MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM grup toplantısında; İsrail ve Filistin arasında süren çatışmalara ilişkin “İlk olarak ateşkes rejimi derhal tesis edilmeli; taraflar itidal, sükunet ve aklı selim bir çizgiye eş zamanlı olarak gelmelidir. Hükümetin yapıcı dengeli ve sorumlu duruşu takdire şayandır... Ayrıca Birleşmiş Milletler acilen devreye girmelidir. Daha fazla can kaybının yaşanmaması hususunda uluslararası toplum duyarlı hareket etmek mecburiyetindedir. İkinci olarak; Filistin ile İsrail arasındaki çatışmaların bölgesel bir nitelik kazanmadan hatta küresel alana sıçrama ihtimalini de hesaba katarak taraflar arasında barış görüşmelerinin ortamı süratle inşa edilmelidir” dedi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bugün TBMM grup toplantısında konuştu. Konuşmasının büyük bir bölümünü İsrail- Filistin arasında süren çatışmalara ayıran Bahçeli, şunları söyledi:
"BİR ZAMANLAR HAKİMİYETİMİZ ALTINDA BARIŞ, HUZUR VE HOŞGÖRÜYLE YÖNETİLEN COĞRAFYALAR BUGÜN ZULMÜN VE ZULMETİN TUTSAĞIDIR"
"Bir zamanlar hakimiyetimiz altında barış, huzur ve hoşgörüyle yönetilen coğrafyalar bugün zulmün ve zulmetin tutsağıdır. Devam eden bu tutsaklığın bedelini en ağır şekilde ödeyen ve maalesef hiçbir suçu ve günahı olmayan mazlumlardır. Emzikli bebekler katledilmektedir. Parkta, bahçede, oyun alanlarında koşup oynayacak, gülüp eğlenecek çocuklar vahşi saldırılara maruz kalmaktadır. Hiç abartısız ifade etmek gerekirse; Türk-İslam medeniyetinin gönlü yaslı, gözleri yaşlı, gövdesi yanıktır. Bu kadarı da olmaz dediğimiz ne tür bir dram ve trajedi varsa zaman içinde olmuş, oluşmuş ve masum yüreklere taş gibi oturmuştur. Şöyle bir çevrenize bakınız. Mazisi on yıllara dayanan nerede bir haksızlık varsa, nerede hukuksuzluk kök salmışsa, nerede insan ve inanç hakları ağır ihlallere uğramışsa işte oralarda şiddet vardır, baskı vardır, çatışma vardır. İnsani felaketler dayanılmaz noktadadır.
Emperyalizmin engellemesiyle çözüm yolları kapatılan kontrol edilebilir kaos sahası olarak kademelerinden sorunlu coğrafi bölgeler istikrarsızlığın ve insani yıkımların kaynağıdır. Kabil'den Keşme'ye, Kerkük'ten Kırım'a, Karabağ'dan Kıbrıs'a, Kaşkar'dan Kudüs'e varıncaya kadar katılaşan itilaflar, kabaran ihtiraslar, kutuplaşmadan beslenen ilkellikler ölüm ve tehlike saçmaktadır. Medeniyetler beşiği Orta Doğu'da binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan üç semavi dinin kesişme noktasında bulunan Filistin tam bir asırdır felaketlerin pençesinde, mağduriyetlerin çemberindedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflayıp çöküşüyle alevlenen İsrail-Filistin cepheleşmesi 75 yıldır uluslararası toplumun en karmaşık sorunlarından birisidir. 1917 yılında fiilen başlayan İngiliz yönetimi 16-19-26 Nisan 1920 tarihlerinde yapılan San Remo Konferansı'yla garanti altına alınmış, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin 24 Temmuz 1922 tarihinde aldığı 28 maddelik bir kararla da Filistin'deki İngiliz manda yönetiminin esasları belirlenmiştir.
