Erdoğan Toprak: Sosyal konut kampanyası iktidarın seçime endeksli hamlelerinden birisi

CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak, “13 Eylül’de ilan edilen sosyal konut kampanyası, iktidarın seçime endeksli hamlelerinden birisi. İlk etapta 250 bin konut inşaatı için 81 il ve ilçelerinde açılacak ihalelerde ciddi birim fiyat-maliyet sorunu ortaya çıkacak ve pek çok ihale ya da inşaat, başladıktan sonra yarım kalma riskiyle karşılaşacaktır. Geçen ay 50 bin iş yerini konuta dönüştürme kampanyası başlatan iktidar, şimdi TOKİ’ye 50 bin iş yeri inşa ettirecek. Bu, çelişki ve plansızlık değil mi” dedi.

18 Eylül 2022 Pazar 12:22
Erdoğan Toprak: Sosyal konut kampanyası iktidarın seçime endeksli hamlelerinden birisi

CHP Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak, “13 Eylül’de ilan edilen sosyal konut kampanyası, iktidarın seçime endeksli hamlelerinden birisi. İlk etapta 250 bin konut inşaatı için 81 il ve ilçelerinde açılacak ihalelerde ciddi birim fiyat-maliyet sorunu ortaya çıkacak ve pek çok ihale ya da inşaat, başladıktan sonra yarım kalma riskiyle karşılaşacaktır. Geçen ay 50 bin iş yerini konuta dönüştürme kampanyası başlatan iktidar, şimdi TOKİ’ye 50 bin iş yeri inşa ettirecek. Bu, çelişki ve plansızlık değil mi” dedi.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, haftalık değerlendirme raporunu bugün yayınladı. Toprak’ın değerlendirmeleri özetle şöyle:

“ÖĞRETMENLİK MESLEĞİNİN SAYGINLIĞININ YOK EDİLMESİ SÜRECİ DERİNLEŞTİRİYOR”

“600 bin öğretmenin atama beklediği eğitim sisteminde, çocuklarını yurt dışına eğitime gönderen aileler üzerinden yeni bir ayrıştırma kanalı açmaya çalışan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar partisi mensuplarının büyük kısmının, çocuklarını batılı ülkelerin en pahalı üniversite ve kolejlerinde okuttukları açığa çıktı.

Öğretmen yetiştiren okulların kapatılmasıyla üniversitelerden mezun olan gençlere eğitim fakültelerinden formasyon eğitimi alınmasının dayatılması, bu uygulamayı pek çok üniversitenin ticari kazanç kapısına dönüştürmesine olanak sağladı. Yükseköğretim Kurumu (YÖK) tüm üniversitelere formasyon eğitimi için kendi kontenjanlarını belirleme olanağı sağlayınca çoğu üniversite bunu kazanç kapısına dönüştürdü. Öyle ki bazı üniversitelerde eğitim fakültelerinin kendi öğrencilerinden kat kat fazla sayıda paralı formasyon eğitimi alan öğretmen adayları öğrenim görüyor.

İktidar, Öğretmenlik Meslek Kanunu ile eğitim sistemine, öğretim kurumuna ve öğretmenlere yeni bir darbe indirerek mesleki ayrışmayı, ücret ve unvan farklılıklarını, öğretmenlik mesleğinin saygınlığının yok edilmesi sürecini derinleştiriyor. Kadrolu öğretmenlerle iş güvencesiz sözleşmeli öğretmenler arasındaki maaş ve sosyal güvence uçurumu, şimdi de kadrolu, yılların deneyimli öğretmenleri arasında yaygınlaştırılmaya çalışılıyor.

“‘YEŞİL VİZE’ PROGRAMI NİTELİKLİ İNSAN GÜCÜNE AĞIR HASAR VERECEK BİR SONUÇ YARATABİLİR”

İktidarın uygulamalarına karşı çıkılmaz ve gençleri, doktorları, bilim insanlarını, sanatçıları ayrıştırma zeminine son verilmezse Almanya’nın uygulamaya koyduğu ‘Yeşil Vize’ programı ülkemizden beyin göçünü hızlandıracak, nitelikli insan gücüne ağır hasar verecek bir sonuç yaratabilir. Son dönemde gençlere, sanatçılara, kadınlara yönelik baskılar ve ayrıştırıcı beyanatlarla yaşam, giyim, hayat tarzlarına kısıtlama çabalarıyla toplum kesimlerini soluksuz bırakmaya yönelen iktidara karşı oluşan sosyal ve ekonomik tepkiler, yurt dışına gitme eğilimlerini artırıyor.

