CHP’li Aşkın Genç’ten Siber Güvenlik Kanunu tepkisi: Hükümeti Eleştiren
Herhangi Bir İçerik Veya Kamuoyunda Tartışma Yaratan Bir Haber ‘Siber Tehdit’
Kapsamına Alınabilir
CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç, kamuoyunda “etki ajanlığını” yeniden gündeme
getiren Siber Güvenlik Kanunu Teklifinin görüşmelerinde; “Siber Güvenlik
Başkanlığına mahkeme kararı olmadan kişisel verileri izleme ve internet üzerindeki
içerikleri siber tehdit olarak değerlendirme yetkisi verilirse bu yetkilerin nasıl
denetleneceği belirsiz. ‘Siber tehdit’ kavramının nasıl tanımlandığı belli değilken yarın
hükümeti eleştiren herhangi bir içerik veya kamuoyunda tartışma yaratan bir haber de
siber tehdit kapsamına alınabilir” dedi.
Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile 8 Ocak’ta kurulan, Siber Güvenlik Başkanlığının
tanım ve yetkilerinin belirlendiği Siber Güvenlik Kanunu Teklifinin görüşmeleri, TBMM
Genel Kurulu’nda başladı. Teklife göre Başkanlığa, hakim onayı olmaksızın arama
yapma, dijital materyallere el koyma ve veri toplama yetkisi gibi geniş yetkiler
tanınıyor.
Teklifte yer alan “Siber uzayda veri sızıntısı olmadığı halde veri sızıntısı yapılmış gibi
bu yönde algı oluşturmak suretiyle kurumları veya şahısları hedef almaya yönelik
faaliyet yürütenlere iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir” ifadesi, kamuoyunda
tepkilere yol açan “etki ajanlığını” yeniden gündeme taşıdı.
Teklifin birinci bölümü üzerine söz alan CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç, etki
analizinin yapılmadığını belirterek, Siber Güvenlik Başkanlığının Meclis tarafından
denetlenmesi gerektiğini ifade etti.
CHP’li Genç, konuşmasında şunları kaydetti:
“Biz bu teklifin genel amacı olan siber güvenliği sağlama ihtiyacına karşı değiliz.
Ülkemizin dijital dünyadaki gücünü artırmak ve millî güvenliğini korumak elbette
önemlidir. Ancak bunu yaparken bireysel hak ve özgürlükleri feda eden, keyfî yetkiler
dağıtan ve denetim mekanizmalarını ortadan kaldıran bir anlayışa karşı çıkıyoruz.
“Hukukun üstünlüğünü tehdit eden bir düzenlemeyi kabul etmemiz mümkün
değil”
‘Güvenlik’ adı altında bireylerin özel hayatının korunması ilkesini yok sayan ve
hukukun üstünlüğünü tehdit eden bir düzenlemeyi kabul etmemiz mümkün değil. Bu
kanunun gerekçesi, Türkiye’nin siber tehditlere karşı daha dirençli hâle getirilmesi
olarak sunulmaktadır. Ancak şunu açıkça ifade etmek gerekir ki: Gerçek güvenlik
baskıyla değil, hukukla sağlanır. Bu yasa teklifi, ülkemizi siber güvenlik konusunda
daha dirençli hâle getirmek yerine, merkeziyetçi bir denetim mekanizması kurarak
yürütme organına sınırsız yetkiler vermektedir. Eğer bir ülkede güvenlik gerekçesiyle
özgürlükler askıya alınıyorsa orada güvenlik değil otoriterleşme vardır. Bu teklif,
kapsamı itibarıyla kamu kurumlarından özel sektöre, bireylerden uluslararası teknoloji
şirketlerine kadar geniş bir yelpazeye müdahale yetkisi tanımaktadır. Ancak bu
yetkiler hangi denetim mekanizmasına tabi olacak, hangi koşullarda sınırlandırılacak
ve kötüye kullanım nasıl önlenecek, işte, burada ciddi belirsizlikler ve hukuki sorunlar
ortaya çıkmaktadır.
“Kritik altyapılar ve siber tehditler konusundaki tanımlar muğlak bırakılmıştır”
Bir hukuk devletinde yetkiler öngörülebilir ve hesap verebilir olmalıdır. Ancak bu teklif,
Siber Güvenlik Başkanlığını geniş bir denetim yetkisiyle donatırken Başkanlığın
faaliyetlerini sınırlandıran, denetleyen veya hesap sorulmasını sağlayan herhangi bir
mekanizma sunmamaktadır. Özellikle, kritik altyapılar ve siber tehditler konusundaki
tanımlar muğlak bırakılmıştır. Hangi bilişim sistemlerinin kritik altyapı sayılacağı
tamamen yürütme organının takdirine kalmıştır. Eğer bir şirketin bilişim sisteminin
kritik altyapı olup olmadığına idare karar veriyorsa bu sistemin denetimi nasıl
sağlanacaktır? Bu yetkinin keyfî bir şekilde kullanılmayacağını kim garanti edebilir?
