Sürekli yanında taşıdığı kahverengi küçük defterde eğitim ve öğretmenlerle ilgili neler yazıyor?

Eğitimci-Yazar Şahin Aybek: Öğrencilerimize Medeniyetimizi, Tarihimizi Ve Kültürümüzü Ancak Değerlerle Öğretebiliriz... Hem Ana Hem Baba Hem Kardeş Olan Fedakâr ve Başarılı Öğretmenlerimizle Ne kadar Övünsek Azdır... Ön Yargılardan Arınmış, Objektif Eleştiriler, Bizi ve Karşı Tarafı Zenginleştirir... Çocuklarını Göremeyecek Kadar Eğitime ve Başkalarının Çocuklarına Adanmış Bir Yaşam...

05 Aralık 2017 Salı 10:42
Sürekli yanında taşıdığı kahverengi küçük defterde eğitim ve öğretmenlerle ilgili neler yazıyor?

Eğitimin son 4,5 yılının tartışmalarının odağındaki isim, MEB Müsteşarı Doç. Dr. Yusuf Tekin. Yusuf Tekin’in sürekli yanında taşıdığı kahverengi, küçük bir defteri vardır.  Gittiği her yerde mutlaka okul ziyareti yapan, mutlaka öğretmenler odasına giden, öğrencilerle sohbet eden Yusuf Tekin, eğitimcilerin, öğretmenlerin ve öğrencilerin söylediklerini, sorunlarını, çözüm önerilerini mutlaka bu deftere not eder ve sonrasında, gece geç olduğundan uyudukları sabah erken saatte çıktığından ve yine uyuduklarından dolayı kendi çocuklarını günlerce görmeme pahasına, bu küçük kahverengi defteri didik didik edip, toplantılar yapıp, kitaplar okuyup ve kamuoyundan gelen haklı haksız tüm eleştirileri göğüslemeye çalışarak; başkalarının çocukları için, Türkiye için, eğitim için çözüm önerileri üretmeye çalışır. Ve de bürokrasinin ve siyasetin tüm ayak oyunlarına, kuyu kazmalarına ve engellerine rağmen. Aslında; kahverengi küçük defter demek; bir işçi çocuğu olan Anadolulu, entelektüel, yerel, evrensel Yusuf Tekin demek, MEB Müsteşarı olmanın ötesinde, insan olan Yusuf Tekin demek. Tekin, hem eğitimin yoğun eleştiri bombardımanından , hem televizyon programları ve gazetelerin zaman ve yer kısıtlılığından kendini çok fazla anlatamadı. İlk defa uzun uzun ve basının da hiç dikkatini çekmeyecek şekilde, gayet samimi, doğal bir şekilde kahverengi küçük defteri; yani kendini, eğitime bakışını, eğitim ve siyaset ilişkilerini, bürokrasiyi, devlet ve eğitim ilişkilerini, eğitim aşkını, hem baba hem ana hem kardeş olan fedakar ve başarılı öğretmenlerimizle ne kadar övünsek az olacağını uzun uzun, felsefi argüman ve metaforlar kullanarak; detaylarını şu linkte de (  https://www.youtube.com/watch?v=89eEodxX4C0  ) bulabileceğimiz şekilde “Bağımsız Eğitim Platformu Eğitimpedia” da Ali Koç’a anlattı. Şimdi bu söyleşiyi analiz etmeye çalışalım.
                   Ön Yargılardan Arınmış Objektif Eleştiriler Bizi ve Karşı Tarafı Zenginleştirir
Tekin, bir akademisyen olarak, eleştirinin önyargısız, objektif ve veriye dayalı olması koşuluyla bizleri zenginleştireceğini şu şekilde ifade ediyor: “Eleştiri gerçekten zenginleştiren bir unsur; ama iyi niyetle yapıldığını gördüğümüzde, düşündüğümüzde bu böyledir. Ben bir akademisyenim özünde. Herhangi bir dergiye, ulusal uluslararası herhangi bir dergiye, bir makale gönderdiğimizde bizi en rahatsız eden şey; hiçbir eleştiri ya da öneri gelmeden geri dönüş olması. Bu şu anlama gelir: Hiç okumadan, herhangi bir katkı sağlamadan evet ya da hayır denmesi. Bu çok rahatsız edici bir şey. Aynı şekilde kendimiz de bize herhangi bir metin, herhangi konuda bir fikir sorulduğunda; ön yargılarımızdan arınmış olarak, objektif bir biçimde eleştirilerimizi yapmalıyız ki; karşı taraf zenginleşsin. Bu anlamda ön yargılardan arınmış bütün eleştirileri çok değerli buluyorum.” Tekin, eleştirinin bir yöntem dahilinde, sağlam temellere dayalı olarak, ön yargılarımızdan arınmış olarak yapılmasının bizi hakikate ulaştıracağını, eksiklerimizi tamamlayacağını, yanlışlarımızı gidereceğini, fikirlerimizi derinleştireceğini ve eğitim sistemimizle ilgili yapılacak eleştirilerin de bu boyutta yapılması gerektiğini belirtiyor.