Alman hükümeti, ülkenin sanayicileriyle, iş insanları, sendikalar, eğitim kurumlarıyla bir araya gelerek ortaklaşa yürüttüğü bir çalışmanın sonunda ‘Yeşil Vize’ uygulamasına geçildiğini duyurdu. Alman sanayisinin, sağlık ve eğitim sisteminin, kültür ve sanat yaşamının deneyimli, nitelikli insan açığını kapatmak üzere uygulamaya konulan bu program ile belirlenerek ilan edilen mesleklerden on binlerce insan, Almanya’ya davet ediliyor. Almanya’nın açıkladığı ‘nitelikli insan kaynağı ve beyin gücü toplama’ hamlesine en büyük katkıyı iktidarın insanlarımızı dışlayan, küstüren, yurdundan kopmaya zorlayan söylem ve politikaları verdi, vermeye devam ediyor. Almanya, Yeşil Vize-Fırsat Kart programıyla hemşire, bakıcı, doktor, mühendis, bilişim teknolojileri uzmanları, zanaatkarlar ve hizmet sektöründe çalışabilecek profesyoneller alacağını her türlü maddi-manevi olanakların sağlanacağını dünyaya duyurdu.

“SOSYAL KONUT KAMPANYASI İKTİDARIN SEÇİME ENDEKSLİ HAMLELERİNDEN BİRİSİ”

13 Eylül’de ilan edilen sosyal konut kampanyası, iktidarın seçime endeksli hamlelerinden birisi. İlk etapta 250 bin konut inşaatı için 81 il ve ilçelerinde açılacak ihalelerde ciddi birim fiyat-maliyet sorunu ortaya çıkacak ve pek çok ihale ya da inşaat, başladıktan sonra yarım kalma riskiyle karşılaşacaktır. Geçen ay 50 bin iş yerini konuta dönüştürme kampanyası başlatan iktidar, şimdi TOKİ’ye 50 bin iş yeri inşa ettirecek. Bu, çelişki ve plansızlık değil mi?

İktidar, seçime endeksli birtakım kampanyalara yönelerek ayakta kalabilme çabasına yöneldi. İktidar sözcülerinin ‘Yüzyılın konut projesi’ ya da ‘Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal konut projesi’ olarak adlandırdıkları proje de bu seçim vaatlerinden birisi. 2028 yılına kadar toplam 500 bin konut ve ilk aşamada iki yıl içinde 250 bin konutun TOKİ tarafından üretilerek kurada çıkacak hak sahiplerine teslim edilmesi vaadini içeren bu kampanya, evi-iş yeri olmayanların bu imkana kavuşturulması açısından olumlu ve atılması gereken bir adımdır. 20 yıldır TOKİ’nin 1 milyon 170 bin sosyal konut ürettiğini bizzat kendisi ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şimdi iki yılda 250 bin konut, 100 bin altyapılı arsa, 50 bin iş yeri vaadiyle ortaya çıkması, iktidarın büyük bir ‘emlak balonunu şişirdiğini’ akla getirmektedir.

“YÜZBİNLERCE KİŞİNİN UMUTLARIYLA, HAYALLERİYLE OYNANMASININ RİSKLERİNİ İÇERMEKTEDİR”

Türkiye inşaat-taahhüt sektörünün böyle bir kapasitesi olabilir. Ancak eş zamanlı olarak bu kadar çok sayıda inşaatın başlaması, şantiyelerin kurulması, TOKİ tarafından binlerce ihale açılması vb. işlemlerin 2 yılda tamamlanıp anahtarların teslim edileceği vaadi, şu ana kadar bu umutla başvuran yüzbinlerce kişinin umutlarıyla, hayalleriyle oynanmasının risklerini içermektedir. İlk etabı oluşturan 250 bin konut 2025’te, projenin tamamını oluşturan 500 bin sosyal konutun 2028’de tamamlanması planlanıyor.

