Bu ayki yazımıza bir hikâye ile başlayalım:
Duvardaki boşluktan bakan fare çiftliğin sahibi ile eşinin bir kutu açtıklarını görür. Acaba “içinde yiyecek mi var” derken kutunun içinde kapan görmesi ile şok olur. Hemen bahçeye koşup “evde kapan var” diye feryat eder. Tavuk gıdaklayıp “ bu fareler için bir sorun ama beni ilgilendirmiyor” der. Fare bu kez koyuna “evde kapan var” der. Koyun işi biraz ciddiye almış gibi yapar ama “senin için dua edeceğim” diyerek fareyi hayal kırklığına uğratır. Sonra inek “bu beni hiç ilgilendirmez kapan bana ne yapacak der” ve hiç oralı olmaz. Fare de başı önde ağıldan üzgün bir şekilde ayrılır. Bu soruna tek başına bir çözüm bulması gerektiği düşünür. Bütün bunların yaşandığı o akşam evden bir ses gelir. Sanki kapan avının üzerine kapanmış gibi. Sese koşan çiftçinin eşi karanlıkta kapana zehirli bir yılanın kuyruğunu kaptırdığını görmemiş, yılan da kadını ısırmıştı. Çiftçi eşini hemen panikle hastaneye götürmüş sonra ateşli bir durumda eve geri getirmişti. Eee ateşi olana ne verilir? Doğal olarak sıcak bir tavuk çorbası. Hemen tavuk kesilmiş ve çorba pişirilmiş. Ama ne kadının ateşi düşmüyor. Hastayı merak edenler de geliyor bu kez de koyun kesilir. Ancak kadın iyileşmez ve kısa bir süre sonra ölür. Bu kez konu komşu cenazeye-taziyeye gelir. İkram için bu kez ahırdaki büyükbaş olan inek kesilir. Bütün bunları da fare aynı duvarın deliğinden izlemekle kalmış.
Kıssadan hisse seni ilgilendirmeyen bir sorun karşına çıkarsa düşün…
Sınav dışında çözüm üretemeyen bir eğitim sistemine sahibiz. Tek ölçme aracımız sınav. Sınava bağlı sistem ise sürekli olarak toplumsal sorunlara neden oluyor.
Bu ayın başında 1 milyon 200 bin öğrencimiz ortaöğretim kurumları sınavına, ayın sonunda ise 2 milyon 608 bin öğrencimizde yükseköğretim kurumları sınavına girdiler. Toplamda 3 milyon 808 bin yavrumuz, gencimiz. Hedefleri iyi bir lisede öğrenim görmek ve sonrasında iyi bir üniversiteye girebilmek. Bütün çocuklarımızın nitelikli bir eğitim alması görevi Millî Eğitim Bakanlığına verilmiş. Ama bakanlık kendi okullarını nitelikli ve niteliksiz diye ikiye ayırmış durumda. Türkiye genelinde 2 bin 60 liseye merkezi sınav puanına göre öğrenci yerleştirilecek. Bu kapsamda, sınavla öğrenci alan okullara toplam 174 bin 160 öğrenci alınacak. Anadolu liselerine 56 bin 396, fen liselerine 36 bin 980, sosyal bilimler liselerine 10 bin 142, Anadolu imam hatip liselerine 36 bin 712, mesleki ve teknik Anadolu liselerine 33 bin 930 kontenjan ayrıldı. Sınava kaç kişi girmişti? 1 milyon 200 bin, geriye kalan yani bakanlığın deyimiyle “nitelikli olmayan” okullara ise 1 milyon 25 bin öğrenci yerleşecek. Bu kadar aile mutsuz. Ama unutmayalım yaklaşık bir bu kadar aile geçen yıl, önceki yıl, daha önceki yıllarda mutsuzdu. Yani sınava çocuğu girip de mutlu olmayan kronik aileler geleneği bir tür. Aynı şekilde üniversite sınavları için de önemli bir mutsuz aile kitlesi olacak.
Aslında bu eğitim sistemi mutsuz ediyor aileleri. Okul öncesi kurumlarda başlıyor tercih kaygıları, sonra ilkokula kayıt, iyi bir öğretmene yazdırma, sonra ortaokul ve ortaokul sonrası lise giriş sınavları ile katlanarak devam ediyor. Bu mutsuzluk sistem dışındakiler kadar sistem içindekileri de mutlu edemiyor. Doktora sonuna kadar sistemde kalıp da mutlu öğrenci sayımız giderek azalıyor.
Temel sorun hikâyede olduğu gibi sorunu yaşadığımız seneyle sınırlı kalması. Bu yıl 4 milyona yakın aile sınavla haşır neşir oldu. Ama bu, bu yıl unutuluyor, seneye yeni milyonlar mutsuzluğa hazırlanıyor. Bana ne dediğimiz için sistemi zorlayıp sorgulayamıyoruz. Aslında çok zeki diye hep övündüğümüz çocuklarımızın çok zeki olmadıklarını 18 yaşından sonra anlayabiliyoruz. Acaba çocuklarımızın var olan potansiyellerini eğitim sistemi mi aşağıya çekiyor yoksa çocuklarımız beklediğimiz kadar zeki değiller mi?
Sadece sınavla ilgili bir kayıtsızlık değil aslında tepkisizliklerimiz. Ataması yapılmayan öğretmenlerimizin sayısı neredeyse milyona yaklaştı. Çok etkili platformlarda haklarını savunabiliyorlar ama atandıktan sonra unutuluyor. Ya işe girerken ya da okullara girerken verilen mücadeleler sonrasında unutulmuyor mu?
Sadece eğitimle ilgili ailelerin problemi değil sistemin nitelikli olmaması. Bundan birkaç yıl önce bir iş insanının gelen cv’leri okumayı bile kendime zûl sayıyorum, çok boş” dediğini hatırlıyorum. Doğal olarak nitelikli yetişme olmayınca nitelikli ekonomi ve üretim olmuyor. Sonrasında da bugün yaşadığımız sorunlar karşımıza çıkıyor.
Toplumsal bir dayanışmadan uzaklaşmak mı bu kayıtsızlık yoksa farenin izlediği gibi yorgunluk sonrası suskunluk mu?
Eflatun “Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir” demiş, hep bilip konuşmak ümidiyle…..