"İKİ DEVLETLİ BİR ÇÖZÜM GERÇEKLEŞMEDEN ŞİDDET SAHNELERİNİN SON BULMASI NEREDEYSE HAM BİR HAYALDİR"
Ne zaman ecdadımız Filistin topraklarından çekilmiş ne zaman fitne, melanet ve hıyanet çevikleşmiş işte o zaman kriz, kavga, karışıklık ve karmaşa dalga dalga büyüyerek bugünlere kadar gelmiştir. Filistin sorunu içinden çıkılması çok zor bir girdaba sürüklenmiştir. Bu sorun aynı zamanda bölgesel barış ve istikrarı zedelemiş, dahası dünyanın huzur ve güvenliğini tehdit eden bir seviyeye ulaşmıştır. Kaçınılmaz bir ihtiyaç olan iki devletli bir çözüm gerçekleşmeden, silahların susması, kanın durması, şiddet sahnelerinin son bulması neredeyse ham bir hayaldir. Devam eden çatışmaların sebeplerini konuşmak yerine sonuçlar etrafında polemik üretmek faydasız ve boşuna bir emektir. Adil ve kalıcı bir barış zemininin inşasını sağlayacak dirayet ve feragat karşılıklı olarak gösterilmediği müddetçe İsrail-Filistin sorununda bir arpa boyu mesafe alınması imkansızdır. Kaldı ki bugüne kadar farklı bir durum vasat bulmamıştır.
7 Ekim 2023 Cumartesi günü Hamas'ın binlerce füzeyi fırlatıp İsrail'a sızmasıyla başlattığı Aksa Tufanı operasyonu müteakiben İsrail'in Demir Kılıçlar operasyonunu devreye almasıyla şiddetlenen kanlı hesaplaşma nihayet taraflar arasında bir savaşa dönüşmüştür. Tırmanan sıcak ve silahlı çatışma ortamı kaygı verici boyutlardadır. Üzüntümüz yüzlerce sivil ve masum insanın ölmesi, binlerce insanın da yaralanmasıdır. Kimden gelirse gelsin, maksadı ne olursa olsun, kadın, çocuk ve yaşlı demeden savunmasız insanların hedef alınması felakettir. Bunun yanında barış çabalarına vurulmuş prangadır. Çözüm arayışlarını da dinamitlemektedir. Sivil can kayıplarının haklı ve geçerli bir bahanesi olamaz, olmaz. Haksızlıklara çanak tutularak insanlık vicdanını yaralayarak, inanç ve insan hürriyetini sakatlayarak, meşru ve hukuki bir hakkın savunulması yapılmaz, yapılamaz. İsrail-Filistin arasında baş gösteren geniş çaplı krize sağduyu ile yaklaşmak, normalleşmesinin süratle teminini sağlamak, biran evvel arabulucuları devreye sokmak uluslararası toplumun acil gündemi olmalıdır.
"SİVİL VE MASUM CAN KAYIPLARINDAN SAHNELENEN İNSANLIK DIŞI MANZARALARDAN ZİYADESİYLE RAHATSIZ OLDUĞUM TARTIŞMASIZDIR"
Ülkemizde ise bazı sözde yorumcu ve yarım akıllı uzmanların yaptıkları değerlendirmelerini subjektif ön yargıların güdümünde meseleye yüzeysel bakmalarını hayretle karşıladığımızı özellikle belirtmek istiyorum. Hamas'ın saldırı hazırlığından İsrail'in ne için haber alamadığını, Demir Kubbe'nin nasıl delindiğini, çatışmaların arka planında siyasi bir kurgunun bulunup bulunmadığını, çatışmaların iç siyasette sıkışan Netenyahu'nun bir oyunu olup olmadığını tartışanlar işin özünde Filistin davasını anlamayan, anlamak istemeyen hatta siyonist yayılmacılığa sempati besleyip selam duran meczup ve melez zihniyetlerdir. Geçmişte İsrail saldırılarına ses çıkarmayanların bugün İsrail'in holiganı kesilmeleri müzminleşmiş akıl dağılması ve utanç duvarını aşmış bir aymazlıktır. Bu düşüncelerinden Hamas'ın 7 Ekim operasyonunu haklı çıkarma gayesi taşıdığım anlaşılmamalıdır. Bilakis sivil ve masum can kayıplarından sahnelenen insanlık dışı manzaralardan ziyadesiyle rahatsız olduğum tartışmasızdır.