   İnsan Merkezli Bir Eğitim Anlayışını Benimsiyoruz. Bürokrat Ruhsuz Bir Robot Gibi Davranamaz
Tekin, MEB’in niye Türkiye’nin en önemli bakanlığı olduğunu , bürokratların hele hele de eğitim bürokratlarının ruhsuz, duygusuz olamayacağını, önce insan diyen bir eğitim anlayışının nasıl olacağını da şu şekilde ifade ediyor: “Bürokrat dediğiniz kişi, bir makine değil; ruhsuz bir yapı değil. Ama maalesef Türkiye’de bürokratlara yüklenen böyle bir imaj var. Sanki bürokrat böyle renksiz, tatsız, tuzsuz, sadece kendisine sunulan şeyi yapan bir mekanizma gibi algılanıyor. Belki başka bakanlıklar için bu şey kabul edilebilir, böyle bir şey düşünülebilir. Ama MEB, 80 milyona hitap eden, bu ülkenin hem bugünü, hem yarınına etki eden bir bakanlık. Biz sürekli insanla muhatabız. Yaptığımız her düzenlemenin, attığımız her adımın insan hayatını, hem öğrenci hem öğretmen hem de veli olarak, insan hayatını nasıl etkilediğini, nasıl etkileyebileceğini hem değişik çalıştay ortamlarıyla hem de birebir görüşmelerle analiz etmeye çalışıyoruz. Sonuç itibariyle mükemmel bir teori kurgulayabilirsiniz; ama bu teori reelde bir anlam ifade etmiyorsa, insanları rahatsız ediyorsa eğer, bu tartışılır ve doğru değildir. Hukuk düzenleri, hukuk kavramı da insanların hayatlarını kolaylaştırmak için vardır; zorlaştırmak, güçleştirmek için değildir. Sorun üretmek için değil; çözüm üretmek için vardır. Yaptığımız bir adımla, attığımız bir adımla, yaptığımız bir düzenlemeyle insanların hayatında eğer bir sorun alanı üretiyorsak; işimizi doğru yapmıyoruz anlamına gelir. Sorun çözüyorsak doğru bir şey yapıyoruz demektir. Hukuk, terminolojik olarak da bunu ifade eder. Biz de bu yönüyle bir insan gibi yaklaşıp; bir mekanizma, bir robot gibi değil, bir insan gibi yaklaşıp, insan ilişkilerini çözmeye, insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemeye yönelik adımlar atmaya çalışıyoruz. Böyle olmak da zorundayız.” Tekin, eğitimin kurgusunun insan hayatlarını zorlaştırmak değil; kolaylaştırmak üzere olması gerektiğini; bürokratların da insan olduğunu ve MEB’in herkesin hayatına dokunan bir bakanlık olduğunu belirtiyor.
