İnce'nin mesajları özetle şöyle:
NAZIM'IN MÜFETTİŞE SÖZLERİ: Nazım Hikmet hapishanededir. Bir gün hapishaneye bir Adalet Bakanlığı müfettişi gelir, Nazım’ı müdürün odasına çağırtır. Ona otur demez ve ayakta bekletir. Bir süre sonra Nazım giderken geri döner, müfettişe der ki: “Ömer Hayyam’ı tanır mısın?” “Tabii tanırım, Ömer Hayyam’ı kim tanımaz.” der. “Peki, o anda İran’ı yöneten hükümdar kimdi?” der. “Bilmiyorum.” der. “Merak etme bir gün cezaevi müdürünü de Adalet Bakanlığı müfettişini de kimse hatırlamayacak ama Nazım Hikmet’i herkes hatırlayacak.” der.
20 YIL SONRA DA: Emin olun ki yirmi yıl sonra bugün Adalet Bakanının kim olduğunu da Komisyon Başkanının kim olduğu da kimsenin aklına gelmeyecek ama bu tutanaklarda Türkiye’nin nasıl bir belaya doğru sürüklendiğini görenler hatırlanacaklar. Ben o Meclisin tutanaklarını çok severim. , Meclisin ilk yıllarına gider, böyle, arada bakarım neler düşünmüş insanlar, kim ne olmuş diye. Yerel gazetelerde yazdığım yazıları toplarım, kitapçık hâline getiririm, 20’li yaşlarda ne düşünmüşüm, 50’li yaşlarda ne düşünüyorum, gelişimim, değişimim ne yönde olmuş, başkalaşmış mıyım, farklı mı düşünüyorum diye geçmişimi hep, sürekli kontrol altında tutarım.
SİZE GÖRE DAHA VİCDANLIYIZ: Ben çok objektif bir adamımdır. Zaman zaman ellerimin arasına başımı koyarım, ya, bu muhafazakârlar, bu sağcılar bizden daha mı entelektüel, bizden daha mı zekiler, bizden daha mı çok okuyorlar, bizden daha mı çok çalışkanlar diye objektif bir şekilde kendimi sorgularım, hakkını da veririm. Siz bizden çok oy alıyorsunuz, doğru bu, ne yazık ki on dört yıldır sizden fazla oy alamadık, sizi kutluyorum. Ama şunu gördüm ki biz size göre daha vicdanlıyız, emin olun bundan. Size göre kim daha zeki, kim daha bilgili, kim daha entelektüel, onu bilmiyorum, o tartışmalı, göreceli bir kavram. Ama size göre daha vicdanlı olduğumuz kesin.
BİR AN İÇİN BİZİM 316 VEKİLİMİZ OLSA: Bir an için Cumhuriyet Halk Partisinin 316 milletvekili olarak düşünün, bir an için; biz iktidarız, siz muhalefetsiniz. Böyle bir teklif gelse buraya, emin olun ki şu gruptaki arkadaşlarımdan birisi çıkar, der ki: “Bir dakika ya, bakanlıklar bizde, valilikler bizde, müsteşarlık bizde, Başbakanlık bizde, Meclis çoğunluğu bizde, 316 milletvekili, saray bizde, her şey bizde; belamızı arıyoruz ya? Her şey bizde.” Birisi çıkar, “Vermiyorum ben oy.” der. Bunlardan birisi kesin Muharrem İnce’dir de eminim ki bu arkadaşlarımın da pek çoğu, belki de hepsi buna karşı çıkacaklardır çünkü sol duruş bunu gerektirir.
GÜLDÜRMEYİN BİZİ YA ALLAHAŞKINA: Üzülüyorum size bazen. Yani hukuk tahsili yapmışsınız, ben fizik tahsili yaptım. Herhâlde hukuk tahsili yapan bir arkadaşım, bir sayın millet vekili benden çok daha iyi biliyor ki bu doğru değil, bu vicdani değil, bu evrensel değerlere uygun değil. Oy alabilirsin. “Millî ve yerli cumhurbaşkanlığı modeli”, arkadaşlar, güldürmeyin bizi ya, ne olursunuz güldürmeyin. Kravat yerli ve millî mi? Mecburi mi komisyonda kravat, hiç de mecburi değil. Genel Kurulda takıyoruz da burada mecburi değil.
GELMEZ BURAYA YATIRIMCI: Bakın, hepimiz kravatlıyız. Şu içtiğimiz çay ya, yüz sene önce dedelerimiz bu çayı içmedi bu topraklarda, 1940’tan sonra, Zihni Derin’den sonra bu topraklarda çay üretilmeye başlandı. Hangisi yerli ve millî? Evrensel değer diye bir şey var. Bu geçsin, hani “Zafer süngüyle kazanılır ama süngünün üstünde oturamazsın.” diyor ya ben size geleceği okuyayım mı, on sene sonrasını okuyayım mı? Diyelim ki bu, Genel Kuruldan geçti, millet de “Evet.” dedi, ya, sizi kim ciddiye alır, Avrupa’daki hangi yatırımcı sizi ciddiye alır? Gelmez buraya yatırımcı ya.
TEK ADAM HERŞEYİN BAŞKANI OLURSA: Tek adamın her şey olduğu; ordu başkanı, devlet başkanı, millet başkanı, yargı başkanı, yürütme başkanı, yasama başkanı, başkomutan; böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar? Hangi yatırımcı gelir buraya, hangi batılı ülke gelir buraya? Yani çok üzülüyorum buna. “Oyla yapıyoruz kardeşim.” doğru söylüyorsun kardeşim, oyla yapıyorsun. 1923’te Hitler bir yürüyüş yapar. Bu yürüyüş ten sonra Hitler’i kısa süreli bir hapse atarlar. Çok iyi cezaevi koşullarındadır. Üç dört ay hapiste yatar. Sonra dışarıya çıkar. İttifak kurar, merkez sağcılarla ittifak kurar. Bu ittifakından sonra başlar yavaş yavaş, iktidara gelir, generalleri tasfiye eder. İnşaat işine hız verir, otoyolları yapar. Radyolarda tartışma programlarını kaldırır, eğlence programlarını artırır. Sonra iktidara gelir ve beceriksizler ordusu vardır karşısında. O koalisyonların beceriksizliğini falan seyreder ve sonra der ki: “Kendisinin o ilk günlerinde aşağılanan, “Bohemyalı Onbaşı” diye aşağılanan o Hitler gitmiş, yerine bambaşka birisi gelmiştir ve dünyanın başını belaya sokmuştur.
