Dereli, anayasa değişikliği referandumunu da yorumlerken "Hakem olmak istediğinizde bir kulübün üyesi olamazsınız. Fenerbahçe Başkanı, Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetebilir mi? Kim inanır onun verdiği kararlara?" ifadesini kullandı.
Dereli'nin Cumhuriyet'ten Kemal Göktaş'a verdiği söyleşi şöyle:
- Spor camiasının içinden gelen birisi olarak bu olanları normal karşılıyor musunuz? Federasyon başkanlığına aday olan eski bir futbolcu ile hala oynayan başarılı iki futbolcu siyasi bir kampanyanın öncülüğünü yaptılar. Siz buna karşı “Hayır” diyen bir video yayınladınız. Onlar ‘hayır’ deselerdi tavrınız daha mı farklı olurdu?
Ben şöyle düşünüyorum, elbette insanlar kendi düşünceleriyle, iradeleriyle beyanatta bulunursa ona saygı duyarım ama ben o arkadaşların baskıyla böyle bir beyanda bulunma durumuna geldiklerini düşünüyorum. Kendilerini tanıdığım kadarıyla, bildiğim kadarıyla bu süreçte başkanlığa ‘Evet’ diyeceklerini tahmin etmiyorum. Ama baskıyla böyle söylemek zorunda hissediyorlar ne yazık ki.
- Rıdvan başlattı bunu. Bir baskı ile mi başlattı sizce?
Ben Rıdvan’ın ve diğer futbolcuları tanıdığım kadarıyla böyle bir süreçte Başkanlığa evet diyebileceklerini tahmin etmezdim ama...
- Nereden çıkarıyorsunuz? Siyasi görüşlerini mi biliyorsunuz?
Yeni şöyle ki, Rıdvan Dilmen Türkiye Futbol Federasyonu Başkanlığına (TFF) aday. Bunu da açıkladı kendisi. Yani bu süreçte çıkıp mevcut iktidara karşı bir açıklama yaparsa TFF Başkanı olabilir mi? Olma şansı yok. Onlara yakınlaşmak için yapmış, sempatisini kazanmak için yapmış olabilir. Kötü olan da bu. Yani hani, buradan bu Türkiye’nin geleceği ile ilgili böylesine önemli bir karar aşamasındayken, ‘ben bunu yapayım da birilerinin gözüne gireyim’ mantığı doğru değil. Bu ülkenin geleceği söz konusu.
- Arda ve Burak’ın ne gibi bir çıkarı olabilir. Arda çıkıp ‘Hayır’ dese ne olur ona?
Futbolda siyasetin etkisi yüzde yüze yakın hiçbir dönem bu kadar ki kadar siyaset futbola karışmamıştı. Hakem klasmanlarının belirlenmesi, futbol kulüplerinin teknik direktör belirlemesi ve futbolcu transferleri de dahil olmak üzere, siyasi olarak yapılıyor. Bu çok acı bir şey. Sonra deniyor ki, ‘Türkiye olimpiyatlarda neden başarılı olmuyor?’ Elbette olmaz. Hak eden hak ettiği yere gelmezse, bu kurgu ile nasıl başarılı olacak?
- Teknik direktör nasıl siyasete göre belirleniyor? Diyelim ki başarısız bir teknik direktör siyaset yoluyla iyi bir takımın başına gelebiliyor mu? Nasıl oluyor?
Şimdi Türkiye’de hakem klasmanının belirlenmesinde büyük bir oranda siyaset belirleyici. Orada bir sporcunun, hakemin siyasi görüşünün mevcut iktidarın karşısında olduğunu bilseler, onun hakemlik klasmanında atanmasına izin vermezler. Bugün liyakata göre değil, adamına göre, kendine yakınlığına, siyasi görüşüne göre oluşturuyor zaten Merkez Hakem yöneticileri. Onlar da ona göre yönlendiriyorlar. ‘Bu hakem olmasın, bu olsun…’ Tercihini o yönde kullanıyor. Zaten doğrusu yapılmış olsaydı bugüne kadar, 15 yıldır iktidarda olan AKP sürecinde hakemler bu kadar kötü performans göstermezdi. Neden gösteriyorlar? Çünkü hak eden hak ettiği yere gelmiyor.