“Hükümeti eleştiren herhangi bir haber de siber tehdit kapsamına alınabilir”
Bu kadar kapsamlı bir yasa teklifinin etki analizinin yapılmamış olması yasama
sürecinin ciddiyetine gölge düşürmektedir. Bir düzenlemenin toplumsal, hukuki ve
yönetsel etkileri değerlendirilmeden yasalaştırılması ileride ciddi sorunlara da yol
açacaktır. Kanunun uygulanmasının devlet kurumları arasındaki yetki dağılımına,
bireylerin temel haklarına ve hukuk sistemine nasıl yansıyacağına dair hiçbir somut
değerlendirme yapılmamıştır. Yasaların öngörülebilir olması gerekir ancak bu teklifin
hangi sonuçları doğuracağına dair hiçbir analiz bizlere sunulmamıştır. Bu teklifin
getirdiği bir başka önemli risk ise bireylerin mahremiyetine ve ifade özgürlüğüne
yönelik tehditlerdir. Eğer Siber Güvenlik Başkanlığına mahkeme kararı olmadan
kişisel verileri izleme ve internet üzerindeki içerikleri siber tehdit olarak değerlendirme
yetkisi verilirse bu yetkilerin nasıl denetleneceği ne yazık ki belirsizdir. Bugün, ‘siber
tehdit’ kavramının nasıl tanımlandığı belli değilken yarın hükümeti eleştiren herhangi
bir içerik veya kamuoyunda tartışma yaratan bir haber de siber tehdit kapsamına
alınabilir.
“Subayları tasfiye eden anlayış siber güvenlik bahanesiyle gazetecileri,
akademisyenleri, muhalifleri susturabilir”
Son dönemde teğmenlerimizin hukuksuzca ihraç edilmesi devletin güvenlik
politikalarının hukukun üstünlüğüne mi yoksa keyfî uygulamalara mı dayanacağını
gösteren en net örneklerden biridir. Bu ihraçlar sadece bireysel mağduriyetler değil,
Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine, ordunun ruhuna ve Atatürkçü düşünceye
yapılmış açık bir saldırıdır. Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde ‘Mustafa Kemal'in
askerleriyiz’ diyerek yemin eden 5 teğmenimizin disiplinsizlik bahanesiyle ihraç
edilmesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin karakterine yönelik bir müdahaledir. Atatürk’ün
kurduğu orduda Atatürk’ün adını anmanın suç sayılması hiçbir vicdanın kabul
edemeyeceği bir çarpıklıktır. Bu olay, devletin yetki kullanımında hukuki güvenceyi ne
kadar göz ardı edebildiğini, hukukun yerine keyfiyetin geçebildiğini gösteren bir
kırılma noktasıdır. Bugün hukukun üstünlüğünü koruyamazsak disiplin bahanesiyle
subayları tasfiye eden anlayış yarın siber güvenlik bahanesiyle gazetecileri,
akademisyenleri, muhalifleri susturabilir. Bu, sadece 5 teğmenin değil bütün bir
neslin, Türk gençliğinin, değerlerine sahip çıkma hakkının gasp edilmesidir. Eğer
bugün subaylar ordudan atılıyorsa yarın Siber Güvenlik Başkanlığının denetimsiz
yetkileriyle muhalif gazeteciler, akademisyenler, iş insanları ve vatandaşlar dijital bir
disiplin mekanizmasına tabi tutulabilir. Güvenlik kisvesi altında hukuksuz fişlemelerin,
baskıların ve cezalandırmaların önü açılabilir. Bizler siber güvenliğin güçlü olmasını
istiyoruz ancak bu bahaneyle hukuk devletinin temellerini sarsacak yetkilerin
dağıtılmasına da karşı çıkıyoruz. Eğer devlet gerçekten güvenliğini sağlamak
istiyorsa önce kendi kurumlarındaki hukuksuzlukları ortadan kaldırmalıdır. Önce ifade
özgürlüğünü cezalandıran yargı kararlarını ortadan kaldırmalıyız çünkü hukuku yok
sayarak kurulan bir güvenlik düzeni güvenlik üretmez, sadece ve sadece baskıyı
artırır.