“İCRALIK OLAN MİLYONLARCA GENÇ, BU AYLIK TAKSİTLERİ NASIL ÖDEYECEK”

Daha geçen ay Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı, ülke genelinde âtıl, kullanılmayan, satılamayan 50 bin ofis-iş yerinin konuta çevrileceğini, bu yolla 2023 Temmuz’una kadar 15 bini İstanbul’da olmak üzere ülke genelinde 50 bin ‘ofisten dönüşmüş ev’ inşa edileceğini ilan ettiler. Yönetmelik yayınlayarak ofisten konuta dönüşüm kampanyası başlattılar. Şimdi bir yanda 50 bin iş yeri-ofis-ticarethane 10 ayda eve dönüştürülecek, diğer yanda TOKİ iki yılda 50 bin yeni iş yeri inşa edecek. Sadece bu bile bu projenin, ilan edilen kampanyanın sırf seçim uğruna ne kadar plansız-programsız-öngörüsüz ve alelacele hazırlanıp ortalığa sürüldüğünü apaçık gösteriyor. Projede gençlere ve emeklilere 50’şer bin konut kontenjanı ayrıldığı açıklandı. Amaç ve hedef güzel, ancak Kredi Yurtlar Kurumu’ndan (KYK) kullandıkları kredileri geri ödeyemedikleri için banka hesapları bloke edilen, icralık olan milyonlarca genç bu aylık taksitleri nasıl ödeyecek?

“3 BİN 500 TL AYLIK ALAN MİLYONLARCA EMEKLİNİN BU KAMPANYADAN YARARLANAMAYACAĞI APAÇIK”

Bizim ısrarımız ve asgari ücret düzeyine çıkarılması çağrılarımızla iktidar, en düşük emekli aylığını bin 500 TL’den ocakta 2 bin 500’e, temmuzda 3 bin 500 TL’ye yükseltmeye mecbur kaldı. 3500 TL maaş alan evsiz ve kirada oturan bir emekli hem kirasını hem de bu aylık taksitleri nasıl ödeyecek? 2 bin liralık elektrik-doğal gaz faturasını ödeyemediği için icralık olan 10 milyon dar gelirli, KYK borcunu ödeyemeyen milyonlarca genç, 3 bin 500 TL aylık alan milyonlarca emeklinin bu kampanyadan yararlanamayacağı, başvuruda bulunamayacağı apaçık. Tümüyle seçime endeksli bu kampanya için sağlam ve güvenceli finansman kaynakları kesintisiz şekilde garanti edilmediği takdirde bu projenin yıkıcı bir fiyaskoya dönüşmesi, 81 ilde yarım kalmış konut şantiyesi mezarlıklarının ortaya çıkması, çok ciddi bir olasılık.

“İKTİDARIN ‘CARİ FAZLA’ İDDİASINA RAĞMEN TEMMUZ AYINDA 4 MİLYAR DOLAR ‘CARİ AÇIK’ VERİLDİ”

İktidarın ‘cari fazla’ iddiasına rağmen temmuz ayında 4 milyar dolar ‘cari açık’ verildi. Ocak-temmuz dönemi 7 aylık cari açık toplamı 36 milyar 672 milyar dolara yükseldi. Kaynağı belirsiz döviz girişleri 7 ayda 24 milyar doları aştı. Bu izi sürülemeyen döviz girişleri, siyasi-ekonomik tavizleri ve iktidarın ülke adına verdiği bazı riskli taahhütleri akla getiriyor.

Türkiye’nin artan cari açığı ve bu açığın finansmanında kullanılan yöntemlerin neler olduğunun sorgulanması gerek. Türkiye’nin kredi notu son düşüşlerle dibe vururken ülke risk puanı 800’lerde ve tavan seviyelerde. Uluslararası piyasalardan, fonlardan borç bulamayan iktidarın başka arayışlara girdiği, yan yollara saptığı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadeleriyle de teyit ediliyor.