              Sınıfsal Yapıların Oluşması Eğitimle ve Demokratik Cumhuriyetle Engellenir
Müsteşarın konuşmasının eğitimde fırsat eşitliğinin öneminin vurgulandığı kısım ise şu şekildedir: “Türkiye mümbit bir ülke. İnsanlara ufuk açacak özellikleri var. Demokrasi, hukuk devleti ilkeleri işliyor. Toplumun en alt tabakasından en üst noktasına kadar rahatlıkla tırmanmanın mümkün olduğu bir ülke. Belki cumhuriyetin ve demokrasinin doğası da bu zaten. Doğal olan bu. Bu mekanizma iyi işliyor. Bizim üstümüze düşen de bu mekanizmayı korumak. Toplumda, öyle, kast mekanizması benzeri bir toplumsal yapı, sınıfsal yapı oluşmasını engellemeye çalışmak. Ülkenin devamı da burada gizli. Hem demokrasinin hem cumhuriyetin hem de bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekası da bunun altında gizli. Herkes, sistemin içerisinde, en üst noktaya kadar tırmanabileceğini bilmeli ve bu güvenceyle yaşamalı zaten. Eğitim sistemimiz açısından da böyle. Sürekli konuşulan fırsat eşitliği kavramı... Eğitimde fırsat eşitliği ile ilgili yapılan eleştirilerin de odağında bu var zaten. Böyle bir mekanizma var, atılacak herhangi bir adımla bu mekanizmanın bozulmaması lazım. Sınav sistemleri tartışılırken bu tartışılır, eğitim öğretim kademelerinin organize edilmesi tartışılırken bu tartışılır, kadro çalışma ekibi tartışılırken bu tartışılır. Bu mekanizmaların açık olması lazım. Bu, toplumsal yapıyı da dinamik tutar zaten. Aksi durumda, çok statik bir yapı ortaya çıkar. Yönetenler ve yönetilenler gibi çok demode bir kavramla karşı karşıya kalmış oluruz.” Tekin, demokratik cumhuriyetin adeta sosyolojik bir asansör görevi görerek; eğitimdeki fırsat eşitsizliklerini önlediğinin ve bu mekanizmayı korumanın hepimizin görevi olduğunun altını çiziyor.
                    Devlet Kavramındaki Değişiklikler Eğitim Mekanizmasının Formunu Değiştirir
Devlet modellerinin farklı eğitim biçimleri oluşturacağı, bu nedenle imparatorlukların, ulus devletlerin farklı eğitim algılarının olacağı şeklindeki analizlerin yapıldığı, devlet ve eğitim ilişkilerinin ele alındığı bölüm ise şöyledir: “Temel belirleyici devlet kavramı. Devlet kavramında değişiklikler ortaya çıktıkça, eğitim mekanizması da bir anlamda form değiştiriyor, farklı boyutlar alıyor. Bir imparatorluk yurttaşıysanız eğer, bir imparatorlukta yaşıyorsanız, farklı bir eğitim paradigması var. Sonra modern devletin bir yurttaşı olduğunuzda, Althusserci bir bakışla, artık iyi insan değil, iyi vatandaş profili karşınıza çıkar. Yani; eğitimin ideolojik boyutu ortaya çıkmaya başlar. Modern devlet kavramı tartışıldığı zamanda; yerine gelecek yeni devlet, işte bugünlerde dünya vatandaşlığı gibi yeni kavramlar konuşuluyor. Ve ulus devletlerin artık bu anlamda belirlenmiş sınırlılıkların ortadan kalktığı kavramdan bahsediyoruz. Yepyeni bir paradigmadan bahsediyoruz. Bu batıda da entelektüel camiada da tartışılan bir şey. PISA direktörünün vurgu yaptığı şey bu, bir anlamda. Bunu ülkeler, moderniteyi; yani modern olanı yakalamaya çalıştıkça bu kendiliğinden ortaya çıkacaktır zaten. Ama dünyada böyle bir tartışmanın olduğunu, yürüdüğünü fark etmemiz lazım. Hem müfredat, hem öğretmen, hem okul bizatihi kendisi bir argüman olarak tartışılıyor. Fakat biz kendi realitemize geldiğimizde; PISA direktörünün yaptığı açıklamalar aslında; Türkiye realitesiyle çok fazla örtüşen açıklamalar değil. Bizim Türkiye’de hala müfredat, hala öğretmenler eğitim sisteminin en dinamik unsurları. Belki ülkenin kendine has, nevi şahsına münhasır nitelikleri itibariyle böyle olması da daha doğrudur.” Eğitimin tüm boyutlarıyla dünyada yeni bir paradigma olarak ele alındığını ve buna rağmen konjonktürel özelliklerimiz gereği; öğretmenlerin bizde hala en dinamik unsur olamaya devam ettiği vurgulanmıştır.