ERDOĞAN'I SEVİYOR OLABİLİRSİNİZ...: Siz, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı çok seviyor olabilirsiniz, onun çok başarılı birisi olduğuna da inanabilirsiniz. Bu fanidir, fanidir. Yarın öldü, birisi gelecek yerine. Bu yetkileri nasıl verirsiniz arkadaşlar? Vaziyeti kurtarmak mı, memleketi kurtarmak mı? Milletvekilliğini kurtarabilirsiniz ama memleketi batırırsınız. Yapmayın, etmeyin bunu. Bu memlekete kıymayın efendiler. Yazık ederiz bu memlekete. Hiç kimseye bu yetki verilmemelidir, bana da bu yetki verilmemelidir, size de verilmemelidir. Bakın, bir iki örnek anlatacağım size: Az önce bir tanesini söylemiştim, Dersim Milletvekili Feridun Fikri Düşünsel diyor ki: “Gazi Paşa mevzubahis değildir. Milletin geleceğidir. Gazi Paşa’yla milletin gönlü arasında bir bağ vardır fakat buna rağmen çocuklarımızın geleceğini Gazi Paşa’ya veremeyiz.” 9 Mart 1924, Celal Nuri İleri, Gelibolu Milletvekili: “Israrla Amerikan başkanlık sisteminden kaçındık çünkü Amerikan başkanlık sistemi devletlerden oluşuyor. Amerikan başkanlık sisteminde, devletler bir araya gelmiş, bir büyük yapı oluşturmuşlar.” diyor.
PARÇALANARAK DEVLET OLABİLDİK: Biz parçalanarak devlet olduk. Osmanlı’dan 20’nin üzerinde devlet çıktı. Mantık aynı mantık değil. Sivil toplum gelişmemiş, lobi faaliyeti yok, parti aidiyeti yüksek bizde. Adam kendini iliklerindeki son damlaya kadar AK PARTİ’li hissediyor. Amerika’da hiç kimse kendisini iliklerine kadar Demokrat Partili, iliklerine kadar cumhuriyetçi hissetmiyor, adam nefret ediyor AK PARTİ’den, iliklerine kadar kendini Cumhuriyet Halk Partili hissediyor. Parti aidiyeti çok yüksek. Yazık ederiz bu memlekete değerli arkadaşlarım. Bakın, nedir, yani olmayan, size engel olan ne?
BUGÜN ÇÖZÜM İÇİN SİZE ENGEL OLAN NE? Bakın, bugün 30 civarında şehidimiz olduğu söyleniyor. Yani bunu çözeceksiniz siz de, başkanlık gelince, bu Cumhurbaşkanlığı sistemi gelince çözeceksiniz de şimdi çözememeniz için size engel olan bir şey olması lazım. Ne engel size? Yani Genelkurmay Başkanı mı engel? “Açılışa gel.” diyorsun, geliyor. “Nikâh şahitliğine gel.” 8 şehidin olduğu gün atlıyor helikoptere geliyor. “Yenikapı’ya gel.” geliyor. Önceden albaylardı yaver, albaylar FETÖ’cü çıkınca şimdi orgeneralden yaver yaptınız. Bu mu yapı? “Çay top lamaya gel.” geliyor. Hepsini yapıyor. Peki, muhalefet mi engel? Sayısal bir çoğunluğunuz var, ezici bir üstünlüğünüz var, 316. Kaldır ellerini oylayalım, geçiyorsun zaten. Valiler mi engel? Binali Yıldırım mı engel? Engel oluyorsa Davutoğlu’nu gönderirsin , “Bin Ali, in Ali, dur Ali.” Geçersin, öbürünü getirirsin. Yani engel olan ne? Yani ne olacak şimdi, siz bu sistemi getirdiğinizde şimdikinden ne farkı olacak? Bunu neden bir anayasal kılıfa büründürüyorsunuz? Sayın Şentop, Sayın Başkan, hukuk tahsili yapmış, bu konuda çok mürekkep yalamış birisi olarak vicdanınızın rahat olmadığını düşünüyorum, olmaması gerektiğin düşünüyorum, “Ama ne yapalım ki şartlar böyle.” dediğinizi düşünüyorum. Bakın arkadaşlar, Cumhurbaşkanı yüzde 51’le seçilecek, yüzde 51. Her şey olacak 51’le. Peki, Mecliste 301 yani yüzde 51 hiçbir şey olamayacak. Yüzde 51’le seçildi, her şey olacak ama Meclisteki 301 milletvekili hiçbir işe yaramayacak. Yüzde 92’yle seçildi 82 Anayasası, aldı kaçtı Anayasası. Meşruiyet buldu mu, vicdanlarda buldu mu? Bulmadı. Diyelim ki bu da yüzde 52’yle geçti. Ya, yüzde 92’yle meşruiyet bulmayan, gönüllerde yer etmeyen bir anayasa yüzde 52’yle nasıl olacak?