- Peki, o zaman süper ligde maç yöneten hakemler iktidara yakın hakemler mi?
Çoğunluğu öyle, yani şöyle söyleyeyim: Zaten seslerini çıkaramıyorlar ve karşı olduklarını da söyleyemiyorlar. Öyleymiş gibi görünüyorlar. İçlerinde var öyle olmayan, onlar da öyleymiş gibi görünüyor.
- Sizin döneminizde de böyle miydi son zamanlarda mı farklılaştı?
Siyaset her zaman futbola müdahale etmiştir. Neden? Çünkü çok güçlü bir ekonomi var. Ve bu ekonomi toplumun futbola olan ilgisinden faydalanabilmek için siyasiler kendi istedikleri, benimsedikleri ve düşüncelerine yakın insanların önde olmasını istiyorlar. Benim dönemimde de öyle. İşte benim hakemliği bırakma sebebim. Benim Dünya Kupası’na gitme hakkım, elit kategoriye çıkmışken, UEFA tarafından beni aramışlarken, bu emeğimi çaldılar. Cüneyt Çakır’ı oraya koydular. Çakır kim? Onlara yakın bir insan...
- Ne oldu? Kısaca anlatır mısınız?
UEFA tarafından elit kategoriye yükseldiğim söylenmiş olmasına rağmen, siyasi baskılarla Futbol Federasyonu üzerinden UEFA’ya müdahale edilerek, benim adım silindi ve Cüneyt Çakır’ın adı yazıldı. Siyasi gücü olduğu için, TFF içinde siyasi bir ağırlığı olduğu için... Bugünkü siyasi iktidara karşı olan bir hakeme bunu yaptırabilir mi? Böyle bir güç var mı? Ben inanmıyorum. Bu çok zor bir şey. Olması mümkün değil. Gözlemci notlarımla, Türkiye’deki performansımla, Avrupa’daki performansımla oraya çıkmaya hak etmişken bana dediler ki; “ Bir dakika, sen olmayacaksın, Cüneyt çıkacak” ve Cüneyt çıktı.
- Takımların içerisinde politika nasıl işliyor? Bir futbolcunun, muhalifliğini göz önüne getirmesi bir dezavantaja dönüşüyor mu?
Elbette dönüşüyor. Yani çıkıp bir futbolcu öyle kolay mı iktidarı eleştirsin.
- Ne olur?
Takımda yer bulamaz.
- Diyelim ki Türkiye’nin çok önde gelen, milli, iyi bir oyuncusu olsa da mı takımda yer bulamaz?
Çok zor... Sen hiçbir futbolcunun bu süreçle ilgili ‘hayır’ açıklaması yaptığını duydun mu? Ben duymadım. Hayır demeyi düşünen futbolcular vardır ama söyleyemezler, ifade edemezler. Bırakın kamuoyuna, medyaya açıklamayı, kendi takımında, kampta, kulübünün içinde bile bunu açıklayamıyorlar ne yazı ki.
- Bir dönem Fethullah Gülen cemaatinin çok büyük etkisi vardı futbolda, değil mi? Onlar nasıl örgütlendiler?
Sistemli bir şekilde futbolcuları gruplar halinde sohbet toplantılarına götürüyorlardı. Anlatılan öyleydi. Ciddi anlamda da cemaat yapılanması, onun içerisinde vardı.
- Diyelim ki cemaatçi bir futbolcu, hakem onu koruyup kollayabilir miydi?
Bugün öğrendiklerimize ve gördüklerimize bakılırsa, neler neler yapıldığını görüyoruz. Yani Türkiye’de yaşanan olaylara baktığımızda…
- Şikenin başka türü olabilir mi orada?
Olabilir tabii…
- Somut duyduğunuz bir şey var mı?
