CHP Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan, darbelerin ancak insan haklarına dayalı, laik, demokratik, hukuk devletinin kurumsallaştırılması ve sürdürülmesiyle olanaklı olduğunu söyledi. TBMM'de konuya ilişkin bir basın açıklaması yapan Sarıhan şu mesajları verdi: "15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşmiş olan askeri darbe girişimi, ülkemizde toplumsal yaşamı ve bu yaşamı siyasal, ekonomik, kültürel olarak çok yönlü şekilde örgütleme ve sürdürme eylemliliği olan siyaseti, derinden etkilemiştir. Toplumsal olarak aşırı gerginlik ve hassasiyetlerin ortaya çıktığı, gelecek nesillerin zihinsel yetilerinde tahrip oluşturacak nevrozların oluştuğu bu travmatik dönemde, öfke ve nefret kontrol mekanizmaları devre dışı kalmakta, oluşan infial, suçluların ortaya çıkarılması ve cezalandırılması istemlerini arttırmaktadır. Bu sürecin şiddeti, kimi suçsuz olan kişilerin de cezalandırılması riskini arttırmaktadır. Bu darbe girişimi, hepimize yönelmiş bir insanlık suçudur. Bizler, her türlü darbeye ve darbe girişimlerine amasız, fakatsız karşıyız! Aynı şekilde askeri darbe girişiminin sonuçlarının askeri darbe döneminin zihniyeti ve kanunları ile ortadan kaldırılmakta olmasına ve adeta askeri darbe dönemlerinin zihniyetinin sivil görünüm altında daha da pekiştirilmesine de karşıyız! ÖNLENMİŞ BİR DARBE GİRİŞİMİ SONRASINDA OHAL UYGULAMASI GEREKLİ DEĞİLDİ. Ülkemizde darbe girişimi sonrası yaşanmakta olan süreçte, olağanüstü hal ilan edildi. Acele şekilde, üç Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi (KHK) yayımlandı. Anayasanın açık hükmüne karşın, Olağanüstü Hal Kararnameleri halen Meclis onayına sunulmadı. Oysa, evrensel hukuk kurallarına ve mahkeme içtihatlarına göre olağanüstü hal, “her şeyin yapılabildiği değil, olağanüstü halin yarattığı riskleri kaldırmak için ek önlemlerin alınabildiği bir dönemdir”. Bu dönemde “sadece olağan yollarla bertaraf edilemeyecek tehlikeleri önleyecek acil önlemler alınabilir, bunun ötesine geçilmesi halinde, artık hukuk devletinden bahsedilemez. Bu nedenle, olağanüstü halin gereklerinin ötesine geçen her kararın hukuka aykırı olduğu açıktır. AİHM’in geliştirmiş olduğu orantılılık ilkesi de bu dönemlerde “şartların gerektirdiğinden daha fazla önlem alınmasını kati bir şekilde yasaklar”. Ancak bugün; Darbe girişiminin bastırıldığı, yaygın gözaltı ve tutuklamaların yapıldığı, kamu kesiminde on binlerce kamu görevlisinin açığa alınarak soruşturmaları başlatıldığı bir süreçte, OHAL’ in neden ve amaçlarını aşan hukuksal araçlardan yararlanmak için Türkiye’nin tamamını kapsayan 3 ay süreli OHAL ilan edilmesi; toplumun tüm kesimlerini baskı altına almayı, otoriter uygulamaları kalıcı hale getirmeyi amaçlayan bir yaklaşımın uygulamasıdır. OHAL İLANI, HUKUKU ORTADAN KALDIRMAZ! Bu koşullarda, OHAL dönemlerinde dahi, yaşam hakkının, maddi ve manevi varlığın bütünlüğüne dokunulamayacağı, yani işkence ve kötü muamele yasağının mutlak olduğu, din, vicdan ve düşünce özgürlüğünün güvence altında olması gerektiği, suç ve cezaların geçmişe yürütülemeyeceği, bu kapsamda, ölüm cezası tartışmalarının bile anlamsız olduğu ve masumiyet karinesinin mutlaka korunması gerektiği, göz önünde tutulmuyor. Çıkarılmış olan KHK’ler ile sıkıyönetime benzer bir OHAL koşulları dayatılıyor. “Gözaltı süresinin 30 güne kadar uzatılabilecek olması ve avukat ile görüşme, yakınlarına haber verme, sağlık kontrolüne gitme gibi güvencelere yer