Bu yılın ocak-temmuz döneminde 7 ayda geçekleşen 28,7 milyar dolarlık net dış kaynak girişinin 24,3 milyar dolarının kaynağı belirsiz. Bir ülke ekonomisinde, ülkeye giren net döviz tutarının yaklaşık yüzde 85’inin kaynağı belirsiz görünüyorsa burada artık bir hatadan söz etmek olanaklı değildir. Kaynağı belirsiz döviz girişinin ekonomimizde böylesine hayati bir konuma gelmesi döviz varlıkları ve rezervleri üzerindeki spekülasyonları büyüteceği gibi, ekonomideki kırılganlıkları artıracaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, hangi dost ülkelerden ne kadar borç alındığını, ne zaman geri ödeneceğini, karşılığında ne sözler verildiğini, bağlayıcı taahhütlere girilip girilmediğini, resmi bir anlaşma imzalanıp imzalanmadığını kamuoyuna ve TBMM’ye açıklamalıdır. Merkez Bankası yönetimi, 25 milyar dolara yaklaşan net hata noksan kalemindeki döviz girişlerinin kaynağını açıklamalı, bu şüphe ve şaibeleri ortadan kaldırmalıdır.

“BİR YANDAN İŞSİZLİĞİN AZALDIĞINI ÖNE SÜREN TÜİK RAKAMLARI DİĞER YANDAN İSTİHDAMIN DÜŞTÜĞÜNÜ GÖSTERİYOR”

TÜİK’in Temmuz 2022 İşgücü İstatistikleri, kendi içinde tezatlar ve çelişkiler içeren, ülkemizin işsizlik tablosunun gerçekleriyle örtüşmeyen verilerden oluşuyor. Bir yandan işsizliğin azaldığını öne süren TÜİK rakamları, diğer yandan istihdamın düştüğünü gösteriyor. Geniş tanımlı işsizliğin bir ayda 2 puan birden artarak yüzde 22,5’a yükselmesi bir başka çelişkiyi yansıtıyor.

Tıpkı dış ticarette açığın artması, enflasyonda tüketici-üretici enflasyonu arasındaki farkın açılması gibi TÜİK’in dar ve geniş tanımlı işsizlik hesabında da makas hızla açılıyor. Temmuz ayı dar tanımlı resmi işsizlik oranı yüzde 10,1, âtıl işgücü (geniş tanımlı işsizlik) oranı ise yüzde 22,5. Aradaki fark 12,4 puan. Geniş tanımlı işsizliğin yüzde 22,5 olması aynı zamanda 8 milyon 415 bin işsize tekabül ediyor. Bir başka dikkat çekici gelişme; çalışma çağındaki kadınlarda işsizlik yüzde 29,9’a yükselmiş.

“YÜZDE 6,2 GERİLEYEN SANAYİ ÜRETİMİ, 2020’DEKİ COVID-19 PANDEMİSİNDEN BU YANA GÖRÜLEN EN BÜYÜK ÜRETİM DÜŞÜŞÜ”

Üretim ve kapasite kullanımındaki yavaşlama, dış pazarlarda yaşanan talep düşüşü ve olağanüstü düzeyde artan maliyetlerin yarattığı risk, kendisini sanayi üretimindeki sert düşüşle gösterdi. Temmuzda yüzde 6,2 gerileyen sanayi üretimindeki bu gelişme, 2020’deki Covid-19 pandemisinden bu yana görülen en büyük üretim düşüşü.

Türkiye ekonomisinin ve ihracatının ana omurgasını oluşturan sanayi sektörü ve imalat sanayiinde temmuz ayında yaşanan sert üretim düşüşü, son 2-2,5 yılda salgının etkilerini de içeren dönemlerin ardından görülen en büyük üretim gerilemesi. Sanayi üretimi temmuzda, haziran ayına kıyasla yüzde 6,2 düşerken yıllık olarak ise yüzde 8 artması beklenen sanayi üretimi, beklentilerin dörtte biri düzeyinde ve yüzde 2,4 arttı. Sanayi üretimi haziranda aylık yüzde 1,4, yıllık yüzde 8,8 artış göstermişti.

Sanayi üretimin alt dağılımındaki üretim düşüşlerinin oldukça yüksek düzeylerde seyretmesi, önümüzdeki aylar için ülke sanayisi, ekonomisi ve ihracatı açısından çok ciddi uyarı işaretleri olarak görülmelidir.