Böyle yansıyan bir şey yok, duymadım ama…
- Futbolcularla ilgili bir cemaat soruşturması açtılar ya, 2 bin futbolcu araştırılıyor. Böyle bir ağırlığı vardı yani değil mi?
Tabii vardı, olmaz olur mu? O zaman bugünkü mevkililer cemaat ile kol kolaydı. Bir çok konuda da belirleyici oluyorlardı. Şimdi misal, Kuddusi Müftüoğlu Merkez Hakem Kurulu Başkanı iken görevden el çektirildi. Neden? Çünkü cemaat ile bağlantısı olduğu düşünülerek TFF onun istifa etmesini istedi. Görevden ayrıldı o da. Cüneyt Çakır’ın babası Serdar Çakır gözlemciyken el çektirildi. Şimdi ne olduysa, bilmiyorum. Sağdan soldan bir baktık tekrar geri döndürmüşler. Böyle enteresan işler de oluyor. Yani gerçekten cemaat ile mücadele edilmek isteniyor mu? O konuda da şüphelerimiz var.
- Futbolda da aynı kaygılar var yani.
Var tabii ki, olmaz mı? Şimdi Serdar Çakır, Cüneyt Çakır’ın babası. İnsanlar soruyor tabii, Cüneyt Çakır’ın buraya nasıl geldiğini. ‘Böyle anlıyoruz, görüyoruz’ diyorlar... Bu belirleyici olmamalı. Sporda, futbolda belirleyici olan performans olmalı. İnsanların siyasi görüşü, etnik kimliği, dini, dili, ırkı belirleyici olmamalı ama bunlar Türkiye’de ne yazık ki önemli oranda belirleyici olduğu için dünya sporunda yokuz. Oysa vardık. Benim hakemliğim döneminde Türkiye Dünya Kupası’nda çok önemli bir sonuç elde etti. Çok başarılı bir noktadaydı. Galatasaray Süper Kupa’yı kazandı. Ben o zamanlar o takımların maçını yönetiyordum. Türkiye liginde çok ciddi bir kalite vardı. Fenerbahçe Şampiyonlar liginde çeyrek final oynadı. Yani çok büyük başarılar elde edildi. U21 takımlarımız büyük başarılar elde etti. Ama şimdi bugün bakıyorsun Türkiye, ne yazık ki o başarıdan uzak. Siyaset belirliyorsa, hak eden hak ettiği yere gelmiyorsa başarılı olmaz. Mesela, Ahmet Çakar Fatih Terim’e topu attı. Fatih Terim topa girmedi, gördünüz mü? Niye? Çünkü Fatih Terim başarılarıyla orada duran bir isim.
- Topa girmemek cesaret istiyor yani değil mi?
İstiyor tabii… Keşke böyle olmasa, herkes görüşünü beyan etse rahatlıkla ama şansı yok. Ettiği gün görevden alırlar. Hadi bir tanesi yapsın, görevde kalabilir mi? Ne yazık ki Türkiye bu duruma geldi. Kötü olan da bu. Rıdvan Dilmen’e bakıyorsun, ‘Sporun içine siyaset girmemeli’ diyor bir kaç yıl önce, Fenerbahçe maçında başbakan protesto edilince. Şimdi çıkıp kendisi neler diyor.
- Herkesin bir siyasi görüşü var. Herkes ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ lehine görüş açıklayamaz mı?
Açıklaması lazım... Şu an görevde olan bir kişi ‘Hayır’ diyemiyor ama ‘Evet’ diyebiliyor. Kötü olan bu... Yani bütün spor camiası, bütün futbol camiası ‘Evet’ mi diyor? Hayır, içlerinde ‘Hayır’ diyecekler var. Ben biliyorum. Bunu bırakın kamuoyuna açıklamayı, kendi arkadaşlarına bile söyleyemiyor. Söylerse başına gelecekleri biliyor. Türk sporunun, Türk futbolunun hali bu. Ülkenin hali bu.