FREN YOK, KİM DURDURACAK?: Fren mekanizması nerede? Kim durduracak? Anayasa’nın 7, 8, 9’uncu maddeleri ortada. “Yasama yetkisi T ürkiye Büyük Millet Meclisine aittir, millet adına yapılır.” Bu yetkiyi devredemeyiz. Devrediyoruz bu yetkiyi. “Yargı yetkisi bağımsız mahkemelere aittir, Türk milleti adına yapılır.” Bu yetkiyi devredemeyiz, devrediyoruz bu yetkiyi. Yargı yetkisi bağımsız mahkemelere aittir, Türk milleti adına yapılır, bu yetkiyi devrediyoruz. Yürütme yetkisi Türk milleti adına yapılmaz, yürütme yetkisi Anayasa ve yasalara uyarak yapılır. Yürütme yetkisinin gücünü kullanarak yargıyı da yasamayı da bitiriyorsunuz. Bakın, değerli milletvekilleri, yani bu Hitler’in yaptığı modelin aynısı, sahadaki küçük partileri tek tek bünyesine almış, tek tek. Ben bu filmi seyrettim dedim ya. Numan Kurtulmuş kapat Has Partiyi gel buraya, Süleyman Soylu kapat Has Partiyi gel buraya. Sırada kim var merak ediyorum, bilemiyorum, Erkan Mumcu… Böyle bir sistem doğru değil, memleketi bir felakete sürüklüyorsunuz. İki takım maç yapacak, hakem takımın birisinin formasını giyecek, böyle bir şey olabilir mi? Biz sizinle yarışacağız. Şimdi, bir partinin başkanı olacak ve Cumhurbaşkanı olacak, laf söyleyecek meydanda, ben ona cevap verince sizden bir milletvekili çıkacak “Devletin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanına laf söyleyemezsin.” Yok ya, var mı böyle bir şey? Böyle bir şey var mı? Bağımsız olur, tarafsız olur.
ANAYASA'DA TARAFSIZLIK ÜÇ YERDE KULLANILMIŞ: Anayasa’da tarafsızlık üç yerde kullanılmış, iki kez Cumhurbaşkanı için kullanılmış, bir kez de TRT için kullanılmış. İşte, TRT’nin tarafsızlığı neyse bu Cumhurbaşkanının tarafsızlığı da odur değerli arkadaşlarım. Ne olursunuz sayın milletvekilleri, bu topraklar mutlakıyet gördü, bu topraklar meşrutiyet gördü, bu topraklar cumhuriyet gördü, ben hepinizi ciddiyet görmeye davet ediyorum; ciddi olalım biraz ya. Ben burada hiçbir… Bak, buradan enkaz çıkar, buradan emin olun ki felaket çıkar, buradan savaş çıkar. Bakın, bir şey söyleyeceğim size, halkın o günlük konuşmalarında geçen sözler var ya, o pek çok profesörün o kitaplarından daha da değerlidir biliyor musunuz, bir bakarsınız o, böyle, yaşanarak görülmüştür. Yani “Kediyi bile sıkıştırırsanız üstünüze atlar.” diye bir laf var. Ya, böyle bir şey olabilir mi? Yasama yok, yürütme yok, yargı yok, medya yok, sivil toplum yok, fren yok, Anayasa Mahkemesi yok, hiçbir şey yok. Ne olacak? Ya, yer altına indirirsiniz insanları, darbeye teşvik edersiniz. Bu millet darbelerden çekmiş, daha başımıza yeni geldi bir tane. Darbe yaptırırsınız bu ülkede, darbe yaptırırsınız, onun da meşru bir zeminini hazırlar darbe yapmak isteyenler. Bu memleketin başına belaya sokarsınız sayın milletvekilleri.
FRANSA ANAYASASINI TAM 82 YILDA YAPTI: Bakın, devam edeyim, neden acele ediyoruz? Siz, Sayın Haydar Ali Yıldız, Fransa’dan örnek verdiniz. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Fransa Anayasa’sını kaç yılda yaptı biliyor musunuz? Seksen iki yılda yaptı, seksen iki yılda yaptı. Bizim gibi sekiz saatte, yok, dün 145 sayfa konuşuldu, bunlar değil değerli arkadaşlarım. Şimdi, bakın, adına “başkanlık” demediniz, cumhurbaşkanlığı sistemi. Niye? Utandınız, utandınız yani böyle bir başkanlık modeli olmadığı için siz de buna… Başkanlık kendi içinde tutarlıdır, güçler ayrılığı vardır. Amerikan sistemini iyi incelediğimi düşünüyorum. Amerika’daki Yüksek Mahkeme Başkanının saygınlığı Trump’tan daha yüksektir, daha saygındır. O kadar farklıdır ki yani Capitol’de içeriye girerken “X-ray cihazından geçeceksin.” dediler, “Bir dakika, Amerikalı senatörlere ne uyguluyorsanız bana da aynısı uygularsınız.” dedim. Baktım, Amerikalı senatöre de aynısını uyguluyorlar, “Problem yok, geçeriz.” dedim. Daha saygındır orada yargının başkanı. Türkiye’de böyle bir saygınlığı var mıdır? Çay toplayan yargının böyle bir saygınlığı var mıdır? Efendim, “Cumhuriyet kurulduğunda, Meclis 1920’de açıldığında, 1921’de itibaren 1924’te de güçler birliği vardı, onu niye ihmal ediyorsun?” Öyle değildi, orada güçler birliği vardı ama Meclis her şeydi, Meclis. Meclis hükûmetiydi, Meclis her şeydi. Siz burada kişiyi her şey yapıyorsunuz. Oradaki Meclisin her şey olmasıyla güçler birliği olması buradaki kişiyi her şey yaparak güçler birliği olması aynı şey değildir sayın milletvekilleri yani kuruluştakinden farklı. Değerli arkadaşlarım, kanun yapacak, yönetmelik çıkaracak, yorumlayacak. Ya, şurayı anlayamadım: Uluslararası politika, ekonomik alanlarda falan Meclise mesaj verecek; “Bilgi verecek, yön verecek.” değil, mesaj verecek. Ya, bu ne üst perdeden bir bakıştır. Ne demek mesaj vermek, ayar vermek gibi bir şey midir bu? Ayar mı verecek bize yani? Bu nasıl bir şeydir ya? Bunu kim metne yazdı? Yani, ne zannediyor kendini? Ben halkın oylarıyla buraya seçilmiş, gelmişim, Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisine mesaj verece kmiş. Kınıyorum bunu yazanı. Ne demek mesaj verecek? Ben oradan ”Ayar verecek”i anlıyorum. Böyle bir şey olamaz. Bilgi verir, verse verse bilgi verir yani böyle bir mantık olabilir mi? Bakın, güvenoyu yok, gensoru yok, sözlü soru yok, bütçe yok arkadaşlar, bütçe.