“TÜRKİYE’DE İKTİDAR GÜNÜ KURTARMAYA VE ÖZELLİKLE DE SEÇİME DÖNÜK UYGULAMALARA ÖNCELİK VERİYOR”

IMF, OECD, Avrupa ve ABD Merkez Bankalarının ardından küresel ekonomide olağanüstü durgunluk ve resesyon beklentisini içeren değerlendirme raporu da Dünya Bankası’ndan geldi. Dünya Bankası’nın ‘Küresel Durgunluk Yakın mı’ başlıklı raporunda, ‘Eş zamanlı olarak faiz oranları yükseltilirken dünya, 2023’te küresel bir durgunluğa ve yükselen piyasalar ile gelişmekte olan ekonomilere kalıcı zarar verecek bir dizi finansal krize doğru ilerliyor olabilir’ görüşüne yer verildi.

Raporda; çekirdek enflasyonun 2023’te yüzde 5’e ulaşabileceği, daha fazla faiz artırımının küresel gayrisafi hasıladaki büyümeyi 2023’te yüzde 0,5’e yavaşlatabileceği, bunun da kişi başına yüzde 0,4’lük daralmaya denk geleceği vurgulandı. Küresel enflasyonu hedeflerle uyumlu bir orana düşürmek için merkez bankalarının faiz oranlarını 2 puan daha artırmasının gerekebileceği belirtilerek; ABD, Çin ve Euro Bölgesi ekonomilerinin keskin bir şekilde yavaşladığına dikkat çekildi.

Dünya ve ülke ekonomilerini oldukça zorlu bir ekonomik sürecin beklediğine yönelik uyarı ve endişe açıklamaları artarken Türkiye’de iktidar, bu sürecin farkında olmaksızın günü kurtarmaya ve özellikle de seçime dönük uygulamalara öncelik veriyor. Bu da küresel ekonominin bir parçası olan ülkemizin ve ekonomimizin karşılaşması olası riskleri daha da büyütüyor.

“KONUT FİYAT ENDEKSİNDEKİ ARTIŞ TEMMUZ AYI İTİBARIYLA YÜZDE 174 OLDU”

Konut fiyat endeksindeki artış, temmuz ayı itibarıyla yüzde 174 oldu. Türkiye ortalamasında konut fiyat endeksi bu düzeye çıkarken İstanbul’da yıllık konut fiyat artışı, yüzde 200 olarak açıklandı. Bu endeks ve fiyat artışları, konut piyasalarında yaklaşan büyük çöküşün ve talep düşüşünün işaretleri.

Merkez Bankası’nın (MB) açıkladığı konut fiyatları endeksine (KFE) ilişkin temmuz ayı verileri, hiçbir ekonomik kriz sürecinde görülmedik düzeyde fiyat artışları yaşandığını, giderek konut fiyatlarının hem ülke genelinde hem de bazı büyük illerde tümüyle kontrolden çıktığını gösterdi.

Konut fiyatları, temmuzda aylık yüzde 8, yıllık bazda yüzde 174 artış gösterdi. Haziran ayındaki yıllık endeks artışı yüzde 160,57 seviyesindeydi. İstanbul, Ankara ve İzmir’in konut fiyat endekslerinde, 2022 yılı temmuz ayında bir önceki aya göre, sırasıyla 8,2, 8,4 ve 7 oranlarında artış yaşandı. Üç büyük ilin endeks değerleri, bir önceki yılın aynı ayına göre yıllık olarak ise İstanbul’da yüzde 200,1, Ankara’da yüzde 181 ve İzmir’de yüzde 162,2 oranında yükseldi. Ortalama metrekare birim fiyatı, İstanbul'da 22 bin 590 TL olurken Ankara'da 9 bin 945 TL'ye, İzmir'de ise 16 bin 231 TL'ye yükseldi.

Gerek konut fiyat endeksi gerekse metrekare birim maliyet fiyatlarındaki yükselişler, inşaat maliyet endeksinde temmuzda gerçekleşen yıllık yüzde 115 artışı da dikkate aldığımızda yakın ve orta vadede konut fiyatlarında ve maliyetlerinde düşüş beklemenin güç olduğunu gösteriyor. İktidarın ilan ettiği sosyal konut kampanyasında TOKİ’nin yüzde 40 indirimli fiyatlarına rağmen kentlerin çeperlerinde 3 artı 1 konut fiyatının 850 bin TL olarak açıklanması, sosyal konut kampanyası ile konut fiyatlarını aşağı çekmenin çok zor olacağını ve zaman alacağını işaret ediyor. Önümüzdeki dönemde barınma sorunu, ülkemizde çok geniş kesimlerin en temel sorunlarından birisi olmaya devam edecek. Bu soruna planlı, programlı orta ve uzun vadeli akılcı çözümler üretilmesi, kaçınılmaz bir görev olarak önümüzde duruyor.