“Millî güvenliği sağlamak istiyorsak önce hukuki güvenliği sağlamalıyız”
Yalnızca bir yasa teklifini görüşmüyoruz, devletin hukuka mı yoksa keyfiyete mi
dayanacağını da tartışıyoruz. Teğmenlerimizin hukuksuzca ihraç edilmesine karşı
olduğumuz gibi Siber Güvenlik Başkanlığına verilen denetimsiz yetkilere de aynı
gerekçeyle karşıyız. Eğer gerçekten millî güvenliği sağlamak istiyorsak önce hukuki
güvenliği sağlamalıyız.
“Siber güvenlik altyapısı oluşturulmak isteniyorsa kamu kurumlarının veri
güvenliği açıkları kapatılmalı”
Bu teklif, teknik olarak yetersiz, hukuki güvence açısından eksik ve demokratik
denetim mekanizmalarından yoksun bir düzenlemedir. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak Türkiye'nin siber güvenlik konusunda daha güçlü hâle gelmesini elbette
istiyoruz. Ancak bunu yaparken uluslararası normlara uygun, birey haklarını koruyan
ve Meclis tarafından denetlenen bir modelin hayata geçirilmesi gerektiğine de
inanıyoruz. Eğer gerçekten güçlü bir siber güvenlik altyapısı oluşturulmak isteniyorsa
kamu kurumlarının veri güvenliği açıkları kapatılmalı, Türkiye’nin yerli teknolojilere
yatırım yapması sağlanmalıdır. Bunlar yapılmadan sadece yetki genişleterek ne yazık
ki güvenlik sağlanmaz. Güçlü siber güvenlik güçlü hukukla olur.
“Siber Güvenlik Başkanlığının yetkileri TBMM tarafından kontrol edilmelidir”
Bizim önerimiz net: Siber Güvenlik Başkanlığının yetkileri Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından kontrol edilmelidir. Demokratik bir hukuk devletinde, yürütme organına
verilen geniş yetkilerin yasama organı tarafından denetlenmesi şarttır. Bu denetimi
sağlayacak mekanizmalar oluşturulmalı ve Başkanlığın faaliyetleri şeffaf bir şekilde
takip edilmelidir. Mahremiyet hakkını ihlal edecek geniş yetkiler sınırlandırılmalı ve
bireylerin özel hayatı korunmalıdır. Kişisel verilerin korunması anayasal bir haktır.
Mahkemeye dayanmayan keyfî veri, erişim yetkileri ne yazık ki kabul edilemez. Veri
güvenliği ve kamu şeffaflığı arttırılmalı vatandaşların devlet eliyle fişlenmesinin önü
açılmamalıdır. Devletin veri güvenliği sağlamakla yükümlü olduğu düşünüldüğünde
öncelikle kamu kurumlarının kendi açıklarını kapatması gerekmektedir. Devlet
vatandaşını korumalı, vatandaşına karşı asla bir gözetim mekanizması kurmamalıdır.
Eğer bu düzenlemeler yapılmazsa bu yasa siber güvenlik değil ne yazık ki dijital
kontrol yasasına dönüşecektir.
“Seçim sandığında kaybedenler farklı yollarla milletin iradesine darbe yapmaya
çalışıyor”
Son günlerde yaşanan gelişmeler iktidarın; eleştiren, sorgulayan, muhalif olan yani
kısaca kendinden olmayan herkesi susturma çabalarının geldiği noktayı açıkça gözler
önüne sermektedir. Beykoz Belediye Başkanımız Alaattin Köseler’in tutuklanması bir
süredir belediye başkanlarımıza yönelik başlatılan sistematik operasyonların yeni bir
halkasıdır. Milletin iradesiyle seçilmiş belediye başkanları hukuk dışı operasyonlarla,
siyasi kumpaslarla itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Bir yandan yargının bağımsız
olmadığı bir sistem yaratılıyor, diğer yandan muhalefeti sindirmek için mahkemeler
birer siyasi araç olarak kullanılıyor. Seçim sandığında kaybedenler farklı yollarla
milletin iradesine darbe yapmaya çalışıyor ancak buradan açıkça söylüyorum,
Türkiye'yi bu antidemokratik kuşatmadan kurtaracak olan milletin ta kendisidir, hodri
meydan! Sandığı getirin, milletin tercihine güvenelim, Türkiye'nin geleceğini, yargı
sopasıyla, kumpaslarla, hukuksuzluklarla değil milletin iradesiyle belirleyelim.”