BÜTÇE YETKİSİNİ BİLE ALIYORSUNUZ: Ya, bizim burada varlık nedenimiz, bir tek varlık nedenimiz var, biliyor musunuz, bir tek. Bana “Bütün bu yapılanların içinde yüzde 51 neyi yazarsın?” dersen bütçeyi yazarım, bütçeyi. Bu milletin parasını, vergisini nasıl toplayacağımızı, nasıl harcanacağını, Büyük Millet Meclisi adına denetleyen kurum Sayıştaydır, Büyük Millet Meclisinin de en asli görevi bütçe yapmaktır, bütçe. Alıyorsunuz bu yetkiyi. Kendi ayağına kurşun sıkan, dünya siyaset tarihinde Sayın Binali Yıldırım gibi bir Başbakan, ke ndi ayağına kurşun sıkan böyle milletvekilliği de inanın ki dünya siyaset tarihinde yoktur. Bütçe yetkisini nasıl alabilirsiniz? On beş gün süre yok. Gönderdin, bekle yavrum bekle; iki sene, üç sene bekletir Cumhurbaşkanı. Böyle bir keyfiyet olabilir mi? Vergi koyabilir, vergi. Şimdi, en garip işlerden birisi şu: “Millet iradesi” lafını hiç ağzınızdan düşürmezsiniz, hiç düşürmezsiniz bunu. Cumhurbaşkanının yardımcısı, seçimle gelmiş birisi değil. E, ne olacak? Yurt dışına gitti, bir memur, Türkiye Cumhuriyetini yönetecek, atanmış bir kişi. Böyle bir şey olabilir mi? Banker Bilo’ya dönersiniz; Türkiye Cumhuriyeti, Banker Bilo’ya döner. Vallahi, yurt dışına gittiğinde, memur, kasaları boşaltırsa şaşırmayın. Nasıl olsa yetki de var. Böyle bir şey olamaz. Yani, siz içinize nasıl sindirirsiniz bunu? Yetkinin, Cumhurbaşkanına vekâlet edecek makamın Meclis Başkanı değil de atanmış bir memur olmasını nasıl içinize sindirebilirsiniz? Ben bunu sindiremiyorum. Ben de bu Meclisin bir üyesiyim, sizler de bu Meclisin bir üyesisiniz değerli arkadaşlarım. Yani, üst perdeden yaklaşımlar, burada, işte Meclis Başkanına bırakılmayan yetkinin bir memura bırakılması, millî iradeyi falan zaten kökünden sarsıyor. Bakanlar sekreter burada.
MHP'Lİ ARKADAŞLAR, BÖYLE YALAN BİR METİN OLUR MU?: MHP’li arkadaşlara da sesleniyorum, şunu söylüyorum: Yani, ilk 4 maddeyi değiştirmek burada artık o kadar kolay ki. Yani, burada neresinde bir MHP ayarı verilmiş buraya, neresine bir ortaklık konmuş, doğrusu bunu çok merak ediyorum. Mesela, yine, yemin metninin aynı kalması… Ya, böyle bir yalan metin olur mu? Partinin başı olacak, tarafsızlığı üzerine yemin edecek, böyle bir şey olabilir mi ya? Aklımızla dalga mı geçiyorsunuz ya? Ya, gelecek, kongrede partinin başkanı olacak, gelecek, tarafsızlığı üzerine yemin edecek, biz de bu yemini yiyeceğiz, öyle mi? Çocukları şekerle, büyükleri yeminle kandırırlar ya, biz de buna inanacağız öyle mi? Ya, gerçekten yani az buçuk kitap okuyan birisi, az buçuk böyle bir şeyler bilen birisinin bunlara inanmaması lazım değerli arkadaşlarım. Yine, partiler niye aday gösteremiyordu önceden? Tarafsızlığına zeval gelmesin diye. Şimdi, partili olarak çıkacak. Bu, doğuştan Türk vatandaşı olmayı, bu filmi bu Meclis 1920’lerden sonra gördü zaten. Yani, Mustafa Kemal Atatürk, Misakımilî sınırları dışında doğduğu için, Selanikli olduğu için önerge verirler, isimleri de bellidir orada, tutanaklarda -torunları vardır belki şimdi, söylemeyelim- derler ki, o ilde beş yıl ikamet etme şartı getirirler. Atatürk’ün yakın arkadaşları sinirlenir. “Sakin olun der.” Atatürk, kürsüye çıkar, der ki: “Ben hayatımın hiçbir bölümünde beş yıl bir ilde yaşamadım ki. Oradan oraya, Selanik’ten Üsküp’e, oradan Trablusgarp’a, oradan Çanakkale’ye, ben hayatım boyunca her tarafı gezdim.” der ve alkışlarla bu önerge reddedilir. Doğuştan Türk vatandaşı olma, gerçekten çok ilginç bu. Herhâlde bunu Türkiye’de göçmenlere çok iyi anlatırsınız diye düşünüyorum ben. Bir de 1’e 400 oranı. Yani, 400 milletvekilini bir teraziye yok, öbür kefeye 1 kişiyi koy, 400 tanesi bir tane yapıyor.
24 SAAT MEYDAN MEYDAN DOLAŞACAĞIM: Savaş yetkisi veriyorsunuz ya, savaş yetkisi. Atatürk, dokuzu beş gece, 10 Kasımda gözlerini kapadığında, yaveri yan odaya gidip intihar etti, kafasına sıktı, sırlarıyla birlikte gitmek için. Bizim Cumhurbaşkanının 5 yaverinden 4’ü FETÖ’cü çıktı, ona ömür boyu başkomutanlık yetkisi vereceğiz. Yok böyle bir şey ya, yok böyle bir şey arkadaşlar. Bunu vermeyeceğiz, bu millet vermeyecek. Yirmi dört saat gezip bunu anlatacağız bu millete ama buraya gelmesin, siz de vermeyin, siz de elinizi vicdanınıza koyun, olmasın bu iş. Atatürk’e başkomutanlık yetkisini üç ay, üç ay verdiler. “Öyle yok, öyle yağma yok. Sana veremeyiz bu yetkiyi.” dedi milletvekilleri. Kurucu Devlet Başkanına bu yetki verilmedi, bugün ne yazık ki bunu vermeye çalışıyorsunuz. Bakın, yasalarla düzenlenen konuda kararname çıkaramazmış. Kim dedi çıkaramaz diye? “Anayasa’yı tanımıyorum, kararlarını tanımıyorum, sayg ı da duymuyorum.” dedi mi? Anayasa’yı tanımayan, yasa mı tanır? “Seninle ilgili yasa çıkarıyorum. Hırsızlık suç olmaktan çıkarılmıştır.” Kararname. “Olmaz.” demeyin. Ben bu ülkede “Olmaz.” denilen çok şeyi gördüm.