“SURİYE YÖNETİMİ, TÜRKİYE İLE NORMALLEŞME VE DİYALOG KONUSUNDA SESSİZLİĞİNİ KORUYOR”

Rusya Devlet Başkanı Putin’in telkin ve tavsiyesiyle Suriye’de normalleşme ve Şam yönetimiyle diyalog arayışlarına girişen iktidar, Suriye’nin kuzeyine dönük operasyonu uzun süredir dile getirmiyor. Suriye yönetimi, Türkiye ile normalleşme ve diyalog konusunda sessizliğini koruyor.

Mayıs ayında Suriye’nin kuzeyine yönelik olarak yeni bir harekatın hazırlıklarının tamamlandığını, her an, ‘bir gece ansızın başlayabileceğini’ ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 5 Ağustos’ta Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesinden bu yana harekattan söz etmiyor. Esad’ın kendisine Şam yönetimiyle meseleleri çözme tavsiyesinde bulunduğunu ifade eden Erdoğan’ın bu sözleri sonrasında da bazı açıklamalar ve girişimler yapıldı.

Suriye-Türkiye diyalogunun tekrar başlaması için Rusya’nın arabuluculuk yaptığı belirtilirken bir yandan da iki ülke istihbarat örgütlerinin üst düzey temaslar yürüttüğü kaydedildi. Geçen hafta bu kapsamda bir temasın daha yapıldığı uluslararası yayınlarda yer alırken iktidar sözcüleri bunları yalanlamadı. MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ve Suriye İstihbarat Örgütü Başkanı Ali Memlük'ün Şam'da bir araya geldikleri dile getirildi.

Bugüne kadar iktidar partisinden, Dışişleri Bakanı’ndan, Erdoğan’dan gelen açıklamalara karşılık Şam yönetimi sessiz kaldı. İktidara yakın bazı medya organlarında Şam yönetiminin müzakereler için beş koşul gündeme getirdiği öne sürüldü ve iktidar bunları da yalanlamadı. Suriye’den ilk üst düzey resmi açıklama geçen hafta yapıldı. Rusya’nın girişimiyle ve Rusya medyasına yapılan açıklama, Suriye Parlamentosu Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Butrus el Marjan’dan geldi. Butrus el Marjan, Türkiye ve Suriye arasında diyalog ve yakınlaşma için öncelikli iki koşulun, ‘Türkiye’nin Suriye'nin kuzeyindeki askeri varlığını sona erdirmesi, bu bölgelerden tamamıyla çekilmesi ve Suriye topraklarındaki terör örgütlerine desteğini geri çekmesi’ olduğunu dile getirdi. El Marjan, Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesi yönünde bazı ciddi engellerin sürdüğünü söylerken Türkiye ve Suriye arasında güvenlik ve istihbarat alanında bazı temaslar olduğuna dikkat çekti.

“ŞAM YÖNETİMİNİN PYD-YPG’YE BAKIŞININ RUSYA’NIN DA ETKİSİYLE DAHA ILIMLI OLDUĞU SÖYLENEBİLİR”

Şam yönetiminin IŞİD, El Nusra, HTŞ gibi örgütlerin yanı sıra Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) da terör örgütü olarak kabul ettiği biliniyor. PYD-YPG-PKK’yı da terör örgütü olarak gören Şam yönetimi, 2011’de başlayan iç savaşın başından bu yana bu örgütlerle karşı karşıya gelmedi, çatışmaya girmedi. PYD-YPG-SDG de Suriye ordusuyla çatışmadı. Zaman zaman IŞİD ile mücadelede Suriye ordusunun yanında yer aldı. Şam yönetiminin PYD-YPG’ye bakışının Rusya’nın da etkisiyle daha ılımlı olduğu söylenebilir. PKK ile ortak mücadele konusunda imzalanan Adana Mutabakatı, bugüne kadar birçok kez Putin ve diğer Rus yöneticiler tarafından dile getirildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve iktidara PKK ile mücadelede Suriye yönetiminin iş birliği yapmaya istekli olduğu, Adana Mutabakatı’na bağlılığını sürdürdüğü iletildi. İktidar bu konuda adım atmadı, Şam yönetimiyle diyalogdan yana tavır sergilemedi.