                             Bizim Kültürümüzde Öğretmen Her Zaman Birinci Sıradadır
Ülkemizde öğretmene duyulan saygının, verilen önemin, öğretmenin her şeyimiz olduğunu ise şu şekilde ifade etmiş Tekin: “Türkiye’de bizim toplumsal yapımız gereği öğretmen veya öğretici olmak; hep saygı duyulan bir şeydir, bizim toplumsal yapımız böyledir. Kadronuz, isminiz, unvanınız öğretmen olsa da; siz etrafınızdaki her büyüğünüzden, her tanıdığınızdan bir şeyler öğrenme telaşındasınızdır. Ve büyüklerinizden öğrenirsiniz, büyükleriniz sizin için ilk öğretmenlerinizdir, anneniz babanız ilk öğretmenlerinizdir. Böyle baktığınızda; bu coğrafyada, bizim kültürümüzde öğretmen kavramı hiçbir zaman ikinci plana atılamaz, hiçbir zaman gereksiz ifadesiyle tanımlanamaz. Bizim için öğretmen, öğretici olmak,  her daim hem kutsal hem de işlevsel bir mekanizmadır. PISA direktörünün bu açıklamaları, kendi ülkesinin ya da kendi yaşadığı coğrafyanın konjonktürü itibariyle doğru olabilir; ama bizim ülkemizde öğretmen bizim için hep kayda değer. Eleştirinin ikinci kısmı ise tamamen PISA ile ilgili bir eleştiri. Ve haklı bir eleştiri. Şimdi; her ülke kendi eğitim mekanizmasının, sisteminin bir anlamda performansını değişik mekanizmalarla ölçer, ölçebilir. PISA da bu anlamda kendi içinde pedagojik bir ölçme değerlendirme yapıyor. Biz kendi eğitim sistemimizdeki performans kriterleri ile PISA arasındaki performans kriterleri veya ölçme değerlendirme unsurları açısından uzun yıllar birbirini karşılamayan bir mekanizmayla karşı karşıya kaldık. “ Müsteşar, öğretmenliğin bizim için halen kutsal ve işlevsel bir meslek olduğunu ve PISA’nın ölçme ve değerlendirme fonksiyonu öz eleştiri yaparak ele alıyor.
Müfredat Değişikliklerinin Temel Çıkış Noktası, Öğrencilerimizin Okuldaki Bilgilerinin Günlük Hayatla Bağlantılarını Kurabilmelerinin Sağlanmasıdır
Müfredat değişikliklerinin niye yapıldığını ise şu şekilde anlatıyor Tekin: “PISA’nın temel felsefesi; çocuklarımızın eğitim öğretim hayatı boyunca aldığı eğitimin ya da kazanımların, öğrenmelerin günlük hayatta ne ölçüde kullanılıp kullanılmadığını test eden bir ölçme mekanizması oluşturmuşlar. Fakat biz çocukluğumuzdan beri, kendi eğitim öğretim hayatımıza baktığımızda da; öğretmenlerimize en çok sorduğumuz soru; ‘öğretmenim, bu anlattığınız şey bizim ne işimize yarayacak’ tır. Demek ki; bizde de böyle bir eleştiri var. Okuldaki eğitim çok teorik kalıyor, günlük hayattan kopuk, günlük hayatta karşı karşıya kaldığımız problemleri çözmekten uzak, belki çözebilecek formülasyonlar eğitim sisteminin içeresinde var ama öğrencimize, çocuğumuza bunun günlük hayattaki karşılığını, nerede, ne tür sorunları çözmeye yarayabileceğini söylemediğimiz için, anlatmadığımız için PISA benzeri yapılarda, oradaki ölçme değerlendirme mekanizması açısından başarısız olduk. Biz, müfredat değişikliklerini yaparken, bu analizi yaptık. Her kademedeki öğrencilerimize ve öğretmen arkadaşlarımıza küçük araştırma soruları sorduk. Özellikle teorik anlamda okuldaki eğitimle günlük hayattaki davranış değişiklikleri arasında, günlük hayattaki kullanımları arasında nasıl bir korelasyon var? Bunu sahada sorduk, çok büyük oranda bunun birbiriyle örtüşmediği cevabını aldık. Dolayısıyla, müfredat değişikliklerini yaparken, belki en temel çıkış noktalarımızdan bir tanesi buydu. Çocuklarımız 12 yıllık eğitimlerini alırken; öyle bir eğitim mekanizması kurgulayalım ki; hem çocuğumuzun bir üst eğitim kurumuna yani üniversiteye girişte hayatını kolaylaştıran hem de orada aldığı birikimler günlük hayatta, hayatını kolaylaştırabilecek çözümler üretebilsin. Bu ikisinin arasındaki korelasyonu kurmaya çalıştık müfredat değişiklikleriyle. Bunu yaptığımızda zaten PISA ya da benzeri uluslararası ölçme değerlendirme mekanizmaları içerisinde ve onların arzuladıkları, onların buldukları veya ölçmeye çalıştıkları şeyi cevaplandıracak bir eğitim öğretim süreci de oluşturmuş olacaktık diye düşündük. Aslında müfredat değişikliklerinin temel çıkış noktası buydu.” Tekin, dünyada, belirli aralıklarla müfredat değişiklikleri yapıldığını, bu anlamda bizde de 2004’ten beri değişiklik yapılmadığını ve bu nedenle değişikliğin özellikle öğrencilerin okullarda öğrendikleri teorik bilgileri günlük hayata uygulayabilmelerinin ve hayatlarının kolaylaşmasının sağlanması için yapıldığını ifade ediyor.