FİİLİ DURUM MESELESİNE GELİNCE: Şimdi, bakın, bu fiilî durum meselesi… Hırsızlık bir suçtur; sen bilirsin, bilmezsin hırsızlığın suç olduğunu, hırsızlık yaptığın zaman cezası bellidir, bunu yaparsın. Biz şimdi diyoruz ki: “Ya, hırsızlık tamam da ne yapalım, bu alışkanlık hâline gelmiş. Bunu suç olmaktan çıkaralım.” İnsan öldürme k suçtur, cezası vardır. “Ya, ne yapalım şimdi? Arkadaşımız insan öldürmekten çok hoşlanıyor. O zaman, insan öldürmeyi suç olmaktan çıkaralım, bunun cezasını ortadan kaldıralım.” Bizim Cumhurbaşkanımız Anayasa’yı ihlal etmeyi alışkanlık hâline getirmiş. “Tanımıyorum, saygı da duymuyorum.” Ortada bir fiilî durum vardır. Fiilî durum varsa, Anayasa’yı çiğnemişse anayasal kurumlar devreye girer, hukuk devleti böyle olur. Anayasa Mahkemesi ne güne duruyor orada? “Dur bir dakika, sen çiğneyemezsin bunu.” diyecek, gereğini yapacak, Yargıtay cumhuriyet başsavcısı devreye girecek, hukuk devleti böyle olur. Bana da uydursanız ya bir şeyler arkadaşlar. Beni de millet seçti, beni de Yalovalılar seçti, benim de hoşuma giden bazı şeyler var. Fiilî durum yaratayım birkaç t ane mesela, benim için de bir yasal değişiklik yapın. Böyle bir mantık doğru değildir değerli arkadaşlarım. Kendisini bu kadar değersizleştiren bir yapı olabilir mi ya, kendisini bu kadar küçülten? Bu saatten sonra bu geçerse, ya milletvekilliği ile İçeren köy azası olmak, muhtarın yanında aza olmak arasında hiçbir fark yoktur. Hiçbir millî eğitim müdürü sizin telefonunuza çıkmaz. Niye çıksın ki senin telefonuna, niye çıksın? Ne yapacaksın yani sen ona? Niye çıksın ki sana? Bizimkilere zaten çıkmıyorlar da siz de böyle olacaksınız, hiçbir değeriniz olmayacak. Yani, ben sözlü soru soramayacağım ama seçim bölgeme gittiğimde vatandaş bana soru soracak öyle mi, öyle yağma var mı? Vatandaş bana soracak, ben gelip Mecliste Bakana soracağım. Ben bakana soramıyorsam, vatandaş da bana soramayacak, bunu anlatacağız insanlara. Bak, senin hakkını alıyor diyeceğiz, senin. Dokunulmazlık, milletvekiline verilen bir hak değildir; dokunulmazlık, seçmene verilen bir haktır, seçmene şu denmektedir orada: “Sen bunu seç, korkma. Bu gelsin, özgürce düşüncelerini anlatsın.” Ona verilen bir haktır, böyle anlaşılır bu işler. Yani, biz de bunu vatandaşa anlatacağız, senin hakkını çalıyorlar diyeceğiz. Sen bana soru soramayacaksın artık. “Niye soramayacağım?” diyecek. E, ben bakana soram ayacağım, sen de bana soramayacaksın. Öyle yağma var mı? Sen hem “evet” oyu vereceksin, hem benden hesap soracaksın ama ben bakana, Cumhurbaşkanına hesap soramayacağım. Böyle bir ballı kaymaklı iş yok. Bunun geçmeyeceğine inanıyorum.
SİZE YARDIMCI OLMAK İSTİYORUZ: Bakın, değerli arkadaşlarım, ülkemizin başı belada. Biz size yardımcı olmak istiyoruz. Tabii ki muhalefet olarak hem denetlemek hem yardımcı olmak gibi bir görevimiz var, hele hele terör konusunda. “Yenikapı’ya gel.” E gelelim kardeşim. “E gel, kırmızı kravat tak, mesaj verelim .” E verelim. “E işte, saraya gel.” E gelelim. Ya, siz hep mutabakat arıyorsunuz da siz 1919’dan beri olan mutabakatlarımızı yıkıyorsunuz ya, bir kalemde siliyorsunuz. Bakın, 22 Haziran 1919’du bunun başlangıcı, Amasya Genelgesi’dir. “1) İstanbul Hükûmeti görevini yapamamaktadır. 2) Vatanın ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. 3) Vatanın ve milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır.” diyor, milletin azim ve kararlılığı. Millet iradesinden, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindi.” sözünün başlangıç yeri, ruhu, kaynağı, merkezi orasıdır. Bunu yok ediyorsunuz, yüz yıllık uzlaşmamızı bitiriyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bu yaptıklarınız ne yazık ki doğru değildir ve yaparken de fütursuzca yapıyorsunuz. Yani, mesela, tutuk lu kaymakamı vali yardımcısı olarak atıyorsunuz. Sözde, devleti temsil ediyorsunuz, FETÖ’cülerden ayıklıyorsunuz devleti; bir bakıyorsunuz, tutuklu kaymakamı vali yardımcısı olarak atamışsınız, şehit astsubayı ihraç etmişsiniz, ölen hâkimi ihraç etmişsiniz, darbeyi enişteden öğrenmişsiniz, turist duasına çıkan turizmci yetiştirmişsiniz, domates için cenaze namazı kıldırmışsınız. Yani, şöyle bir şey var, diyor ki Millî Eğitim Bakanı; komik ya, gülüyorum yani böyle, bu kadar, böyle ciddiyetten uzak: “Sınava f en liseleri girseydi 3’üncü olurduk PISA sınavlarında ama meslek liseleri girdiği için sonuncu olduk.” Ya kardeşim, o zaman fen lisesi aç. Niye her tarafı imam -hatip yaptın? Madem fen liseleri girince üçüncü olacaktık, fen lisesi aç. Dalga mı geçiyorsun yani bizim aklımızla? IMF’ye borç veriyorduk bir zamanlar, tulumbada su yokmuş meğer. Buraya geldik yani Türkiye’nin geldiği nokta bu. Bakın, 6 Mart 2015, Sayın Cumhurbaşkanı “Dolar 2,59, dolara yatırım yapan yaya kalır.” diyor. Yaya kalmamış, 1 lira artmış. Demek ki dinleseydi yaya kalacaktı, dinlemezse yaya kalmayacak.