İsrail yıllarca Filistinli kardeşlerimize zulmetmiştir. İsrail yıllarca Filistinli kardeşlerimize insafsızca, vicdansızca, vandalca saldırmıştır. Dünyanın gözü önünde tarifi olmayan insanlık suçları işlenmiştir. Uluslararası hukuk çiğnenmiş, Birleşmiş Milletler kararları yok sayılmıştır. Bunlardan birisi olan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 22 Kasım 1967 tarihli 242 sayılı kararı, İsrail'in 1967 Haziran ayında işgal ettiği topraklardan çekilmesini öngörmüştü. Ancak İsrail buna yanaşmamış, işgal alanlarını genişletip kanunsuz yerleşim yerleri oluşturma gayesini zor kullanarak sürdürmüştür. Filistin birliğini ve bütünlüğünü sağlayamadığından yani 2 ayrı yönetimin mevcudiyetinden dolayı haklı mücadelesinde devamlı teklemiş, bir türlü sonuç alamamış, meşruiyetini sağlayacak gündemi oluşturamamıştır. Bizim Filistin-İsrail arasındaki ağırlaşan sorunlara hatta 7 Ekim tarihli savaş ortamına bakışımız açıktır ve şu şekildedir:
"İLK OLARAK ATEŞKES REJİMİ DERHAL TESİS EDİLMELİ"
İlk olarak ateşkes rejimi derhal tesis edilmeli taraflar itidal, sukunet ve aklı selim bir çizgiye eş zamanlı olarak gelmelidir. Hükümetin yapıcı dengeli ve sorumlu duruşu takdire şayandır. Diploması ve diyalog kanallarının aktif hale getirilmesinde Sayın Cumhurbaşkanımızın atacağı adımlar desteklenmeli ve sahiplenilmelidir. Ayrıca Birleşmiş Milletler acilen devreye girmelidir. Daha fazla can kaybının yaşanmaması hususunda uluslararası toplum duyarlı hareket etmek mecburiyetindedir. İkinci olarak; Filistin ile İsrail arasındaki çatışmaların bölgesel bir nitelik kazanmadan hatta küresel alana sıçrama ihtimalini de hesaba katarak taraflar arasında barış görüşmelerinin ortamı süratle inşa edilmelidir. Amerika Birleşik Devletleri'nin, Avrupa Birliği'nin ve bazı bölge ülkerinin yaptığı gibi yangına körükle gitmek yerine şiddeti yatıştıran, çatışan taraf unsurları temel haklar ve uluslararası hukuklar ölçeğinde buluşmaya davet edilen bir girişim başlatılmalıdır. Beyaz Saray yönetiminin diaspora ve lobilerin tahriklerine kapılarak, iç siyasi gelişmelerin etkisinde kalarak barış ve çözüm çabalarını sabote etmesinin hiç kimseye bir yararı dokunmayacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Doğu Akdeniz'e uçak gemisi göndermek yerine dostluk ve müttefiklik ilişkileri kapsamında Türkiye'nin barışçıl çabalarını anlayıp desteklemesi, bölgesel ve dünya huzuruna saygın bir destek olarak yankı bulacaktır. Üçüncü olarak; bağımsız, egemen, siyasi ve toprak bütünlüğü tescillenmiş 1967 sınırları dahilinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin tanınması ve temelinin atılması ertelenemez, geciktirilemez bir zorunluluktur. Adalet tecelli etmeden, hak yerini bulmadan, mağduriyetler giderilmeden ikazla belirtiyorum ki sıkılan yumruklar açılmayacak, akan kan durmayacak, huzursuzluk sarmalı tesirini kaybetmeyecektir. Mescid-i Aksa ilk kıblemizdir. Müslümanların şerefidir. Tarihi ve manevi statüsü her türlü tartışmaya her türlü dayatmalara kapalıdır. İki devletli çözüm hedefiyle inanç ve insan hakları teyit edilmelidir. Filistin'in huzuru demek İsrail'in huzuru demektir. Filistin güvencedeyse İsrail'in güvenliği de sağlam esaslara bağlanacaktır. Filistin ve İsrail'in huzuru dünya barış ve huzuruna muazzam bir destektir. Biz huzuru bir insan onuru olarak telakki ediyoruz. Kaldı ki insanlığın huzur bulmasını amaçlıyoruz.