              Hem Anne Hem Baba Hem Kardeş de Olan Öğretmenlerimiz, Fedakâr ve Başarılıdır
Tekin, PISA’da çıkan, öğrencilerimizin %25 oranında öğretmen olma isteklerini, öğretmenlerimizin fedakâr ve başarılı olmalarına şu şekilde bağlıyor: “PISA sonuçlarına göre; %25 oranında, 15 yaşındaki çocuklarımız öğretmen olmak istiyor. Bu çok önemli bir şey. 15 yaşındaki çocuklar büyük oranda, ben büyüyünce öğretmen olmak istiyorum, diyorsa; bu öğretmenlerle öğrenciler arasındaki ilişkinin düzeyinin göstergesidir, ülkemiz adına. Bizim öğretmenimiz yeri geliyor anne oluyor çocuklar için, yeri geliyor baba oluyor, abi oluyor, abla oluyor, öğretmen oluyor. Biz anne baba olarak tembellik yapıyoruz, üzerimizdeki rolleri tam oynayamıyoruz, yerine getiremiyoruz, anne baba olmayı beceremiyoruz, zaman ayıramıyoruz çocuklarımıza. Öğretmene diyoruz ki; sen bu çocuğun hem annesi hem babası ol, artı bir de öğretmen ol. Sonra abisi ablası yok çocuğun, bir de buna abi kardeş ol, arkadaş ol, maça git, spor yap. Bunları istiyoruz. Yani bir öğretmene bu kadar fazla rol yüklüyoruz, ondan sonra da başarısız… O zaman biz önce kendimizi bir test edelim, anne baba rolünü doğru dürüst oynayabiliyor muyuz? Demek ki araştırmaya göre; 15 yaşındaki çocuklara, demek ki 15 yıl boyunca en çok etkileyen, en çok örnek aldıkları kişi demek ki öğretmen ki, çocuklarımız öğretmen olmayı bu kadar önemsiyorlar, bu kadar değer veriyorlar. Bu çok övünülecek bir şey, bu öğretmenlerimizin bir başarısıdır.” Tekin’e göre öğretmenlerimizle ne kadar övünsek az, Çünkü öğretmenlerimiz hem çok fedakâr hem de çok başarılılar, öyle ki; çocuklarımızın her şeyiler. Bu nedenle de PISA sonuçlarına göre; %25 oranında öğrencimiz, öğretmen olmak istiyor.