verilmemiş olması, işkenceye karşı güvencelerden faydalanmaya engel olacaktır. Darbe soruşturmasında gözaltına alınan şüphelilerle ilgili basına yansıyan mevcut uygulamalar da düşünüldüğünde, gözaltında işkence, tecavüz, kayıp ve ölüm riskini arttıran bu süre, çok daha vahim hale geliyor. NEZARETHANEDE ÖLÜM, DEVLETİ SORUMLU KILAR! Nitekim darbe soruşturmaları kapsamında 23 Temmuz 2016 tarihinde gözaltına alınan Gökhan Açıkkolu, gözaltının 14. gününde nezarethanede ölmüştür. Gökhan Açıkkolu'nun alıkonulma sürecinin İstanbul Protokolü gereklerine göre soruşturulması, ölümüyle ilgili soruşturmada Minnesota Protokolü'ne uyulması devletin etkin soruşturma yükümünün bir gereğidir. SAVUNMA HAKKI İHLAL EDİLİRSE, ADİL YARGILNMA HAKKI YOK EDİLİR! KHK’de ağırlıkla sınırlandırılan haklardan biri de avukat ile temsil hakkı ve savunma hakkıdır. Müvekkil ile avukat görüşmelerinin en temel özelliklerinden biri olan ‘gizlilik’, tutuklu müvekkil ile avukatın cezaevindeki görüşmesinin sesli ve görüntülü olarak kaydedilebileceği ve tutuklu ve avukat arasındaki belgelere el konulabileceğine ilişkin düzenleme ile yok sayılıyor. Tutuklunun avukatı ile görüşmesinin ve müdafilik görevinin yasaklanması da, savunma hakkı ve adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturuyor. Ayrıca, ailelerin cezaevindeki yakınlarıyla görüşme haklarının 15 günde bir, on dakika ile sınırlandırılması ve hakkında soruşturma başlatılan ve kovuşturması devam eden kişilerin, masumiyet karinesine aykırı olarak, pasaportlarının iptal edilmesi AİHS’nin 8. maddesinde güvence altına alınan özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını ihlal eden uygulamalar oluşturuyor. SORGUSUZ SUALSİZ İŞE SON VERME YA DA AÇIĞA ALMA TOPLUMU İSYANA YÖNELTİR! AYM, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkeme üyelerinin ve kamu görevlilerinin görevlerinden uzaklaştırılmaları, işten çıkartılmaları ve bir daha memuriyete dönemeyecek olmaları ve yalnızca Gülen hareketinden olduğu iddia edilen memurlar, hâkim ve savcılar ile bütün muhalif kimliği olanların keyfi, kitlesel ve geri dönüşsüz şekilde tasfiyesi çalışma hakkına, etkin bir hukuku yola başvuru hakkına aykırılık oluşturuyor. MÜLKİYET HAKKI DA TEMEL BİR HAKTIR Yine 667 sayılı KHK’ye göre, “irtibatta bulunmak” gibi geniş ve belirsiz bir ifade de içeren hükümler uyarınca okul, vakıf, dernek, yurt ve sendikaların kapatılması ve bu kurumların mal varlıklarına el konulması sendika ve dernek kurma özgürlüğü bağlamında AİHS’nin 11. maddesinin ve mülkiyet hakkı bağlamında 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlalini oluşturuyor. KHK’nin 9. maddesinde “bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğuna gidilemeyeceği” hükmü de; AİHM’nin sorumluların “etkili şekilde soruşturulması ve cezalandırılmasına” yönelik içtihadına aykırılık oluşturuyor. Temel hak ve özgürlüklerin ciddi olarak kısıtlandığı ortamların yeni gerilimlere ve toplumsal çatışmalara neden olabileceği unutulmamalıdır. İnadına ve ısrarla ‘’hukukun üstünlüğü’’nü savunmak, herkes için adil yargılanma hakkının koşullarının oluşturulmasını istemek, olası darbelere karşı durmanın gereğidir. Demokrasi istiyorsak açık, şeffaf, çoğulcu, katılımcı bir yönetim anlayışı ve bu anlayışın kurumsallaştırdığı, kuvvetler ayrılığına dayalı, her kesimin temsil edildiği güçlü bir parlamenter rejimi kurumsallaştırmamız gerekir!"
11 Ağustos 2016 Perşembe 13:19
Son Güncelleme: 11.08.2016 13:19