"ALLAH KORUSUN YENİ BİR DÜNYA SAVAŞINA AÇILMA İHTİMALİ GÜNDEN GÜNE ARTIŞ KAYDETMEKTEDİR"
Hangi kültür, inanç, medeniyet ve millete mensubiyet duyarsa duysun insanlara ortak anlam, değer ve hayat şartlarına el birliğiyle asgari müştereklerde buluşarak kademe kademe oluşturulabileceğine inanıyoruz. İnsanlığın huzurlu ve mutlu geleceği için başka bir alternatifte görmüyoruz. Sert hakimiyet mücadelelerinin insanlık mirasını kirleten siyasi, ekonomik ve inanç temelli cepheleşmelerin sonu bize göre uçuruma, Allah korusun yeni bir dünya savaşına açılma ihtimali günden güne artış kaydetmektedir. Daha adil daha eşitlikçi daha güvenli daha yaşanabilir daha hakkaniyetli daha özgür daha fazla hak ve sorumlulukla perçinlenmiş bir dünya mimarisi için ortak akıl ve ortak gelecek çerçevesinde kenetlenmenin bir fırsat olduğu kanaatindeyiz. Hem kendi insanımız hem de tüm insanlığın anlam, değer bunalımına dair sıkıntılar yaşadığı bu dönemde kalıcı ve kapsayıcı bir huzur ikliminin tecellisi amacıyla önerilerimiz vardır.
Bir yanda kendi kültürümüzün diğer yanda da kadim kültürlerin insanı insan yapan değerlerini ve bundan mülhem muazzam emanetlerini hatırlayıp idrak etmeli hayat planımıza bireysel ve toplumsal münasebetlerimize aynen yansıtmalıyız. Ahlaki tutarlılıktan sorumluluk kültürünün ilke ve esaslarından milli ve manevi müktesebatımızın insan merkezli kavrayışından sapma göstermemeliyiz. Huzuru önce iç medeniyetimizde aramalı sonra da dış alemle birleştirmeliyiz. Kim anlamlı, ahlaklı, akıl ve gönül aydınlığıyla yoğrulmuş bir hayat seferinde insani yol kazalarını ruhumuzun derinlerine yuvalanmış bunalım enkazını sabır, şükür, iman ve muhabbet gücüyle kaldırmalıyız. Aklı selim, kalbi selim, zevki selim istikametinde yılmadan ilerleyiş halinde olmalıyız. Her toplumun her milletin kendine özgür bir varoluş serüveni vardır. Eğer dinlemesini bilirsek eğer ciddiyetle bakarsak herkesin, hepimizin ayrı bir hikayesi olduğuna kesinkes şahit oluruz. Hayat bazen durgun bazen de coşkun akan nehir gibidir. Bu nehirde serinlemek kadar boğulmakta söz konusudur. Kendi var oluş gerçeklerimizi özümseyip, haricimizdeki insanların da doğuştan gelen vazgeçilmez haklarına saygı duymalı, hayata ve hadiselere bakış açımızı yeri gelirse bu eksende değiştirmeliyiz.
"SONUÇSUZ HIRSLARIN GETİRECEĞİ SADECE HUZURSUZLUK, SADECE KAMPLAŞMA, SADECE KARANLIK PROJELERDİR"
Huzur günlük değil, ömürlüktür. Stok bir kavram değil, akışkan ve dinamik vasıftadır. Böyle bir huzur bilinciyle kendimizle, yakın muhitimizle, uzak çevremizle uzlaşmalı, bu süreci takviye ve tahkim etmek için insanlık haysiyetine, insanlık değerlerine sahip çıkan, bunun gereğini yapan kim varsa beraberce barış, kucaklaşma ve kardeşlik kuşağının sınır hatlarını çizmeliyiz. Kâinatı bir rahmet bolluğu halinde yaratıp insanı bu rahmetin asli tecelli makamı haline getiren Cenab-ı Allah’ın adıyla bütün varlığı sevgi ve hürmetle bilmeli, benimsemeli ve kalbimize nakşetmeliyiz. Sonlu dünyada sonsuz ihtirasların, sonuçsuz hırsların getireceği sadece huzursuzluk, sadece kamplaşma, sadece karanlık projelerdir. İman hayatımızı; hak bilincinin, sabrın ve gerçek aşkın yaşadığı ve bu uğurda başkalarına da davetkar bir örnek oluşturduğumuz mutlak bir yöneliş, müstesna bir adanmışlık haline getirmeliyiz. Saygı, sevgi ve empati duygularına su vermeliyiz, can vermeliyiz.
