1- Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü. Bu yıl Türkiye'de en az 302 kadın erkek şiddeti nedeniyle öldürüldü. Sizce şiddetin temel kaynağı nedir?
Şiddetin temel kaynağını bir kaç başlıkta ele almak mümkün. Bunların en başında hukuk kısmı geliyor, yani yasalardaki eksiklikler, yanlış uygulamalar ya da tam olarak uygulanmaması. Son dönemde özellikle karşımıza çıktığı üzere kazanılmış haklarımıza yönelik saldırıların ortaya çıkması ve var olan iyi yasaların ortadan kaldırılmaya çalışılması. Burada tabiki yasaların ne olduğundan ziyade, nasıl uygulandığı önemli. Örneğin, sürekli haksız tahrikve iyi hal indirimlerinden bahsediyoruz. bu indirimlerin, kadına yönelik şiddet ve çocuk davalarında uygulanmaması gerektiğini savunuyoruz. Fakat özellikle Özgecan cinayetinden beri bunu dile getirmemize rağmen indirim uygulamaları devam ediyor. Bu da failler üzerinde cezasızlık algısı yaratıyor. Yani nasıl olsa bana bir şey olmuyor, nasıl olsa az ceza alırım diye bakıyorlar.
ŞİDDETİN BAHANESİ YOKTUR!
Diğer yandan, çokça karşımıza çıkan şüpheli ölümler, yani intihar süsü verilmiş ölümler ciddi bir bahane olarak kullanılmaya başlandı. Avukatların savunma etiğine, hatta avukatlık kanununa aykırı düşecek savunmalarını görmeye başladık. bunların hepsi yargı tarafından bu savunmalara itibar edildiğinin göstergesidir. Son süreçte karşımıza çıkan hemen hemen bütün şiddet dosyalarında ''intihardı, ben yapmadım'' şeklinde savunmalar var. Şiddet dosyalarında ''zaten başka biriyle mesajlaşıyordu, gece dışarı çıkmıştı, bana hakaret etmişti'' gibi savunmalar da görüyoruz. Biz her zaman şunu söylüyoruz, ''Şiddetin Bahanesi Yoktur!''.
Şiddetin artmasındaki diğer bir sebep de göz önünde bulunan kişilerin şiddeti meşrulaştıran söylemleri ve davranışları. Yani şiddeti normalleştiren bazı yargıların dile getirilmesi. Örneğin; iktidar siyasetinde çok fazla karşılaştığımız; dekolte giymeseydi tutumu. Münevver Karabulut cinayetinde de ''erkek arkadaşının evine gitmeseydi'' gibi söylemlerle karşılaşmıştık. Bu söylemlerde sanki kadın, ataerkil bazı davranış kalıpların dışına çıkarsa şiddeti de, öldürülmeyi de hak ediyor gibi bir algı yaratıyor. Biz buna şiddeti meşrulaştırıcı söylemler diyoruz. Göz önünde bulunan kişiler bu tip söylemlerden uzak durmalı. Çünkü bu kişiler örnek alınan kişiler. Maalesef ki son yıllarda da Diyanet'ten Hükümete kadar herkes bu söylemleri benimsemiş durumda. Ayrıca diğer bir sebep olarak da söyleyebilirim ki; medyanın dili de şiddetin artırılmasında çok önemli. Hem 6284 sayılı kanuna hem de İstanbul Sözleşmesi'ne karşı yandan medya tarafından ciddi saldırılar var. Kadın mücadelesinin içinde bulunan insanlara yer vermeyerek ve onları görmezden gelerek de bu şiddete destek olmuş oluyorlar. Dolayısıyla medya da kendini ciddi biçimde eleştirmelidir.
Bunlar güncel sorunlarımız, fakat düşünsel kökenine bakacak olursak, ataerkil zihniyet yapısı ve buna sebebiyet veren her türlü düşünce bu şiddeti temelinde etkileyen unsurlar. Bizim hedefimiz; ataerkil zihniyeti, dezavantajlı grupları ikincil gören ve onlara her türlü muameleyi hak gören zihniyeti kökeninden dönüştürmek ve bir nevi insan hakları devrimi yaratmaktır, buna kadın devrimi de diyebilir aslında. Fakat ne yazık ki dünya şu anda öyle ilerlemiyor.