MAAŞTAN FERAGAT TEKLİFİ BİLE BURADA DAHA CİDDİ TARTIŞILIR: Bir şey söyleyeceğim size arkadaşlar ya: Şu anda bir teklif versek, desek ki: Maaşlarımızın yarısından feragat edelim; vallahi, çok daha ciddi tartışmalar olur burada. Cumhuriyetten fedakârlık ediyoruz, cumhuriyetin tamamını veriyoruz biz; bırak öyle maaşın yarısın falan, cumhuriyetin tamamını veriyoruz, bir kişinin iki dudağının arasına koyuyoruz bunları. Bu, bugün Recep Tayyip Erdoğan’dır, yarın başkasıdır, o bir fanidir yani üç sene, beş se ne, on sene, yirmi sene, neyse, başkası gelecek, ona da verilmemelidir; belki yarın biz iktidar olacağız, bize de verilmemelidir.
BU SİSTEMİ İŞLETMEYEN DE SİZSİNİZ: Değerli arkadaşlarım, bu yaptıklarınız… Şöyle bir savunma geliştiriyorsunuz: “Sistem işlemiyor. Onun için, sistemi düzeltelim.” Ya, sistemi işletmeyen sizsiniz. İhale Kanunu’nu 160 kez niye değiştiriyorsunuz? Sınavlar tek sınavdı, üç sınava çıkardınız, sonra tekrar bir sınava düşürdünüz. Millî Eğitim müsteşar yardımcısı 7 taneydi, 5’e düşürdünüz, sonra tekrar 7’ye çıkardınız. Niye bunları çıkardınız? Yargıtayda cemaatçilerin sayısını artırırken, cemaatçileri yerleştirirken sayıyı artırdınız, cemaatçilerden tasfiye ederken sayıyı düşürdünüz. Sözleşmeli öğretmenliği siz getirdiniz, Siz kaldırdınız. Cemaate arsa verirken övündünüz “Ne istediler de vermedik?” dediniz, geri alırken “Vatan topraklarını kurtardık.” dediniz. Yani, Türkiye’yi bu hâle getiren sizlersiniz. Liyakati esas almayan sizsiniz. Yani, liyakati esas almanızı engelleyecek olan şey ne? Ne engelliyor sizi yani? Neden mes ela bir insanı Türk, Kürt, Alevi, Sünni, CHP’li, AKP’li, MHP’li, HDP’li diye bakmadan, sadece bu işi biliyor mu, şu konusunda uzman mı, eğitimde iyi mi, sağlığı iyi biliyor mu; neden bunu genel müdür yapmıyoruz? Buna engel olan ne? Sistemi tıkayan sizsiniz. Sistemi tıkayıp sonra da sistem çalışmıyor diyorsunuz. Yine, bakın, yani Rusya Büyükelçisi öldürüldü, ülkemizin başı belada, bizim topraklarımızda oldu. Rusya’dan bir ekip geliyor, telefonu alıyor, Rusya’ya götürüyor, burada inceleme yapıyor. Şimdi, size niye inansınlar? Bakın, yandaş medyanın başlığı, 7 Aralık 2013: “Putin’e okul resti çekti” hep rest çekeriz zaten, biliyorsunuz. Yani, 17 Aralıktan on gün önce. 7 Aralık 2013, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Recep Tayyip Erdoğan -o zaman daha Başbakan tabii- Putin’e rest çekmiş, diyor ki: “Bu Fetullah Gülen’in okullarına dokunma, dokunursan yakarım, dokunma.” diyor, rest çekiyor. Şimdi ne diyor? “Vallahi büyükelçiyi FETÖ’cüler öldürdü.” Kim inanır sana? Böyle bir siyaset olur mu arkadaşlar? Hangisi doğru? Böyle bir siyaset Türkiye’nin başını belaya sokar.
