Gazeteciler Cemiyeti, toplumsal olaylarda ses ve görüntü alınmasını yasaklayan Emniyet Genel Müdürlüğü genelgesinin iptali için, Danıştay’a başvurdu. Dilekçede; gazetecilerin haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini kullanabilmesi için sesli ve görüntülü kayıt alma özgürlüğünü kullanabilmesi gerektiği kaydedildi. İptal başvurusunda kötü muamele görüntüsünün, özel hayatın gizliliğini ihlal değil, suçun ihbarı anlamına geleceği vurgulandı.
Gazeteciler Cemiyeti; Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 1 Mayıs İşçi Bayramı öncesinde yayımladığı genelge ile kamusal alanda görev yaparlarken kolluk kuvvetlerinin ses ve görüntü kaydının alınmasını engelleyen genelgeye karşı dava açtı.
Dava dilekçesinde; özel hayatın gizliliği, kişisel verilerin hukuka aykırı işlenmesi ve paylaşılması gerekçe gösterilerek yayınlanan genelgenin hukuka, ahlaka ve idare hukukuna hakim tüm ilke ve idari işlemin tüm unsurlarına aykırı olması nedeniyle iptal davası açılmasının zorunlu hale geldiği belirtildi.
Gazeteciler Cemiyeti adına Avukat Gökhan Tekşen’in sunduğu dilekçede, Gazeteciler Cemiyeti’nin; gazete, dergi, radyo, televizyon ve internet alanlarında gazetecilik niteliğindeki görevlerde çalışanları ve çalıştıranları bir araya getirme, mesleki ve sosyal haklarını koruma, geliştirme, meslek ilkelerini savunma, düşünce, iletişim ve basın özgürlüğünün tam olarak gerçekleşmesini sağlama, gazetecilik mesleğinin özel amaç ve çıkarlara alet edilmesini engelleme şeklindeki amaç ve sorumlulukları hatırlatıldı.
"BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNE AÇIKÇA AYKIRI"
Dilekçede, gazetecilik mesleğinin temel ilkeleri uyarınca gazetecinin; bilgi ve haber alma, yorum yapma ve eleştirme özgürlüklerini ne pahasına olursa olsun savunduğu anımsatılarak, gazetecilerin bu haklarını kullanabilmesi için de sesli ve görüntülü kayıt alma özgürlüğünü kullanabilmesi gerektiği kaydedildi.
Genelgenin, derneğin ve dernek üyesi olsun olmasın tüm gazetecilerin çalışma hürriyetlerine ve de şüphesiz basın özgürlüğüne açıkça aykırı olduğu vurgulanarak, özel hayatın gizliliği kapsamında çıkarılan genelgede, öncelikle “özel” ve “kamusal” ayrımının yapılmasının gerektiği belirtildi. Dilekçede, bu ayrım için şu değerlendirmeler yapıldı:
“Özel hayatın gizliliğinden bahsetmek için özel alan ve kamusal alan ayrımını yapmak gerekir. ‘Kamusal alan’ ve ‘özel alan’, Batı Avrupa toplumlarının sosyal ve siyasal koşullarında oluşmuş ve yine bu bağlamda anlam kazanmış birbiriyle ilişikli iki farklı olguyu ifade etmektedir. ‘Kamu’, Türkçe sözlükte ‘Hep, bütün’, ‘Bir ülkedeki halkın bütünü’ anlamlarına gelmektedir.
‘Kamu alanı’ ise ‘kamu otoritesinin geçerli olduğu yer, çoğulculuğun, renkliliğin ve özgürlüğün olduğu alan ve kamu görevlisinin bulunduğu her yer’ olarak karşılık bulmaktadır. Kolluk kuvvetlerinin görevlerini ifa ederlerken kamusal alanda bulundukları gerçeği izahtan varestedir. Başka bir ifadeyle; kolluğun ifa ettiği görev esnasında özel hayattan ve buna bağlı olarak pek tabi özel hayatın gizliliğinden bahsedilemez. Bu bağlamda davaya konu idari işlemin sözde gerekçesini de kabul etmek mümkün değildir.”
Ayrıca, dilekçede; polisin, görevini ifa ederken özel hayatının olmadığı ve basın mensuplarının böyle bir sansürü kabul etmek zorunda olmadığı vurgulandı. Kolluk güçlerinin böyle bir engelleme şeklinde kuvvet kullanmaları halinde Türk Ceza Kanunu kapsamında suç işleyeceklerinin aşikar olduğu ve kolluk kuvvetlerden birinin bir vatandaşa kötü muamele yapması ve bunun sosyal medyada yayınlanması özel hayatın gizliliği değil, suçun ihbarı niteliğinde olduğu kaydedildi.
"ÇOĞULCULUĞU SAĞLAMAK HER DÜŞÜNCENİN SERBESTÇE İFADESİNE BAĞLIDIR"
Son olarak devletin varlık sebeplerinden birinin vatandaşlarını zulümden, baskıdan, işkenceden korumak ve kollamak görevi anımsatılarak, vatandaşa eziyet eden kolluk görevlilerini özel hayatın gizliliğinin ihlali diyerek koruyup kollamanın, hak ihlallerine, işkenceye, kötü muameleye zemin hazırladığına dikkat çekildi. Kamuoyunun bu tür gelişmelerden haberinin olmasının, Anayasal ve yasal hakkı olduğuna dikkat çekilen açıklamada gazetecilerin de bu hakka hizmet ettiği vurgulandı.
Dilekçede, “İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır” denildi.