Suriye Parlamentosu Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Butrus el Marjan’ın yaptığı açıklamalar, dile getirdiği ön koşulların Rusya-Şam ortak görüşünü yansıttığını öngörebiliriz. İktidarın buna yönelik bir yanıt vermemesi, ilişkilerin gerilmeme arzusuna bağlanabilir. Muhtemelen Şanghay İş Birliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesinde Rusya ve İran Devlet Başkanları ile ikili temaslarda bulunan Erdoğan’ın gündemindeki önemli konulardan birisi yine Suriye idi. Kuzey Suriye operasyonunun gündemden düştüğü ihtimali söz konusu olsa da Şam ile diyalog için Putin’in telkinlerinin sürdüğünü öngörmekteyim. Suriye meclis üyesinin açıklamalarının zamanlaması da göz önünde tutulduğunda, yakın gelecekte Suriye’de ikili diyalog açısından yeni gelişmeler beklenebilir.

“İKTİDAR, BİR YANDAN YUNANİSTAN İLE GERİLİMİ TIRMANDIRIRKEN DİĞER YANDAN BALKANLARDA ARABULUCU-BARIŞ GİRİŞİMCİSİ ROLÜNÜ ÜSTLENİYOR”

İktidar, bir yandan Yunanistan ile gerilimi tırmandırırken diğer yandan Balkanlarda arabulucu-barış girişimcisi rolünü üstleniyor. Bu kapsamda gerçekleştirilen Balkan turundaki temaslar ve sonrasındaki gelişmelere bakıldığında beklentilerin gerçekleşmediği anlaşılıyor.

Özellikle Bosna-Hersek’te Sırp, Hırvat ve Boşnaklardan oluşan üçlü konsey yönetim yapısı ve dönüşümlü başkanlık sistemindeki anlaşmazlıkları çözme, Sırpların ve Hırvatların ayrılıkçı girişimlerini engelleme çabasından somut bir sonuç çıkmadığı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arabuluculuk girişimlerinin Hırvatistan ve Bosna-Hersek yöneticileri tarafından da kabul görmediği, yapılan resmi açıklamalara yansıdı. Ziyaretin Hırvatistan bölümünde Hırvatistan Cumhurbaşkanı Milanoviç’in Erdoğan ile Bosna-Hersek konusunda görüş ayrılığı içinde olduklarını söylemesi, bunun en somut göstergesi idi. Hırvatistan’ın ardından benzer bir mesaj da Kosova’dan geldi. Erdoğan’ın Sırbistan ile Kosova arasında geçtiğimiz haftalarda savaş noktasına kadar varan gerilimde arabuluculuk yapma çabalarını Sırbistan ziyaretinde Sırp Devlet Başkanı Aleksandar Vucic ile görüşmelerinde de dile getirildi. Sırbistan’ın tanımadığı Kosova ile arasındaki gerginlik, ABD ve AB’nin devreye girmesiyle daha ileri boyutlara taşınmadan donduruldu.

Erdoğan devreye girerek konuya müdahil olmaya çabalasa da asıl engel Sırbistan’dan değil Kosova’dan geldi. Kosova’nın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden birisinin Türkiye olmasına ve bugüne kadar ekonomik olarak da Kosova’ya ciddi yatırım desteği verilmesine karşılık Kosova, ABD-AB ile daha yakın durmayı tercih ediyor. Nitekim Erdoğan’ın Sırbistan temaslarında gündeme getirdiği arabuluculuk önerilerine ilk ret yanıtı Kosova’dan geldi. Kosova Başbakanı Albin Kurti, Sırbistan ile Kosova arasındaki sorunda arabulucu olarak AB’nin devrede olduğunu, ABD’nin de AB’nin yürüttüğü aracılığa destek verdiğini belirterek başkalarının devreye girmesini istemediklerini duyurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı çağrıya Kosova Başbakanı’nın bu yanıtı, ‘Siz işimize karışmayın. Biz sorunumuzu AB-ABD’nin desteğiyle çözeriz’ mesajı idi.”

Son Güncelleme: 18.09.2022 23:39
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.