TERÖRE KARŞI MÜCADELE TOPYEKÜN OLMALI: Yine üzüldüğüm bir şey, Sayın Cumhurbaşkanı -yani, bunu hepimizin dillendirmesi lazım ya- açıklama yapıyor şimdi -prompter da olmadığı için tabiiaynen şöyle: “Çankaya Belediyesine ait olan bir tesiste, Anadolu lisesi mezunu…” teröristi tanımlıyor. Değerli arkadaşlarım “Ankara Büyükşehir Belediyesine ait yolda, garın yanında yapılan patlamada; Ankara Büyükşehirde Merasim Sokak’ta -böyle bir şey olabilir mi- imam-hatip lisesi mezunu, meslek lisesi mezunu, Anadolu lisesi mezunu…” Böyle bir şey olabilir mi? Böyle ciddiyetten uzak bir yaklaşım terörü çözebilir mi? Terör hepimizi vuruyor kardeşlerim, hepimizi. Ben geçen gün İstanbul’da gezerken çocuğuma uğradım, yani tedirginlik içerisinde herkes, hava karardı mı h erkes evine giriyor. İlk kez dün akşam eve giderken aklıma geldi, nerede öleceğiz bilmiyorum dedim, hepimizi vuruyor. Yani, herkesi yakıyorsa bu terör, o zaman mücadele topyekûn olmalıdır, herkes bir bütün olmalıdır. Yani, terör örgütü iktidara yönelik ola maz, AK PARTİ’ye yönelik bir terör örgütü olmaz; terör örgütü hepimize karşı yöneliktir, size karşı değil. Yani, şöyle bir açıklama yapmaz: “Başkanlık için teklif sunuldu, iki buçuk saat sonra Beşiktaş’ta bomba patladı.” Yapmayın arkadaşlar, bunun hazırlığı var, öncesi var, planı var; bu sizle ilgili değil, devletimize yönelik bir eylem bu, size ait değil bu. Devletin başı belada. Terör böyle çözülmez. Yani, İngiltere nasıl çözdü? AKP’nin ayrı terör politikası, CHP’nin ayrı terör politikası olmaz, bunlar be raber yapılır ama “Çankaya Belediyesine ait, Anadolu lisesi mezunu…” bunlar olmaz, bunlar doğru işler değil. Değerli arkadaşlarım, istihbarat zafiyeti mi var, araç gereç zafiyeti mi var, eğitim zafiyeti mi var, bunlar oturulur, bakılır. Terörün yaşanmamas ı için eksiksiz, tam demokratik düzen ve siyasi partilerin demokrasi konusunda önce anlaşmamız lazım. Etkin, güçlü, dürüst bir kamu yönetimi; yöneticiler doğru karar almalı, liyakat olmalı, hayvanat bahçesi müdüründen TÜBİTAK Başkanı yapmamalısınız. Öğretmen alırken “Reis kim?” diye sormamalısınız. Siyasal sorumluluk tam işlemeli. Ne olmalı? Yapamayan gitmeli, istifa kavramı gelmeli.
SİSTEM DEJENERE OLMUŞTUR, AMA: Ha, şuna katılıyorum: Türkiye’de parlamenter sistem dejenere olmuştur, bu doğrudur. Geç partinin başına, yüzde 1 oy al, kimse indiremez seni oradan. Değiştirelim bunu, bunu değiştirelim, bunu düzeltelim, bunu reforme edelim, hep birlikte başaralım bunu, başarabiliriz. Yani, bu sistem laçka oldu diye, bu sistemin alternatifi, bir kişiye Türkiye’yi teslim etmek değildir. Halep ora daysa arşın burada, beş sene sonra görürüz bakın neler olacağını, yandım Allah diye bundan yeniden vazgeçmeye çalışırız ve şunu da söyleyeyim size: Sayın Cumhurbaşkanına yapabileceğiniz en büyük kötülük budur, bundan daha büyük bir kötülük yapamazsınız. Bırakın, milletvekili olmayın ama çıkın buna itiraz edin. O 1 Mart 2003 tezkeresinde, değerli arkadaşlarım, burada bulunmuş bir arkadaşınız olarak, o zorlu, mücadeleli, o kapalı oturumda bulunmuş ender arkadaşlarınızdan birisi olarak oradaki duruşu göstermen izi istiyorum. Partinizin kurucusu, tüzüğünü yazan Ertuğrul Yalçınbayır yok artık burada ama emin olun ki 2001’de getirdiğiniz tüzük, Türkiye’deki siyasi partilerin içinde en demokratik tüzüktü, en iyisiydi. Ama, geldiğimiz bu on dört yıl içerisinde, bıraktım sizin partinizin tüzüğünü, Türkiye’yi de bir diktatörlüğün girdabına çekiyorsunuz. O özgürlükçü söylem, o Ertuğrul Yalçınbayır’ın yazdığı o tüzükten falan bir şey kalmadı geriye, gel gel, git git bir mantığına geldik.
NAMAZI ESAT'LA KILACAĞIZ HERHALDE!: Değerli arkadaşlarım, krizler yaşıyoruz bakın. Bunları doğru okumamız lazım, doğru. Yani, Halep’le ilgili kimisi “Orada katliam.” var dedi, kimisi kurtuluş naraları attı; karşılıklı videolar. Neydi? Bizim doğru okumamız lazım, Suriye’de tutkalın ne olduğunu doğru bilmemiz lazım. Suriye’de tutkal Arap milliyetçiliğidir, Suriye’de tutkal mezhep değildir. Suriye’de tutkal mezhep olsaydı Esat duramazdı çünkü yüzde 14’ü Hristiyan, yüzde 14’i Nusayri, yüzde 6’sı Durzî yani Sünni, Arap, Türkmen ve Kürtler var. Halep 5 milyonluk bir kent. Türkiye için İstanbul neyse, Suriye için Halep o; Türkiye için Ankara neyse, Suriye için Şam o. Burayı doğru okumamız lazım. 8 büyük kentin 6’sında Esat hâkim. Ne diye savaşıyoruz biz, bağırıyoruz çağırıyoruz, “Kardeşim Esat”tan, “Katil Esat” noktalarına niye geldik? Şimdi niye tükürdüğümüzü yaladık? Hani Emevi Camisi’nde cuma namazı kılacaktık? Herhâlde Esat’la beraber kılınacak. Emevi Camisi’nde cuma namazı kılamadık ama Alyan bebeğin Bodrum’da cenaze namazını kıldık hep birlikte. Değerli arkadaşlarım, gerçekten Türkiye’nin felakete sürüklenmemesi için aklımızı başımıza toplayalım. Bakın, Türkiye’de bu krizlerden, ekonomik krizlerden başımıza daha nelerin geleceğini bilmiyoruz. Başımıza ekonomik krizlerden… Neden kriz yaşıyoruz? Nedir yani bu? Şimdi, on beş yıl boyunca krizlerin ülkesi olmuş yani 2002’de terör bitmiş, terör örgütünün lideri hapse atılmış, komşularla bir problemimiz yok; bunun nedenini bulmamız lazım. 