Sürekli Yanında Taşıdığı Kahverengi Küçük Defterine, Öğretmenlerden Öğrendiklerini ve Onların Sorunlarını Not Ediyor
Sosyal medyadan, dağ köylerindeki öğretmenlerin bile yaptıklarını paylaşan, onların her söylediklerini, sürekli yanında taşıdığı kahverengi küçük deftere not alıp; onlardan öğrenen, onların sorunlarına çözüm önerileri getirmeye çalışan, onları önemseyen Tekin; öğretmenlerimizin emekleri paha biçilemez diyerek şunları ifade ediyor: ”Kaygım şu. Bir milyonluk bir kitle olan öğretmenlerden, bir tanesinin yaptığı bir olumsuzluk günlerce konuşuluyor. Hâlbuki o kadar güzel işler yapan öğretmenlerimiz var ki… Mesela bir öğretmenimize: ” Çocuğunuz var mı?” dediğimde; “Evet,  13 tane çocuğum var “ dedi. Anaokulu öğretmeniymiş ve 13 çocuğu varmış. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi! Öğretmenlerimiz, öğrencilerine çocukları gözüyle bakıyorlar. Böyle yaklaşırken, bu kadar büyük eleştiriyi hak etmiyor öğretmenlerimiz. Ben, öğretmenlerimizin yaptıklarını sosyal medyadan paylaşarak; iyiyi çoğaltmaya çalışıyorum. Onların yaptığı güzel işlere dikkat çekmeye, farkındalık oluşturmaya çalışıyorum.” Çocuklarını göremeyecek kadar eğitime ve başkalarının çocuklarına adanmış bir yaşam… İşte, eğitim aşkı böyle bir şey. Kendi çocuklarıyla telefonda konuşamayacak kadar, gece geç gittiğinden, sabah erken çıktığından, kendi çocuklarına bile hasret bir fedakârlık gerektiriyor, eğitim ve devlet işi.
         Çocuklarını Göremeyecek Kadar Eğitime ve Başkalarının Çocuklarına Adanmış Bir Yaşam
Evet, eğitimin son 4,5 yıldır odağındaki adam Yusuf Tekin. Sürekli yanında taşıdığı kahverengi küçük defterinde, eğitimle ve öğretmenlerle ilgili yazanları bu şekilde ifade etti. Hem ana hem baba hem kardeş olan fedakâr ve başarılı öğretmenlerimizle ne kadar övünsek azdan, ön yargılardan arınmış, objektif eleştirilerin bizi ve karşı tarafı zenginleştirdiğine, çocuklarını göremeyecek kadar eğitime ve başkalarının çocuklarına adanmış yaşamına, insan merkezli bir eğitim anlayışını benimsediğine, eğitim bürokratlarının ruhsuz bir robot gibi davranamayacağına, MEB’in niye Türkiye’nin en önemli bakanlığı olduğuna, sınıfsal yapıların oluşmasının eğitimle ve demokratik cumhuriyetle engellendiğine, devlet kavramındaki değişikliklerin eğitim mekanizmasının formunu değiştirdiğine, öğretmenin kültürümüzde her zaman birinci sırada olduğuna, müfredat değişikliklerinin temel çıkış noktasının; öğrencilerimizin okuldaki bilgilerinin günlük hayatla bağlantı kurabilmelerinin sağlanması olduğuna, daha pek çok şeyi bu şekilde anlatıyor. Ama Tekin’in tüm konuşmalarında dile getirdiği ve daha önceden de kaleme aldığımız bir konu. Ona göre değerler eğitimi özelde de ortak değerler eğitimi çok önemli ve eğitim sisteminin görevi de bunları öğretmek olmalıdır. Çünkü bu toplum ancak bu değerlerle ayakta kalabilir, öğrencilerimize  medeniyetimizi, tarihimizi ve kültürümüzü ancak bu değerlerle öğretebiliriz, diyor.
                                                 Form Olmadan Eğitimde Reform Olmaz
Eğitim her ne kadar dünya tarihiyle yaşıt da olsa, eğitimin işlevleri farklı filozoflarca, farklı şekillerde ele alınmıştır. İlkçağda başka, ortaçağda başka, modern devletlerde de başka paradigmalar, eğitime hakim olmuştur. Dolayısıyla, eğitime yüklediğiniz anlamlar, eğitiminizin belirleyicisi oluyor. Yani form olmadan eğitimde reform olmaz. Nasıl bir toplum istediğiniz, eğitimden ne beklediğiniz; yani eğitim formunuz, eğitim reformlarınızın da belirleyicisi oluyor. Tekin’in bu söyledikleri, Rousseau’nun, insanın her şeyi doğallığıyla bırakmayıp değiştirmek istediğinden, Althusser’ in eğitimin örtük işlevinin egemenlerin çıkarlarına hizmet etmek olduğundan hareketle, eğitim sistemimiz insanın doğasını bozmayacak, egemenlere hizmet etmeyecek, bilimi ve aklı merkeze alarak ortak değerler etrafında bir arada yaşayan, icat çıkaran nesiller üzerine odaklanmalıdır. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…
                                                                                                                                                            @sahin_aybek
                                                                                                                                                             Şahin Aybek
                                                                                                                                                             Eğitimci Yazar

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.