Evrensel'de yer alan habere göre Demirtaş şunları söyledi:
"Okumuş olduğunuz metinde tek bir hakaret cümlesi göremedim; bir siyasi partinin Eş Genel Başkanı olarak başka bir siyasi partiye yönelik verilmiş eleştiri ve mesajlardan ibarettir. Ayrıca topluma verilmiş olan barış mesajlarından ibaret olan konuşmadan bir parçadır.
Konuşmayı yaptığım dönemde 400’den fazla yerde seçim binalarımız, parti binalarımız ve Genel Merkez olmak üzere birçok binamız kendisine ‘Türk milliyetçisiyim’ diyen kesimlerce yakılıp yıkılmıştır. Bunu yapan kişiler eylemlerini bir saate yakın süre içerisinde, kameralar önünde ve çevik kuvvet polisinin nezaretinde gerçekleştirdi. Genel Merkez kameralarından alınan görüntüler savcılığa teslim edildi ve bu hususta soruşturma başlatıldı. Bu olayla ilgili sadece bir kişi, 20 gün tutuklu kaldı; oysa kalabalık bir grup bilgisayarlarımızı talan etmiş, arşiv büromuzu kundaklamış, ayrıca bilgisayarlarımızı çalmıştır. Bu anlattığım sadece küçük bir örnektir. Bunun gibi 400 civarında olay Türkiye genelinde gerçekleşmiştir.
Asıl tespit edilmesi gereken, o dönemde hangi siyasetçilerin bu ortamı yaratmaya dönük konuşmalar yaptığıdır. HDP’yi hedef gösteren açıklamaları kimler yapmıştır? Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından HDP’yi hedef gösteren açıklamalar nelerdir ve kaç tanedir? Bunların savcılığınızca araştırılarak tespit edilmesi gerekir.
Benim eleştirdiğim, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın HDP’yi hedef gösteren konuşmalarıdır. Konuşmalarımın tamamı incelendiğinde, tümüyle ifade ve fikir özgürlüğü kapsamında olduğu zerre kadar şüphe götürmez, tümüyle barış çağrısı içerdiği çok net anlaşılmaktadır. Savcılığınız soruşturmayı yürütürken, o dönemde partimize yönelik 400’den fazla saldırının 81 ile yazı yazılmak suretiyle araştırması gerekir.
“Çözüm süreci bitmiştir, bundan sonra çözüm yoktur” diyen siyasetçilerin tespit edilmesini talep ediyorum. Bunlar tespit edilmelidir ki, çözüm sürecinin bitmesine ve şiddet ortamının oluşmasına neden olan siyasetçiler belirlenebilsin.
İşin ilginç tarafı, çözüm sürecini bitiren açıklamaları hükümet yetkilileri yaptığı halde, ben PKK’nin yapmış olduğu saldırılardan sorumlu tutuluyorum. Ben PKK’nin ne yöneticisiyim, ne üyesiyim, ne sözcüsüyüm, ne de sempatizanıyım. Ben HDP Eş Genel Başkanıyım, bütün şiddet ve savaş araçlarını eleştiriyorum ve politikalarına karşı çıkıyorum. Savaş ya da çatışma kararı kimden gelirse gelsin, benim eleştirdiğim bir husustur.
Takdir edersiniz ki, bir siyasi parti olarak hükümetin karar ve eylemlerini eleştirmek ve denetlemekle yükümlüyüz. TCK 299. Madde’de Cumhurbaşkanlığı makamının manevi şahsiyeti korunmaktadır. Fakat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gibi siyaset üstü kalamamıştır. Bir siyasi partinin genel başkanı gibi hareket etmiştir. Biz de bunun üzerine kendisini muhatap kabul ederek, Cumhurbaşkanından ziyade siyasi parti genel başkanı gibi eleştirilerimizi sunduk. Zaten kendisi de birçok açıklamasında, eski tarz cumhurbaşkanları gibi siyasetten uzak durmayacağını ifade etmiştir.
Ayrıca kendisi benim hakkımda hakaret içerici birçok beyanda bulunmuştur. Buna rağmen biz sarf edilen sözleri siyasi atmosferin gerekliliği olarak kabul ettik. Zaten bana yönelik sarf edilen sözlerden dolayı suç duyurusunda bulunmuş olsam bile, yasal mevzuat gereği Cumhurbaşkanları vatana ihanet dışında herhangi bir suçtan yargılanmamaktadır. Dolayısıyla kendisinin bulunduğu konum ile bizim bulunduğumuz konum arasında hukuki koruma yönünden çok büyük farklılıklar vardır. Dolayısıyla eleştirilerimizin bu çerçevede değerlendirilmesini talep ediyoruz.
'HUKUK BANA AYRI, DEVLET BAHÇELİ'YE AYRI İŞLEMEKTEDİR'
Demirtaş savunmasına şöyle devam etti: "Soruşturmalar politik siyasi kimliğim nedeniyle açılmıştır. Oysa ki, Devlet Bahçeli’nin Cumhurbaşkanı’na yönelik ‘hırsız’ ve benzeri sözler sarf ettiği sadece 2015 yılında 15 ayrı konuşma mevcuttur ve bu konuşmalarla ilgili fezleke düzenlenmemiştir. Hukuk bu ülkede bana ayrı, Devlet Bahçeli’ye ayrı işlemektedir. Adalet arayışının ve hukuka olan inancın zayıfladığı toplumlarda kaos, korku ve panik hali toplumun genel ruh haline dönüşür. Anketlere göre şu anda yargıya olan güven yüzde 2.9’dur. Ben aynı zamanda bir hukukçuyum ve bu durum yargının hak etmediği bir durumdur. Şu anda ifademi size yaklaşık 1700 km öteden, yüksek güvenlikli cezaevinden veriyorum. Bu, yargının herkes için eşit olmadığının göstergesidir.
İfadeden önce avukatlarımla savunmama ilişkin bir görüşme gerçekleştirdim. Ama bu görüşme savcılığın talebi ve Diyarbakır Sulh Ceza Hakimliği’nin bir kararıyla kayıt altına alındı. Ayrıca görevli huzurunda gerçekleşti. Oysa ki, hakimliğin kararı bu dosyayı kapsamamaktadır. Benim hakkımda 100’e yakın bu tarz soruşturma vardır. Avukatlarım ile yaptığım görüşmeler hakimlik kararıyla dinlenmektedir. Oysa karar sadece bir dosyaya ilişkindir, bu da adil yargılanma ilkesine net olarak aykırılık teşkil etmektedir. Soruşturma politik nedenlerle başlatılarak, adil yargılanma ilkesi ihlal edilmiştir. Savcılığın yasa gereği lehte delil toplama yetki ve sorumluluğu görmezden gelinmiştir. Konuşma, bütünlüğünden ve içeriğinden koparılmış ve ana mesajı yok edilmiştir. Suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum."