İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Fox TV’de yayınlanan “İsmail Küçükkaya ile Demokrasi Meydanı” programına konuk oldu. İmamoğlu, programda özetle şöyle konuştu:
''SORUŞTURMA YAZISINI OKUDUĞUMDA DEHŞETE DÜŞTÜM''
Cuma günü, bana soruşturma yazısı geldi. Okuduğumda dehşete düştüm. Bu arada Meral Akşener'e duyarlılığı için çok teşekkür ediyorum. Cuma günü, ben, bu yazıyı aldıktan sonra benim Akşener'e bir ziyaretim oldu. Sizin programınıza katılacağını bilmiyordum. Kendilerine bahsettim, çünkü çok üzüntülüydüm. Dehşet içindeydim. Anayasa’nın 123’ncü maddesine göre, idare bütünlüğünü bozucu bir eylemde bulunduğum iddiasında bulunuyor müfettiş. Daha ötesi; tam 1 sayfa, ‘Bölücü devlet otoritesi tanımaz’ gibi benimle ilgili imada bulunuyor. Hadi oradan ya. Sen kimsin ya? Bir kere, bölücülük yapan kendisi. Bunu yazıp, bir iddianame düzenleyip, benden ifade isteyen kendisi. Bazıları ortaya çıkıp diyecek ki; ‘Bölücülük yok, algı yapıyor. Sadece kamu kaynağını israf etmekten ifade etmekten isteniyor filan…’ Geçin bu işleri.
''İSTANBUL’UN ÇILGINLIĞA TAHAMMÜLÜ YOK''
Kanal İstanbul projesi, bir seçim projesidir. Adı da ‘çılgın proje’. İstanbul’un çılgınlığa tahammülü yok. İstanbul’u zaten çıldırttınız. Bu, çılgın proje kavramı ile 2011’de ortaya atılan bir proje. Tam 9 yıl sonra, tartışmalı bir ÇED raporuyla bir daha gündeme geldi. ÇED raporuna, ben dahil, on binlerce İstanbullu vatandaş itiraz başvurusu yaptı. Onlarca dava açıldı. Benim de davam var; şahsi de var, kurumsal da var. ‘Daha dava süreçleri bitmemiş, ÇED raporu netleşmemiş’e ne denir biliyor musunuz teknik dilde? O, henüz proje değildir, tasarıdır.
''DEVLET PROJESİ DİYE BİR KAVRAM YOK''
Buradaki arazilerin yüzde 70'i, artık şahıslara ait. İlk açıklandığında tanım şuydu: ‘Bu projenin detaylarını, kimseye açıklamayacağız. Herhangi bir avantaj sağlanmasın istiyoruz.’ Bugün, yüzde 70’i, şahsi mülkiyetleri ait. Bizim tespitlerimize göre, sadece 3-5 yıl içerisinde 40 milyon metrekaresi yeni el değiştirmiş. (Kanal İstanbul güzergahını gösteren haritayı göstererek) Şu ne biliyor musunuz? O müfettişe söylüyorum; ‘Müfettişin dilini ben yazdırdım, ben imza attırdım’ deyip tarafsızlığını yitiren, Sayın İçişleri Bakanı’mıza da söylüyorum: Bölücülük budur. Şimdi tutturdular, ‘devlet projesi.’ Böyle bir kavram yok. Bu bir, seçim propagandası. Günün sonunda o kadar kişiselleşmiş ki; yüzde 70’i şahsileşmiş bir arazi bir proje; nasıl devlet projesi. ‘Çevre’ ve ‘şehircilik’ bakanımız, Boğaz’la burayı anlatırken, binlerce kilometrelik yolu dolanmasınlar diye yapılan Süveyş ve Panama ile eşdeğer tutarken, Montrö’yü de unutuyor. 5 gündür konuşuluyor bu konu. Kimse arayıp, ‘Sayın İmamoğlu, bu konuda sen ne düşünüyorsun’ demiyor.
''KAMU ‘KAYNAĞI’ MI KAMU ‘KAYMAĞI’ MI?''
Yazılı ifademde, bunun bir devlet projesi olmadığını, böyle bir ifade da bulunamayacağını söyledim. Gelelim, bunun kamu kısmı bölümüne. Biz, mücadelemizi çocuklar için veriyoruz. Tek bir kuruşun hesabını, onlar için veriyoruz. Ama asıl benim bağırmam lazım, ‘Ey müfettiş, ey İçişleri Bakanı; neredeydiniz’ diye bağırmam lazım. Seçimde, rakibim, İBB’nin araçlarıyla seçim kampanyası yaparken, neredeydi kamu kaynağı? Acaba o ‘kamu kaymağı’ mıydı?
İçişleri Bakanı, devletin helikopteri ile Gaziosmanpaşa’ya indiğinde, bu titizlik neredeydi? Cumhurbaşkanı, İstanbul’da günde beş miting yaptı. Ben bu mitinglerin maliyetini biliyorum, çünkü bütün bu maliyetin kaynağı bizim kampanya ekibimizden çıktı.
İçişleri Bakanlığı, tarafsızlığını yitirecek bir makam değil. Sadece ifade vermekle kalmayıp, bütün yasal haklarımı kullanacağımı belirtmek isterim.
''BEN SORUMLU BİR YÖNETİCİYİM, ARKAMA YASLANIP SEYRETMEM!''
“İstanbul’daki ve Türkiye’deki durumla alakalı çözümü nasıl bulacağız? İBB’de, nisan-mayısta yaklaşık 800 olan vaka sayısı, şu anda 2000’i aştı. Bu, neredeyse 3 katına gidiyor anlamına gelir. İBB’nin oluşturduğu Bilim Danışma Kurulu diyor ki, ‘Bu çok hızlı büyüyor, çok hızlı bulaşıyor, artık çok yaygınlaştı; kapanma şart.’ Çıktım, açıkladım. Allah aşkına, alınan tedbirlerden siz bir şey anladınız mı? Ben hiçbir şey anlamadım. Bu iş, ciddi bir iş artık. Sağlık çalışanlarının ve Sağlık Bakanı’nın özverili çalışmalarını biliyorum, ama kapanma yapmak zorundayız. Elbette, zor durumdayız. Ama demediler mi; ‘Güçlü devlet, zor zamanlarda milletinin yanında olan devlettir.’ Söylediler; hep beraber yanında olacağız. Yarın, öbür gün önünü alamayacağımız bir seviyeye çıkma ihtimali ve riski var. Önce insanımızı yaşatacağız.
Devlet, insanını yaşatır. İBB Başkanı istemez yani bunları konuşmayı. Kolaycılık nedir? Yaslan arkana, seyret! Nasılsa karar alma yetkisi bizde değil. Yapamam tabii. Ben, sorumlu bir yöneticiyim.
''VAKALI, OTOBÜSE BİNİNCE ANLAŞILSIN''
HES uygulaması var. Gayet güzel. Beni; Bakan haksız bulmuyor, Vali Bey haksız bulmuyor. Yalvarıyoruz, diyoruz ki; ‘Bulaş sayısını azaltmak adına çok değerli bir şey HES uygulaması, tebrik de ediyorum, eyvallah. Otobüslerde HES uygulamasını yapalım. Hastaların bilgisini bize verin. Biz, onları sistemden iptal edelim, hatta bir hasta otobüse bindiği zaman, öyle bir alarm sesi çıksın ki orada, hasta olduğu belli olsun ve gerekli işlem yapılsın.’ Kişisel verilerin paylaşımı gibi şeyler söylüyorlar. Ya ben devletin bir parçasıyım; yapmayın. Şuna dönüyor iş: ‘Efendim siz bize, binenlerin listesini yollayın. Biz bakalım hangi hastalar binmiş.’ Bindikten 1 gün sonra yollasam ne olur? Entegrasyon ve bir arada çalışma düzeni olmazsa, olmaz.
''YABANCILARA DA HES UYGULAMASI YAPALIM''
İstanbul’da başka bir şey var: Bugün, cuma günündeyiz. Cuma namazını, geçen hafta Aksaray’daki tarihi Murat Paşa Camii’nde kıldım. İçeri girdim; cemaatin yüzde 70’i yabancı uyruklu. İmam efendi, düzeni bozanları kendi uyarıp kaldırmak zorunda kaldı. Oradaki yabancılar, bizim tedbirle ilgili anlattıklarımızın ne kadarını anlıyor? Birleşmiş Milletler raporuna göre; İstanbul’da, 1 milyon 660 bin civarında mülteci ve sığınmacı var. Esenyurt’ta ‘Miss Uganda’ seçildi! Buradan İçişleri Bakanlığı’na çağrıda bulunuyorum. Bize, HES uygulaması yapan ülkelerin listesini versinler. Biz de yabancılara, ülkemize girişlerinde HES uygulaması yapalım. Kış geliyor, insanlar dışarda namaz kılamıyor, içeri yığılmaya çalışıyor. Ben, buradan İstanbul Müftüsü’ne, Valimize çağrı yapıyorum. Cuma ile ilgili tedbir alsınlar. Daha önce alındı. Bir süre gidilmedi. Bakın kapanma; 3 hafta kapanma. Camiyi, otobüsü konuşarak bir yere varamayız. Belçika, bizim 8’de 1’imiz. Bizde, 2-3 kat fazla hasta var, 2-3 kat fazla vefat var oradan. Eğer biz, bu kadar başarılıysak, kurban olayım bunu bütün dünyaya anlatalım.
''SADECE İSTANBUL’DA BİR GÜNLÜK SAYI 180''
Benim vefat sayılarındaki artışla ilgili sosyal medya paylaşımlarımdan sonra Sayın Bakan beni aradı, ‘Ya işte Twitter üzerinden olmasaydı…’ dedi. Sayın Bakan dedim; ‘Bu sayı meselesini ta Nisan'dan beri sizinle paylaşıyorum.’ Ben, iki-üç defa kendisini aradım bu konuda. ‘Bana bambaşka şeyler anlattınız’ dedim. Ben, bugün yakın çevremde yaşıyorum ve gerçekten tereddüt duyuyorum. Şu anda hastanelerde yer bulmakta zorluk çekiyor insanlar. ‘Biz, gerekli tedbirler için çalışıyoruz’ dedi. ‘Ben, size yardımcı olmak istiyorum. İşin büyüklüğünü göstermek istiyorum’ dedim. 17 Kasım'daki toplam vefat sayımız ne biliyor musunuz? 410. Aynı gün bulaşıcı hastalıktan vefat sayısı, 164. Sadece İstanbul'u söylüyorum. 18 Kasım; toplam vefat sayısı 424, bulaşıcı hastalık sayısı 167. Dün, ben salondayım Meclis’te. Gece 11'de bitti. Üzüntüden bir ara yüzüm düştü. 441’e ulaştı dün toplam vefat sayısı. Bulaşıcı hastalıktan ölen toplam vefat sayısı, 180. Sadece İstanbul'da.
''İSTANBUL TARİHİNDE İLK DEFA DÖRTYÜZLÜ SAYILAR GİDİYOR''
Son 3 gün, İstanbul tarihinde ilk defa dörtyüzlü sayılar gidiyor. Geçen yıl Kasım ayında günlük ortalama vefat ne biliyor musunuz İstanbul'da? Günlük ortalama yaklaşık 205. İki katını aşmış. Bizim, İstanbul’da, 1 Mart’tan 19 Kasım’a kadar ulaştığımız vefat sayısı, 10 bin 681. Sadece İstanbul. Feryat ediyorum: ‘Hep beraber, el birliğiyle 3 haftalık kapanma istiyorum.’ İBB Bilim Danışma Kurulu’muz, hazırladığı raporda, ‘Tam kapanma olmadığı sürece, istenilen sonuç alınamayacak, sınırlı tedbirler bu anlamda daha ciddi sonuçlar doğuracak bir dönemi başlatabilir’ diyor. Biz, hatırlayın milli bayram, dini bayramlara denk gelen dönemlerde biz, 11-12-13 gün tatil yapmış bir milletiz. Alışığız yani işletmelerimizi kapatmaya. Lütfen yapalım. İnsanlarımızı yaşatacağız. Ekonomiyle ilgili zorluklarımızı hep beraber aşacağız.
''KANAL İSTANBUL İÇİN BAKANI KAÇ KERE DAVET ETTİK AMA GELMEDİ''
Sayın Bakan'a (Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum) kısa ve öz bir cümle söylemek istiyorum: Makamının adında, ‘çevre’ ve ‘şehircilik’ geçen bir bakanın, burada yapılacak, ‘Boğaz’ın özgürlüğü’ dediği kanalı, Süveyş’le Panama ile paralel tutması... Yani ne diyeyim? Tanımlayacak laf bulamıyorum. İrtibattan bahsediyor Sayın Bakan. Kaç tane davetimiz var. Sunumumuz var, brifingimiz var, panelimiz var kanalla ilgili. Ben, kaç kere davet ettim. İlgi duyup davetimize icabet ettiler mi; etmediler. Temsilci yolladılar mı; yollamadılar. Onunla da yetinmedim. Çalıştayın kitabını yaptım, kendi makamlarına yolladım. 30'a yakın bilim insanı, raporlarını kitap haline getirdi; onu yolladım. Dönüp, 'Sayın İmamoğlu ne düşünüyorsunuz' dediniz mi Sayın Bakan? İstanbul’a geldiniz bu kritik dönemlerde, süreçlerde. ‘Sayın İmamoğlu, 2 saat şu konuyu konuşalım, anlat bize’ dediniz mi? Melen’den örnek verdi. Melen ile ilgili, Cumhurbaşkanı rahmetli Demirel, yanına DSİ Genel Müdürü'nü alıyor, yanına bakanını alıyor, İstanbul’a geliyor, Melen’le ilgili, şimdiki Cumhurbaşkanı’mız Sayın Erdoğan'ı belediye başkanıyken ziyaret ediyor.
''DEPREM HAZIRLIKLARI İÇİN 350-400 MİLYARLIK BÜTÇE GEREK''
Deprem konusunda, o kadar hassas ve titiz davranmaya çalışıyorum ki. Örnek verirken de ‘A partisi B partisi’ diyorum. Ben, bu konuyu milli mesele sıfatına getiriyorum. Deprem bir devlet stratejisi, milli bir seferberlik. İstanbul depremi, gerçekten Türkiye’nin bağımsızlık sorunudur. İstanbul öksürse, bütün Türkiye’nin kalbi sıkışır. İthalatın yüzde 50’si, ihracatın yüzde 60’ı, milli gelirin yüzde 35-40’ı İstanbul’da. Konuşmamız gereken asıl soru, ‘Depremden sonra ne yapacağız’ değil. Konu; ‘Esas biz oraya kadar ne yapacağız?’ Bunu konuşmamız lazım. İstanbul’un güçlendirilmesi değil, dönüştürülmesi şarttır. İstanbul’un dönüştürülmesinin bedeli, en az 350-400 milyarlık bir bütçedir.
''İNSANLAR EVLERİNİ TEST ETTİRMEK İSTEMİYOR''
2018’de yapılan bilimsel araştırmaya göre, deprem sonrasında en az 48 bin bina ağır hasar alacak. Bu yıkılması anlamına geliyor. 146 bin bina ise orta hasar. Biz, pilot bölge olarak Avcılar ve Silivri’de testeler yapıyoruz binalara. Bazen elimiz, kolumuz bağlı kalıyor. Silivri’de yüzde 30, Avcılar’da yüzde 21 oranında vatandaşımız bize evini test ettirtmiyor. Bu gerçekle yüzleşmek istemiyor. Çünkü, henüz ona bir imkan sunmamışız. Sayın Bakan’ı da dinledim, kimsenin iyi niyetinden şüphe etmiyorum; ama bu stratejiyi bütüncül hale getirmezsek depreme çözüm bulamıyoruz. İyileşir, iyileşmez İzmir’e gittim. Ben, karantinamın son iki gününde, Bakanı’nın makamını arayıp, ‘Eğer kendileri Cuma İzmir’deyse gelip, kendilerini ziyaret etmek istiyorum’ dedim. Olumlu dönüş yapıldı; ama son gün iptal edildi.
''LÜKS BİNALAR DÖNÜŞÜM DEĞİLDİR''
Deprem Konseyi’nin öneminden bahsetmek istiyorum. Lüks binalar, dönüşüm değildir. Bağcılar, Bahçelievler örnekleri kentsel dönüşüm örneğidir. Yalnızca devlet kurumlarını değil, bankalar ve sigorta kurumları gibi finans kurumlarını da katacağız, ortak akılla siyaset bulaşmayacak. Dün, bir oy birliği ile bir düzenleme geçti Güngören için. Daha önce de Avcılar’da geçmişti. Bu düzenlemeyle artık insanları, ruhsat ve imarı varsa, eski binadan yeni binaya aynı haklarla geçebiliyorsunuz. Buna ihtiyaç, kentsel dönüşümde eskiden yapılan faaliyetlerinde eski ile yeni binanın planlarında olan farklılıklardan dolayı vatandaşlarımızın çekincelerinden doğdu. Diyelim ki, vatandaşın beş katlı binası var, yine yerine yapılan daha az katlı olmayacak, 5 katlı olacak.
''POLİTİKALARIN İŞ BİRLİĞİNE DÖNMESİ LAZIM''
Kentsel dönüşümde bir finans modelimiz var. Vatandaş ile müteahhidi baş başa bırakıp, sorun yaşattırmaktansa, anlaşmazlığa müsaade etmeyelim. Finans modelimiz; bir tarafta KİPTAŞ, TOKİ veya ilçe belediyesinin başka bir kurumu, vatandaş, müteahhit ve bankadan oluşan bir düzen. Vatandaş, KİPTAŞ ile anlaşsın, sonra bankadan finansmanını bulsun, ehliyeti olan müteahhitlere bu iş verilsin ve vatandaşın binası dönüşsün. Dönüşme esnasında ortaya çıkabilecek faydalardan, vatandaş faydalansın. Parası yetmiyorsa bankalarla, ki biz iletişim halindeyiz bankalarla, düşük faizli kredi anlaşmaları yapsın. Düşük faizli, uzun vadeli ödemelerle vatandaşın sorununda çözüm sağlayalım. Bu metotlarla, Bağcılar’da 190, Tuzla’da 150 bağımsız bölümü dönüştüreceğiz. Ama bu politikaların iş birliğine dönmesi lazım.
''SAYIN BAKAN FİKRİMİZİ BEĞENDİ''
Bakan ile şubat ayında konuştuğumda, kendisi bu fikrimizi beğendi, hatta programına da eklemek istediğini belirtti. ‘Onur duyarım’ dedim. Heyetlerimizi görüştürmek istedim. Araya afetler ve pandemi girdi. Geçenlerde heyetimiz gitti Ankara’ya. İki önemli noktası vardı gezinin; biri deprem konseyi, bir diğeri de Fikirtepe’deki kötü manzaranın çözümü. Anlatılan iki konudan deprem konseyine çok pozitif baktılar ama 2.5 ay geçti. Ben ne davet bekliyorum ne de benden davet beklesinler. Sayın Bakan’a istirhamım: şehircilik sorunlarını, Kanal İstanbul gibi sorunlarda bizimle buluşmasını isterim. Bakan’ın bana ‘Ne zaman istedin de görüşemedik’ gibi bir sözü var. Aslında o, öyle değil. ‘Lütfen deprem konusunda derhal buluşalım, elimizde ne varsa sizinle paylaşacağız’ diyeceğim.
''ENGELLEMENİN DANİSKASI''
UKOME temsilcilerinde bir değişiklik yapıldı. Konuyla ilgisi olmayan temsilciler gönderildi. Eminim onlar ve amirleri de ‘Biz, buraya neden geldik’ diyordur. Siyasi mekanizmayı, belediyenin karar alma mekanizmasından fazla temsilciye sahip olsun, çoğunluk olsun diye istiyorlar. İşi engellemenin daniskasıdır. Ancak çok büyük destek var. Ben, taksi plakası üzerinden rant elde etmeye çalışan bir avuç insana karşıyım. Plaka sahibinin ve taksi esnafının yanındayım. Dünyanın en kötü taksi hizmeti veren şehirlerinden biriyiz. Taksici kazanmıyor. Kira fiyatları tavan. Kazanmayınca hat ve yolcu seçiyor. Tam 30 yıldır taksi sayısı artmıyor. Bu olumsuzluklar birleşince, başka aktörler devreye sokuluyor. Bundan herkes rahatsız. Emekçi de mutlu değil. Bunu düzelteceğiz. Ulaşım akademisi kuracağız. Bu akademide taksici olacaklara, bir statü kazandıracağız, sertifika vereceğiz. Taksiciyi güvence altına alacak bir protokol metni kazandıracağız. Dijital ödeme getireceğiz. Boş yere trafikte gezdirmeyecek bir sistemle taksileri donatacağız. Kente özel bir taksi modeli çalışacağız. Sürücünün güvenliği, toplum sağlığını koruyacağız. Koyacağımız düzenle esnaf, İstanbullu herkes kazanacak. IKOME karar alacak biz İstanbulluya 5 bin taksinin stratejisini hazırlayacağız. Kiralama modeliyle ihaleye çıkacağız.