- Futbol deyince çok mağdur olan bir takım var. Amedspor, siz de gözlüyorsunuzdur. ‘Çocuklar ölmesin’ diye pankart açtıklarında ceza yiyorlar, gittikleri yerlerde taşlanıyorlar. Amedsporla ilgili gözleminiz ne? Futbol camiası bunu niye kaldıramıyor?
Spor, futbol birleştirici, buluşturucu bir organizasyon. Futbolun olduğu yerde böyle şeylerin olmaması lazım. Ayrıştırıcı dilin olmaması lazım. Ben mesela Diyarbakırspor’un çok sayıda maçını yönettim, İstanbul’daki stadlarda yaşanan olaylar gibi olaylar yaşamadım. Sahaya çıktığım zaman, tribüne çağırıp alkışlandığımı bir tek Diyarbakır’da yaptıklarını anımsıyorum. Oraya gittiğimde kendimi evimde gibi çok mutlu hissediyordum. Böyle bir saygı, sevgi üst düzeyde… Bizim Anadolu insanımızın kültüründe b var. İşte bunu kaybediyoruz
- Amedspor Batı’da başka bir şehre gittiğinde kötü tezahüratla karşılaşıyor. PKK ile özdeşleştiriyorlar. Bir de onu da aşarak Kürt olmaktan kaynaklı bir ayrıştırma yaşıyorlar.
İşte bu çok kötü bir durum.
- Federasyon falan da bir şey yapmıyor.
Federasyon bununla ilgili önlemleri, yaptırımları uygulamış olsa, duruma göre, yerine göre değil de haklıya haksıza göre davransa, gerekli cezaları verse böyle şeyler olmaz ki. Biz Türkiye’de yaşayan bütün renkler bir arada mutlu olmalıyız, bunu başarabilmeliyiz. Herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli. Ayrımcılık yapılırsa bu olmaz. Doğru bulmuyorum. UEFA’nın ve FIFA’nın en çok üzerinde durduğu şey ırkçılık ile mücadeledir. UEFA bu konuda en ağır cezaları verir taraftarlara, sporculara. Affetmez. Ama gel gelelim Türkiye’de bir şey yok. Hep popülist davranışlar. Çoğunluğun istediği gibi davranma...
- Aklıma şöyle manzaralar geliyor. 10 Ekim Gar katliamından sonra hayatını kaybedenlerle ilgili saygı duruşu ıslıklanmıştı. Bir de Hrant Dink cinayetinden sonra bazı taraftarlar beyaz bere takmıştı. Taraftarları besleyen şey ne orada? Futbol takımların yapısı kışkırtıyor mu biraz?
Elbette. Burada en önemli aktörler taraftarı yönlendiren kulüp yöneticileri. Kulüp yöneticilerinin ağzından çıkan her söylem tribüne katlanarak yansıyor. Yani bir yönetici ırkçı bir söylemde bulunuyorsa bin katı tribüne yansıyor. Yönetici “Ben şuna çok kızdım” dediğinde, adam tribünden bıçak atıyor. Burada yöneticilerin sorumlu davranması lazım. Bu ülkede sporun evrensel yön üzerinden toplum beslenebilmeli. Futbol çok yakından takip edilen bir spor. Gençlerin yüzde 50’si futbolla yatıp futbolla kalkıyor. Oysa futbolun dilini kullanmak önemli. Oysa ben o videoda futbolun dilini kullandığımda söylemiştim. Her şey çok net anlaşıldı. “Türkiye ofsayta düşürülmek isteniyor” dedim.
- Nasıl ofsayta düşürülmek isteniyor?
Bugün Türkiye’nin derdi, hevesi başkanlık sistemi mi? Bir kişiye Türkiye’nin tapusunu vererek nasıl mutlu olacağız, nasıl başarılı olacağız? Parlamenter sistemden kimin şikayeti var?
- Parlamenter sistem düzgün yürüyor mu Türkiye’de?