2002’de dolar 1,6 ve neden yükseliyor bugün şimdi “terör” dediğimizde, bize verilen cevaplar: Bir: FETÖ var, ondan yükseliyor. İki: Trump bir işin başına geçşin, o zaman görürsünüz. Üç: Dış mihraklar yönetiyor bunu. Böyle bir şey olamaz yani dolar Meksika pezosuna karşı 1 artarken TL’ye karşı 3 artıyorsa ortada ekonomik değil, siyasi birtakım kararlar var demektir. Biz döviz açığı olan bir ülkeyiz. Biz talep ettiğimizi, kullandığımızı kendimiz üretemiyoruz; dışarıdan doğal gaz alıyoruz, dışarıdan petrol alıyoruz, bunları i thal edince de döviz ödüyoruz yani ihracatımız artmıyor. Otomotivde ihraç ediyoruz ama orada kullandığımız malzemenin yüzde 70’ini ithal ediyoruz zaten. İran’dan doğal gaz aldık, aldığımız doğal gazın karşılığında altın ödedik, o altını da ihracat saydık; böyle bir şey olabilir mi? Doğal gaz alacaksın, altınla ödeyeceksin, ödediğin altını da ihracata sayacaksın. Domatesin tohumu ithal. IMF’ye olan borçları ödedik. IMF bir mahalle bakkalı arkadaşlar, mahalle bakkalı. Mahalle bakkalına en fazla 5 bin lira borçlanırsın, 500 bin lira borçlanamazsın çünkü onun gücü yetmez. Mahalle bakkalına borcumuzu bitirdik ama AVM’lere borçlandık, daha büyüklerine borçlandık. Bunu doğru anlatmadınız. “IMF’ye borç veririz.” biz diye hava atarken tulumbada su yok noktasına geldi k değerli arkadaşlarım. Devlet garantisi verdiniz; o FETÖ’cü şirketlere, 600 civarında şirkete el koydunuz şimdi. Ne olacak el koyunca? Onun parasını biz ödüyoruz yine. Siz onlara, o FETÖ’cü şirketlere devlet garantisi vermediniz mi? Sizin FETÖ’cü 600 şirkete el koymanızın maliyeti var arkadaşlar, devlet garantisi olduğu için bunlar ödenecek.
TURİZM BUNLARIN SONUCUNDA ÇÖKTÜ: Bunun sonucunda turizm çöktü değerli arkadaşlarım. Derecelendirme kuruluşları; “Basarsın parayı, alırsın notu.” dedi Sayın Cumhurbaşkanı. Ben de bir soru önergesi verdim, o arada böyle araya sıkıştırdım, çaktırmadan ama, nasıl olsa gelirler buna, ben buradan yakalarım dedim. Verilen cevap: “Derecelendirme kuruluşlarına AK PARTİ Hükûmetleri üye oldu.” Tahminî parayı söylüyorum, 25 milyon dolar para verdiler. Bana diyor ki: “Para verdik ama üye olduk. Para verdik ama mahrem bilgi olduğu için söyleyemeyiz.” 25 milyon dolar civarı para verdiler. Bir şey söyleyeyim mi? Hem para verdiler yani bastılar parayı hem de notu alamadılar. Böyle bir şey olabilir mi? Böyle hakaret edersen sana not verirler mi? Böyle bir şey yok. Sokaktaki Ahmet Efendi’yi kandırırsın, bizi nasıl kandıracaksın? Bu derecelendirme kuruluşları durduk yerde sana gelip not vermiyor, sen ist iyorsun “Bana not ver.” diye ya da yatırımcı istiyor, parasını sağlama almak istiyor adam, senin durumunu öğrenmek istiyor. Değerli arkadaşlarım, böyle bir durumda yatırımcı gelmez.
İÇ-DIŞ POLİTİKA BİRBİRİNE KARIŞTI: İç politika ile dış politika birbirine karıştı artık. Memleketin iç polit ikası, dış politikası, hepsi aynı oldu. Kutuplaşma arttı, askerî harcamalar arttı, hukuk askıda, uzlaşma kültürü yok edildi, köprü dolarla, otoyol dolarla, ihaleler dolarla, kiralar dolarla, hac, umre dolar 3,5 iken 3,6’dan sabitleyerek dolarla. Döviz artı nca ne oluyor? Enerji, petrol, doğal gazda dışa bağımlıyız, bu sefer pahalılanıyor. Sanayide ürettiklerimizin yüzde 50’si ithal, maliyet yükseliyor. Sadece şirketler iki üç aylık kur farkında 30-35 milyar dolar zarar etmiş. Şirketlerin burada kaybı olunca kurumlar vergisinden devletin kaybı oluyor. Devlet, şirketlerin borcuna kefil olduğu için borç yükü artıyor, iflaslar, küçülmeler birbirini tamamlıyor. Bütün bu ortamda da Başbakanın açıklaması “Dolsa ne olur dolmasa ne olur.” Yani, memleket bu durumdayken Başbakanın açıklaması “Dolsa ne olur dolmasa ne olur.” Peki, ne yapmamız lazım? Yani, bu memlekette evlatlarımız her gün o fakir fukara çocukları, o yer yatağında büyüyen çocuklar, o, hayatında lüfer balığı yememiş çocuklar; o, babalarından zor harçlık alan çocuklar; o, evlerinin dışı sıvasız olan çocuklar alnından vurulup şehit olurken… Hüseyin Çelik’in bir sözünü hiç unutmuyorum, yazdı, Meclis tatildi, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, yılını şu anda çıkaramadım, terörü görüşelim Mecliste, genel görüşme istedik. Hüseyin Çelik Hükûmet sözcüsüydü, “3 -5 Mehmetçik şehit oluyor diye Meclisi toplayamayız.” demişti. Hiç unutmuyorum bunu.
BİR DAHA VEKİL OLMAZSAK DA OLUR, ÖNEMLİ DEĞİL: Bugün 14 şehidimiz var, biz Mecliste, bu saatte, bir kişinin siyasi geleceğini tartışıyoruz. (“30’a çıkmış.” sesleri) Değerli arkadaşlarım, bu gidiş gidiş değildir, bu gidiş iyi d eğildir, bu gidiş doğru değildir, burada Türkiye Cumhuriyetini bir belirsizliğe itersiniz, bir enkaz yaratırsınız buradan. Bu kimseye yar olmaz. Buradan vazgeçelim. Belki bir daha milletvekili olamayabilirsiniz, hiç önemli değil, olmasak da olur, problem değil.