2 - Kadına yönelik şiddet, sadece bu coğrafyanın değil, dünyadaki tüm kadınların sorunu. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her 3 kadından 1'i hayatının bir döneminde cinsel veya fiziksel şiddete maruz kalıyor. Türkiye'de sistem bunu engelleyebilecek durumda mı sizce ? Yasalar kadınları koruyabiliyor mu?
Şiddet, sadece Türkiye'de değil, sizin sorunuzda belirttiğiniz gibi, dünyada da var olan bir problem ama bu meşrulaştırıcı bir söylem olarak düşünülmemeli. ''Zaten şiddet dünyanın her yerinde yaşanıyor ve artıyor, Türkiye'de de yaşanması normal'' gibi kesinlikle düşünmemeliyiz. Türkiye'de şiddetin artışın sebebini dünyadan bağımsız düşünemeyiz. Şunu biliyoruz ki dünyada yükselen bir erkeklik krizi var. Erkeklerin hegemonyasını kaybetme paniğiyle karşı karşıyayız. Bu da topkeyun bir politikaya sebep oluyor.
TÜRKİYE'DE İYİ YASALAR VAR
Aynı sekilde etki-tepki meselesi olarak, baskılar arttıkça kadınların tepkileri de artıyor. Dünyada yükselen bir kadın mücadelesi olduğunu görüyoruz. Amerika'dan Güney Afrika'ya kadar kadınlar erkek egemen zihniyetle mücadele ediyor. Bu noktada mücadelemizin en dip noktalara kadar varmış olması çok önemli bir kazanım. Bu, kötü vesilelerin sebep olduğu, iyi örgütlenmedir. Dolayısıyla umutsuzluğa kapılmamak gerekiyor. Yasalara gelince; Türkiye'de aslında kadınları ve çocukları koruyan çok iyi yasalarımız var. Sorun bu yasaların uygulanmasında. Biliyorsunuz ki en demokratik ülkelerde yasalar bizimkiler kadar detaylı değil, oralarda evrensel insan haklarına daha uyumlu davranan, demokratik bir zihniyet var. Yani sorun yasalarda değil, sorun zihniyet problemi. Var olan yasalarımız aslında fazlalasıyla yeterli. Örneğin; 2011 yılında ilk imzacısı olduğumuz İstanbul Sözleşmesi, 2014 yılında da yürürlüğe girdi. Temel özelliği toplumsal cinsiyete dayalı kadına yönelik şiddet olan bu sözleşme; son derece detaylı bir şekilde; önleyici ve koruyucu tedbirleri içeriyor. Bu çok önemli ve bağlayıcı bir sözleşme. Uyulmadığı takdirde de yaptırımları bulunuyor. Fakat toplumsa cinsiyet eşitliği ibaresinden dolayı bir zihniyet problemi olduğu için ortadan kaldırılmak isteniyor. İstanbul Sözleşmesi Türkiye için bir gururdur. Hatta tam olarak uygulandığında kadına yönelik şiddeti ortadan kaldıracak bir sözleşmedir. Fakat hem bu sözleşmeyi, hem de 6284 sayılı yasayı düşman kabul ediyorlar. Sonuç olarak çok güzel yasalarımız var ve kadına yönelik şiddeti önlemek elbette ki mümkün.
3- Şiddete maruz bırakılan kadın ne yapmalı?
Şiddete maruz bırakılan kadınların başvuracağı çeşitli yollar var. En acil olarak, kadının beyanı esas alınarak verilen uzaklaştırma kararıdır. 6284 sayılı yasa gereği bu önlem alınabilir. En yakın karakola, kaymakamlığa ya da adliyeye gitmek yeterlidir. Bununla birlikte savcılığa şikayette bulunabilirler. Ayrıca kadın örgütleriyle de irtibata geçebilirler. Kadın örgütlerinin bu anlamda çok önemli bir yeri var; avukatlarıyla irtibata geçiriyorlar ve sosyal medyada büyük kamuoyu yaratıyorlar. Avukat bakımından eğer maddi güçleri yoksa adli yardım mekanizmasından yararlanabilirler. Baroların adli yardım hizmeti var, bundan yararlanmak istediklerini belirterek barolara da başvurabilirler.
Son olarak; eğer hayati tehlike içindelerse ve maddi durumları yetersizse sığınma evlerinden destek alabilirler. Her ne kadar sığınma evleri yetersiz ve koşulları iyi olmasa da ilk etapta koruyucu bir önlem olması bakımından önemli.