Neden yürümüyor? Başkanlığa yol açsın diye çalıştırılmıyor bu mekanizma. Çünkü bugün ülkeyi yöneten bu zihniyet Başkanlığın yolunu açmak için parlamentoyu çalışmaz hale getirdi. Ondan önce yürüyordu, Turgut Özal döneminde, Bülent Ecevit döneminde. Eksikler var mı, elbette vardır. Kazakistan’ı örnek vereyim. Kazakistan başkanlıktan parlamenter sisteme dönüyor şimdi. Parlamenter sistem halkın tamamına Meclis’te temsil hakkı veriyor. Başkanlık sistemi gelirse parlamentoda vekillerin çok söz hakkı kalmıyor. Başkanın iki dudağı arasında fesih yetkin var senin parlamentoyu. Halkın seçtiğini sen nasıl feshediyorsun? Halkın iradesi, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı rafa kalmış oluyor o zaman. Başka bir şey oluyor. O nedenle Türkiye ofsayta düşmüş oluyor.
- Bir takımın formasını giymiş hakem gibi mi olacak Cumhurbaşkanı?
Tabii öyle olacak... Bir futbol hakemi olmak istediğinizde bir kulübün üyesi olamazsınız. Bir kulübün üyesini hakem yapmazlar. Neden yapmazlar? Düşünsene, Fenerbahçe Başkanı Fenerbahçe – Galatasaray maçını yönetebilir mi? Kim inanır onun verdiği kararlara? Fenerbahçe hakkıyla bile kazansa derler ki “Ya adam Fenerbahçe Spor Klübü başkanı, ya da o kulübün üyesi”. Şimdi bir kulübün üyesi hakemlik yapamıyorsa, taraflı bir partinin üyesi bu ülkede nasıl başkanlık yapacak? Nasıl insanlar onun aldığı kararlara inanacaklar. Doğru bile olsa... Yani o kendisi açısından da bir risk. Objektif bile davranıyor olsa kimse inanmayacak. Adı üzerinde, taraflı üye bir başkan ülkeyi yönetecek. Böyle bir insan Türkiye’ye hakem olamaz. Taraflı, partili bir insan hakem olamaz. Bizim bir hakeme ihtiyacımız var. Hakem kimdir? Hakem futbol maçını oyun kurallarına göre yöneten, her iki takıma eşit, adil, adaletli davranan, hiçbir futbolcuyu birbirinden ayırmayan kişidir.
- Bu sistemde hakem kalkıyor?
Evet, hakemlik ortadan kalkıyor. Türkiye’nin bir hakeme ihtiyacı var. Türkiye’nin refahı, huzuru barışı için bir hakeme ihtiyacı var. Şimdi sen oraya geliyorsun, ‘bana yüzde 51 oy verildi’ diyorsun. E yüzde 49 ne olacak? E sen taraflısın üyesin yüzde 49 senin vatandaşın değil mi? Eşit, adil bir oranda yaklaşmak lazım ama bakın 15 yıldır yaşananlar ortada. Futboldan örnek verdim. Futbolda bile adil davranılmıyor ki ülkenin diğer yerlerinde adil davranılsın.
- Futboldaki bu adaletsizlik şampiyonların belirlenmesinde, küme düşmesinde çok etkili oluyor mu? Mesela kayrılma oluyor mu? Diyelim ki iktidarın güçlü olduğu şehrin takımı daha avantajlı oluyor mu?