Ailemizle olduğu kadar milletimizle, tüm insanlıkla, onları ötekileştirmeden bir ilişki ve irtibat ağı kurabilmeli; arkadaşlık, dostluk ve vefa gibi erdemleri, vakur ve haysiyetli bir tavırla işlemeli, hak yolunda, hayat mizanında kardeş gördüğümüz her insana refik olmalıyız. Birlik ve beraberlik, dayanışma ve yardımlaşma değerlerini en yükseğe taşıyarak, vahdet ilkesini geleceğe yönelik insani, vicdani ve İslami bir sorumluluk olarak hayatımıza ve diğer hayatlara aktarma basiret ve becerisini göstermeliyiz. İnsan, insana yar olmalıdır. İnsan, insana gölge olmalıdır. Öfkenin ve nefsin tasallutunu reddederek; yalan, hile, gıybet ve iftiranın esir kampından güç birliği yaparak kurtulmak huzurun tıpkı güneş gibi doğuşunu temin edecektir.
"KÜRESEL EMPERYALİZMİN NİHAİ HEDEF ÜLKESİ TÜRKİYE’DİR"
Her bir insanın zübde-i alem, yani alemin özü olduğu bilinciyle, insan haysiyetini, insan onurunu, insan şerefini, şahsiyet mimarisinin ikamesi olmayan diğer kazanımlarıyla kuşatmalıyız. Adalet, dürüstlük, doğruluk, etik ve irfani edep bizi biz yapan erdemlerin başında gelmektedir. Kendi için istediğini başkası için isteyecek, kendi için istemediğini başkası için de istemeyecek gözü tok, gönlü tok, kalp ve edep zenginliğiyle doymuş bir zirveye insanlığın ulaşmaktan başka alternatifi bana göre yoktur ve kalmamıştır. Aksi halde çatışmalar bitmeyecektir. Aksi halde gözyaşları dinmeyecektir. Zincirleme insani sefaletlerin de sonu gelmeyecektir. Yaratılanı yaratandan dolayı sevmedikçe, şu fani hayatın inişli çıkışlı etaplarında gönülleri kazanıp her bir gönül bahçesini güllerle donatmadıkça ne huzur bizimle olacak ne de barış ve kardeşlik gerçek manasıyla tezahür ve teşekkül edecektir. Velhasıl adam gibi adam olmadıkça, lafta değil hakkını ve hukukunu gözeterek içi ve dışı bir Müslüman Türk gibi yaşamadıkça, hakiki manada Allah’ı ve varoluşumuzu tanımadıkça huzur bize hep Kaf Dağı’nın ardından seslenecek, sesini duysak da vuslatımız hayalde kalacaktır. Hiç kimseyi bilerek ve haksız yere incitmemek gerekir. Nitekim vakti saati geldiğinde, dalı kırılan ağacın yaprağına bile hasret kalmak mukadderdir. Yapraksız kalan gövdenin kesilmesine de elbet ihtiyaç yoktur, zira bu işin bir de baharı vardır.
Irak ve Suriye’yi parselleyen, İran’ı çevreleyen, terör örgütlerini besleyip palazlandıran, eğitip donatan küresel emperyalizmin nihai hedef ülkesi Türkiye’dir. Terörizmin hiçbir türevi makul ve meşru değildir. Terör örgütleri arasında tasnif yapmak, taraf tutmak, siyasi ve stratejik amaçlar kapsamında teröristleri silahlandırıp sahaya sürmek, farklı ülkelerin üstüne salmak bir terör yöntemidir, esasen insanlığa kast etmektir. Çünkü terörizm yalnızca Türk milletine değil, tüm insanlığa doğrultulmuş kanlı ve kalleş bir silahtır. Bu silahın ucundan kim ya da kimler tutuyorsa, egemenlik haklarımıza, vatanımızın bütünlüğüne, insanlarımızın hayatına hangi alçaklar musallat oluyorsa ahlaken, hukuken açık hedef onlardır. Hem dost ve müttefiklik taslayıp hem de terör örgütlerini Türkiye’ye karşı provoke eden ülkeler tarihi bir çelişkiden ziyade potansiyel bir husumetin içindedir. Menfur niyet sahiplerinin eşkalini biliyoruz. Oynanan bayağı oyunların farkındayız. Fakat teslim olmayacağız, taviz vermeyeceğiz, boyun eğmeyeceğiz.
