerine istikamet veren yaşayan bir ilkedir. Ermenistan’ın bir an önce işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çıkmasının, komşularına saldıran ve bölge barışını tehdit eden bir ülke olarak hareket etmekten vazgeçmesinin zaruretini buradan bir kere daha ifade etmek isterim.
Türkiye farklı ve öncü: Türkiye, sadece çalışkan ve asil milleti, istisnaî konumu ve parlak tarihi sebebiyle değil, aynı zamanda köklü demokrasisinden dolayı da örnek bir ülkedir. 170 yılı aşkın seçim, 143 yıllık parlamento tarihi ve toplamda 90 yıla yaklaşan çok partili siyasi hayatı, Türkiye’yi farklı ve öncü kılmaktadır. Bu yüzden demokrasimizin değerini daha iyi kavramak, bize kattıklarını hakkıyla değerlendirmek zorundayız.
Türkiye’ye karşı bir suikast: Bu noktada demokrasimizin değeri üzerinde dururken, demokrasi dışı arayışları, özellikle şiddeti ve terörü siyasi bir yöntem sayan ve bu yolla şiddet ve terörü meşrulaştırmaya yönelen çarpık anlayışın içerdiği tehlikeye işaret etmeyi de elzem görüyorum. Gerekçesi, yöntemi ve şekli ne olursa olsun şiddet ve terör, demokrasimizin ve siyaset kurumunun en yıkıcı düşmanıdır. İçinde şiddetin ve terörün onaylanmasına dair niyet taşıyan her söylem, Türkiye’ye karşı bir suikasttır ve ortadan kaldırılmayı hak etmektedir.
Milli çıkarlara uygun hareket kararı: Tarihin bu önemli dönüm noktasında Türkiye, değişmiş, gerçekliğini kaybetmiş, artık varolmayan bir dünyanın yapay dengelerine değil, yeni şartların icabına ve sadece milli çıkarlarına uygun hareket etmek kararındadır. Bu yüzden, Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da ve bütün coğrafyalarda yegâne ölçümüz, milletimizin şerefini ve menfaatlerini, dünya barışını ve bütün insanlık için adaletin gerçekleşmesini esas alarak hareket etmektir.
El birliği çağrısı: Yüce Meclisimizin açılışının 100’üncü yıldönümünde milletimizin bizden beklentisi de, fikir ve telakki farklılıklarımıza rağmen bu yolda mutabakatla hareket etmemiz, millî çıkarlarımızın tahakkuku için elbirliği yapmamızdır. 100’üncü yılını idrak eden bu Yüce ve Gazi Meclisin her bir mensubunun bu beklentiye uygun davranacağına inanıyorum.