Kesinlikle öyle. Bugün İstanbul Büyükşehir’in adı Başakşehir olarak değişti. Kulüp Başkanı Göksel Gümüşdağ kim? Emine Erdoğan’ın yakını diye biliyorum. Kulübün başkanıydı, şimdi Kulüpler Birliği Başkanı oldu. Yeteneğiyle mi geldi? Çok mu kabiliyetli? Dünya futbolunu takip ettiği için mi geldi? Hayır, siyaseten geldi. Yıldırım Demirören siyaseten geldi. Karşısına aday çıkabildi mi Federasyon Başkanlığı seçiminde? Haluk Ulusoy aday olmaya çalıştı, o hakkı bile vermediler. Yani ülke o duruma gelmiş. Şimdi sen siyasi olarak hep kendine yontacaksın, sonra ‘bu ülkede huzur olacak’ diyeceksin. Yani, hakemin kararına inanmıyor toplum. Hele bir de taraflı biri bu ülkenin başına gelirse o zaman hiç huzur olmayacak. Taraflı bir hakem bu maçı yönetemez. O maç bitmez. Taraflı bir hakemin yönettiği maç bitmez. O tribünde insanlar tepki koyar, tribünde olaylar olur. Oyunun kontrolünü kaybeder hakem. Siz bir apartmanda yaşıyorsunuz, çok başarılı bir yönetici var, Evinizin tapusunu verir misiniz? Niye kimse vermiyor evin tapusunu yöneticiye? Biz niye Türkiye’nin tapusunu bir kişiye verelim. Türkiye’nin aradığı bu değil.
- Evet – Hayır bir maç olarak düşünürsek….
Hayır kazanacak, ben buna inanıyorum. Ben Çankaya açısından değerlendirdiğimde, biz sandık güvenliği açısından tüm önlemleri almış bir örgütüz. Çankaya bu seçime hazır ve bugüne kadarki yakalanan başarının en büyüğünü bir daha yakalayacağız. Biz en son seçimlerde Haziran seçimleri dahil olmak üzere, rekor kırmıştık. Genel seçimlerde alınan en yüksek oyu almıştık. Bu referandumda en büyük başarıyı elde edeceğiz. Bu bir AKP, bir CHP seçimi değil ki. Bu başka bir şey. Bu Evet’le Hayır’ın, ülkenin geleceği ile ilgili bir sürecin yarıştığı bir nokta. O nedenle biz hayır çıkması için bunu toplumun her kesimine ulaşıp anlatmak zorundayız. Anlatmak yükümlülüğümüz var ve anlatacağız. Hazırız, tüm hazırlıklarımızı yaptık, Çok da iyi sonuçlar elde edeciğimizi düşünüyorum. Mesela sokakta, halkla iç içeyiz. Onlarla görüştüğümüzde hayır’ın önde olduğunu görüyoruz. Ben AKP’li seçmenlerle bir araya geldiğimde ‘biz hayır vereceğiz’ diyorlar. ‘Bu kadar da olmaz. Ne istediyse oldu. Başbakan oldu cumhurbaşkanı oldu, e daha ne yani, biz niye tüm yetkiyi ona verelim. Bu kadar da olmaz’ diyorlar. Tepkili yani AKP seçmeni.
- Hayırcı partilerin oyu normalde baktığımızda yüzde 38’i zor buluyor. Mecliste evet diyen partilerin oy oranı yüzde 60’ın üzerinde.
Bence öyle değil. Anket sonuçlarına da bakıldığında yüzde 58 hayır çıkıyor. Neden? MHP’nin içinden yüzde 80 hayır geleceği noktasında bizim de çok ciddi tespitlerimiz var. Bunu görüyoruz. AKP içinde de yüzde 15 civarı bir hayır geleceğini düşünüyoruz. O nedenle benim en ufak tereddüdüm yok hayır çıkacağından.
- Tayyip Erdoğan kampanya yaparsa sonuç değişir mi sizce?
Hayır çıktığı zaman Rıdvan’ı, Arda’yı, Burak’ı merak ediyorum. O zaman öyle bir U dönüşü yaparlar ki… Ben tanıyorum birçoğunu, hemen anında hepimizden çok hayırcı olurlar.
- Bir yandan da yazık değil mi? Bir çok insan hayran oldukları Rıdvan’a soğudular. Arda ile Burak aktif futbol oynayan genç insanlar. Bu kadar tartışmaların odağına girmeleri onlara bir haksızlık değil mi?
Haksızlık ama bunun kararını kendileri veriyorlar.
- Ama o baskıya herkes aynı güçte dayanamaz.