"ABD, PKK/YPG SİPERİNDEN İNSANSIZ HAVA ARACIMIZA RESMEN ATEŞ AÇMIŞTIR"
5 Ekim 2023 tarihli hava operasyonu esnasında bir adet insansız hava aracımız ABD’nin askeri varlığı tarafından tehdit algılanarak düşürülmüştür. Gayri hukuki bu hasmane müdahaleyi yanlış buluyor ve kınıyorum. ABD Savunma Bakanlığı’nın açıklamasına göre, SİHA’mız meşru müdafaa amacıyla düşürülmüş. Neyin meşruluğundan, neyin müdafaasından bahsedildiği muammadır. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde ne işi vardır? Petrol kuyularının etrafında teröristleri nöbete dikerek varmak istediği yer neresidir? ABD’nin yaptığı meşru müdafaadır da, peki Türkiye’nin yaptığı nedir? Aldatıcı sözlere, akıl çelici mesajlara, ayak oyunlarına lüzum yoktur. ABD, PKK/YPG siperinden insansız hava aracımıza resmen ateş açmıştır. Durum bu kadar berraktır. Ne yazık ki ABD, PKK/YPG ile aynı deliktedir, aynı hizadadır, aynı hedeftedir, aynı kümededir ve NATO ittifak ortağı bir ülkeye teröristler lehine güç gösterisi yapmaya teşebbüs etmiştir. Bu tablodan çıkan ilk netice art niyetliliktir. Bu tip bir ittifak yapısının, böylesi sakat ve sancılı müttefiklik ilişkisinin bağlayıcılığına inanmak, güvenirliğine itibar etmek akıl ve mantık işi midir?
ABD aynısını 2 Ekim 1992 tarihinde Ege Denizi’nde de yapmış, Deniz Kuvvetlerimize ait bir muhrip gemimize sözüm ona yanlışlıkla füze fırlatarak 5 vatan evladımızın şehadetine ve 22 vatan evladımızın da yaralanmasına neden olmuştu. Milli hafızaya mıh gibi çakılan ve 4 Temmuz 2003 tarihinde Irak’ın Süleymaniye kentinde yaşanan çuval hadisesini de asla unutmuş ve unutacak değiliz. İnsansız hava aracımıza saldıran ABD’nin bir süre sonra 'Türkiye’nin terörle mücadelesinde yanındayız' mesajı vermesi taktik bir hamle, kurnaz bir açıklamadır. Bırakınız yanımızda olmalarını, ayağımızın altında dolaşmasınlar, başka bir şey istemeyiz, başka bir şey de dilemeyiz.
Geçtiğimiz cuma akşamı, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın, sosyal medyadan, Türkiye’nin Suriye’deki operasyonuna 'karşıyız' açıklaması, hemen sonrasında bu açıklamanın silinmesi de örtülü bir tehdit olarak yorumlanmalıdır. Karşımıza kim çıkarsa çıksın, felek her türlü esbab-ı cefasını toplayıp da gelse haklı mücadelemizden dönmeyeceğiz. Terörle ittifak kuranları, teröristlerle tüfek çatanları tarih bir gün yargılayacak, insanlık vicdanı da mahkum edecektir. Gündemde bulunan Irak ve Suriye’ye Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gönderilmesini esas alan Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi’ne de Milliyetçi Hareket Partisi grubu olarak sonuna kadar destek olacağız, bu suretle evet oyu kullanacağız.
"CUMHURİYET HALK PARTİSİ TARİHİ BİR İMTİHANLA KARŞI KARŞIYADIR"
Gelinen bu aşamada Cumhuriyet Halk Partisi tarihi bir imtihanla karşı karşıyadır. Kılıçdaroğlu terörden rahatsızsa, partisi teröre mesafeli ise hodri meydan diyorum, çıksınlar nerede durduklarını açıklasınlar. Şehit ile cani, kahraman ile hain, maktul ile katil, melanet ile millet arasında seçim yapmakta tereddüt geçirenler, tercih zorluğu çekenler, bununla yetinmeyip tezkereye itiraz etmeye hazırlananlar Türkiye’nin muarızı, Türkiye’nin karşı cephesidir. Bu şer ve bölücü cephe mutlaka mağlup ve mahcup edilecektir. Kılçdaroğlu’nun görüşülecek tezkereye geçtiğimiz yılda olduğu gibi hayır demesi halinde milletvekili arkadaşlarıyla beraber bayrağa, vatana, millete ve şehitlere alenen ihanet edeceklerini akıllarından çıkarmamaları tavsiyemdir. Bizim tarafımız Türkiye’dir. Bizim yerimiz milletimizin tertemiz vicdanıdır. Bizim rotamız demokrasi, yönümüz lider ülke, Türk ve Türkiye Yüzyılıdır. Cumhur İttifakı’nın kaderi Türk milletinin kaderiyle bir ve aynıdır."