İşte dayanması lazım. Sen Arda olmuşsun, Barcelona’da futbol oynuyorsun, buna dikkat edeceksin. Benim de siyasi görüşüm vardı hakemlik hayatım boyunca. Ben bunu kamuoyuna açıklamadım. Ben Türkiye’nin Selçuk Dereli hocasıydım. Ama şimdi siyasetçiyim. Şimdi açıklarım görüşümü. Keşke Türkiye öyle bir duruma gelse ki evet nasıl diyebiliyorlarsa hayırcılar da diyebilsin, o zaman da sorun yok. Herkes rahatlıkla konuşabilse. Ama öyle olmayınca bir hakemin tutuğu takımı açıklaması gibi görülüyor. Bu hakem Fenerbahçeli olduğunu açıkladıktan sonra doğru karar da verse güvenmez kimse o karara. Arda ve Burak için zor tabii. Çok büyük tepki var. Ama onlar kıvraktır, kıvrak zekaları vardır. Rıdvan’a niye Şeytan deniyor? Çok kıvrak zekalı bir adamdır. Hemen U dönüşü yapar onu telafi etmeye çalışır. Tabii biz de bunu biliyoruz, toplum da bunu görüyor.
- Bir de şuna isyan etmişler. ‘Bizim Atatürkçülüğümüz sorgulanıyor, biz ‘evet’ diyoruz ama aynı zamanda Atatürk’ü de seviyoruz’ diyorlar.
Olabilir tabii. Ama şu da var. Kuruluşun ve kurtuluşun başında bulunan Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği prensipler çerçevesinde parlamenter sisteme geçildi. O zaman Türkiye’ye bunu getiren bu anlayışı çok seviyorlarsa, neden bugün karşısında yer alıyorlar?
- ‘Atatürk’ün de yetkileri çoktu’ deniliyor.
Atatürk bir cumhuriyet kuruyor. Türkiye her yönüyle büyük bir girdabın içerisine girmiş, bir Kurtuluş Savaşı vermiş. Bunu derleyip toparlamış, oradan da tek partili sistemden çok partili sisteme getirmiş bu süreci. Atatürk bu ülkede çok partili sistemi kapatıp da tek parti sistemi getirmiyor ki. Getirmiş olsa ona diyebiliriz. Sıfırdan alıyor tek partili sistemden çok partili sisteme getiriyor. Bugün bunu tek adamcılığa götürenlere evet diyorlar. O zaman çelişiyorlar. Atatürk’ü işi anlamamışlar o zaman.
- AKP’liler, CHP’nin başkanlığa bir daha iktidar olamayacağından korktuğu için karşı çıktığını savunuyor. Ama ‘çalışsalar olabilir’ diye de ekliyorlar. Diyelim ki refarandumdan evet çıktı ve başkanlığa geçildi. CHP’li bir aday başkan seçilebilir mi?
Ben bir defa ‘hayır’ın kazanacağına inanıyorum. Ama diyelim ki öyle bir şey oldu. Niye olmasın? Elbette CHP kuruluşun ve kurtuluşun partisi olarak bu ülkeye çok büyük katkıları olan, iddiaları olan bir partidir. Elbette olabilir
- Sadece yüzde 25 oyu varken nasıl olur?
Bugün öyle olabilir ama yarın da öyle olacak denemez. CHP daha önceki seçimlerde bunun daha yükseğinde oylar da aldı, Ecevit döneminde. Biz daha çok çalışarak bunu başarabiliriz.
- Referandumun ülkedeki gerilimi artırması sizi endişelendiriyor mu?
1978 Maraş katliamını yaşayan bir ailenin çocuğuyum ben. Babam Maraş’ın Döngele köyünde öğretmendi. Sünni bir köyde biz de Sünni bir ailenin çocuğuyuz. Ama benim babam TÖB-DER üyesi bir öğretmen ve devrimci bir insandı. Olaylar başladığında ben köyün meydanında cami duvarının üzerinde oturdum, kalabalığı izliyorum. 8 yaşındayım o zaman. Ben savaş çıktı diye düşündüm. Çünkü herkes eline tüfeğini, tabancasını, kazmasını alıp kamyona biniyor. Tanımadığımız insanlar da var. Ben de ‘babam da tabancasını, küreğini alıp savaşa gider’ diye düşünüyorum. Biraz sonra babam benim önümden geçti bakmadan. Hızlı adımlarla eve doğru gitti. Evimiz de yakın meydana. O sırada, her gün evine gidip geldiğimiz, amca dediğimiz Abdullah amca diye birisi ‘Ahmet hocayı kaçırmayın’ dedi. Ahmet hocayı kaçırmayın dediğinde anladım ki bu siyasi bir olay. Biz Ecevitçiydik, Ecevit’i seviyorduk. Çünkü evde hep konuşulan şey oydu. Anladım ki bu bir siyasi olay. Hemen eve gittim, ‘Baba’ dedim, ‘Abdullah amca böyle söyledi’ dedim. Babam ‘Biliyorum oğlum’ dedi. O sırada iki adam geldi. Babam hazırlık yapıyordu o sırada. Annem çanta filan hazırlıyor kaçmak için. İki kişi geldi evin arkasına çağırdılar. Babam abimin ve benim elimi tutarak onların yanına gitti. Oradaki kişiden biri dedi ki ‘Ahmet hoca burada işler iyi olmayacak. Sen eşinle çocuklarını bu arkadaşa ver, o alsın buradan kaçırsın. Sen de benimle geleceksin’ dedi. Babam da ‘Olur mu öyle şey’ dedi. ‘Ben çocuklarımı kimseyle göndermem’ dedi. Bunları kovdu. Bunlar gittiler bahçeye oturdular, bizim evi gözetlemeye başladılar. O sırada 4 kardeşiz, 2 tane bebek var annemin kucağında. Arabaya bindik. Tek kaçış yolumuz köyün meydanından geçiyor. Başka şansımız yok. Köy meydanına yavaş yavaş çıktık, önümüzü kestiler, arabayı tekmeleyeme, vurmaya başladılar. O sırada babam bilerek yaptığını zannediyordum ama sonradan öğrendim, heyecanla ayağını debriyajdan kaçırınca araba ileri doğru hareket etti, önündeki kalabalık azaldı, iki üç kişi kaldı. Babam onlara çarparak sürdü, kaçmaya başladık. Onlar kovaladılar, arabaya ateş ettiler ama yakalayamadılar. İyi bir arabamız vardı. Oradan kaçtık Andırın’a gittik, memleketimize, Maraş’ın ilçesine. Tabii evimizi paramparça ettiler. Çocukluk fotoğraflarımız bile yok. Babamın aklıyla, zekasıyla kurtulduk ama bu acıları, bu olayları yaşadık. Mersin’e gittik sonra. 78’den bu yana Mersin’deyiz. İşte istiyorum ki ben, Türkiye’de benim o yaşadığımı kimsenin çocuğu yaşamasın. Benim 4 yaşındaki oğlum Deniz benim o yaşadığımı yaşamasın. Türkiye ne yazık ki oraya doğru gidiyor. Daha kötüye gidiyor. 78’den daha iyi durumda değil Türkiye bugün.
- Bir iç kargaşadan mı endişe ediyorsunuz?
Evet, oraya doğru gidiyor. O yüzden Türkiye’nin bir hakeme ihtiyacı var. Derleyip toparlayan bir kişiye ihtiyacı var. Parlamenter sistemle devam eden bir yapı içinde cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığını yapsın, başbakan başbakanlığını yapsın. Parlamentoda toplumun tamamının söz hakkı olsun. Söz hakkı olmazsa nasıl huzur olacak? Sen söz hakkı vermezsen barış mı olur orada? Nasıl olur barış? İnsanları dinleyerek, doğru bulduklarını, o toplumsal duyarlılıklarını toplumun gözü önünde konuşup en doğrusunu bulmakla olur. Bizim ihtiyacımız olan bu. Türkiye’de eğer olay daha böyle kötüye doğru giderse bu 78’i ararız, ben söyleyeyim. Daha kötü şeyler olabilir.