PISA sonuçlarına ilişkin bir değerlendirme:
Eğitimci-Yazar Şahin Aybek
"PISA NEDİR, NE İŞE YARAR?"
PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından finanse edilen bir araştırmadır. Bu araştırmanın amacı öğrencilerin öğrendiği bilgileri kullanma, yaşama aktarma ve yeni durumlara uyarlama becerilerini ölçmektir. OECD üyesi ülkeler ve diğer katılımcı ülkelerdeki, 7. sınıf ve üzeri sınıf düzeylerinde örgün eğitime kayıtlı olan 15 yaş grubu öğrencilere uygulanan PISA, 2000 yılından itibaren üç yılda bir yapılmaktadır. PISA; temel olarak fen, matematik ve okuma alanlarında öğrencilerin becerilerini değerlendirmektedir.
Türkiye, PISA 2015 uygulamasında sadece okul ve öğrenci anketine katılmıştır. Bunun dışında yer alan öğretmen anketi, bilgi ve iletişim teknolojileri anketi, eğitim kariyeri anketi ve ebeveyn anketine katılmamıştır. PISA’nın 6.sı olan PISA 2015’e, 35’i OECD üyesi olmak üzere 72 ülke ve ekonomideki yaklaşık 29 milyon öğrenciyi temsilen 540 000’e yakın öğrenci katılmıştır.
PISA 2015, ilk defa bilgisayar tabanlı değerlendirme olarak uygulanmıştır. Bu yöntemi kullanmak istemeyen ülkeler ise, kâğıt-kalem tabanlı olarak değerlendirmeye katılmışlardır. Bu araştırmaya katılan 72 ülkeden 57’si uygulamayı bilgisayar tabanlı değerlendirme, 15’i ise kâğıt-kalem tabanlı değerlendirme olarak gerçekleştirmiştir.
PISA 2015 ve TÜRKİYE
Türkiye PISA 2015 sınavında 12 yıl önce aldığı puanlarının yani 2003 verilerinin de altına düşmüştür. Türkiye sıralamada fen bilimlerinde 52'inci, matematikte 49'uncu, okuma becerilerinde 50’inci olmuştur. Ülkemiz önceki yıllara göre gerilemiştir.2003 yılında 434 olan fen bilimleri puanımız 425'e, 423 olan matematik puanımız 420'ye, 441 olan okuma becerileri puanımız ise 428'e düşmüştür. Türkiye PISA 2012’ye göre ortalama 7 sıra düşmüştür. PISA 2015 uygulamalarında Singapur, Japonya, Estonya, Hong-Kong ve Finlandiya önde gelen ülkelerdir. Üç alanda da en başarılı ülke Singapur olmuştur.
Fen bilimlerinde yani geleceğin bilim adamları olacak grupta en üst seviyede maalesef öğrenci oranımız sıfırdır.
PISA 2015, Türkiye’de bilgisayar tabanlı olarak 5895 öğrencinin katılımıyla yapılmıştır. PISA 2015’e Türkiye’den 61 ilden 187 okul ve 5895 öğrenci katılmıştır. İstanbul 1070 öğrenci ve yüzde 18.15 oranıyla en fazla, Doğu Karadeniz ise 194 öğrenci ve yüzde 3,29 oranıyla en az öğrencinin katıldığı örneklemlerdir.
Türkiye’de PISA 2015’e katılan öğrencilerin sınıf düzeylerine göre dağılımı ise;
7. Sınıf: %0,6-
8. Sınıf: %2,6-
9. Sınıf: %20,7-
10. Sınıf: %72,9-
11. Sınıf: %3,0-
12. Sınıf: %0,1 şeklindedir. Yani en fazla 10. sınıflar katılmıştır.
Okul türlerine göre katılım oranları; ortaokul % 2,0 - Anadolu Lisesi %38,1 - Fen Lisesi %2,1 - Sosyal Bilimler Lisesi %1,4 - Güzel Sanatlar Lisesi %0,7 - Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi % 36,4 - Çok Programlı Anadolu Lisesi % 4,1 - Anadolu İmam Hatip Lisesi % 14,4 şeklindedir. Yani PISA 2015 Türkiye örnekleminde öğrenci oranının en yüksek olduğu okul türleri, Anadolu Lisesi ile Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’dir (%75). Öğrenci oranının en düşük olduğu okul türü ise Güzel Sanatlar Lisesi’dir (%0,7).Cinsiyete göre dağılım ise %50 kız %50 erkektir, yani eşit bir dağılım vardır.
Grup (Takım) Halinde Problem Çözme Becerisi : PISA araştırması; temel alanları “okuryazarlık” kavramı üzerinden tanımlayarak temel olarak fen, matematik ve okuma becerileri alanlarında öğrencilerin becerilerini değerlendirir. PISA temel alanların dışında 2012 uygulamasından itibaren her uygulamada, yeni bir alanda da öğrencilerin temel bilgi ve becerilere ne ölçüde sahip olduklarını değerlendirmektedir. Bu yeni alan 2012 uygulamasında yaratıcı problem çözme iken, 2015’te işbirlikçi problem çözme olmuştur. İşbirlikçi problem çözme alanına ait veriler 2017 yılında açıklanacaktır. Bu alan çok önemli bir alandır. Buradan çıkacak sonuçlara göre grup halinde problem çözüp çözemediğimizi göreceğiz. Bizdeki sistem bireysellik üzerine kurulu bu anlamda. Takım çalışmasına uyumlu olmayan insanlar nasıl üretim yapacaklar?
PISA 2015’DEN NE ANLAMALIYIZ?
Sosyo-Ekonomik Göstergeler:Ülkemiz, OECD ülkeleri içinde kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılası düşük olan ülkelerdendir. Türkiye’nin mevcut bütün yapısı aynı kalırken kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılasının OECD ortalamasıyla aynı olması durumunda, örneğin fen okuryazarlığı ortalamasının 425’ten 456’ya yükselebileceğini tahmin edebiliriz.
GSYİH ile ülkelerin ortalama puanları arasındaki ilişkiyi incelediğimizde, OECD ülkelerinin fen okuryazarlığı, matematik okuryazarlığı ve okuma becerileri ortalama puanlarındaki değişimin sırasıyla %35’inin, %40’ının ve % 39’unun öğrenci başına yapılan toplam harcama miktarı ile açıklanabildiğini görürüz. Yani OECD ülkelerinin ortalama puanları ile öğrenci başına yapılan harcama miktarı arasında pozitif bir ilişki vardır. Bunu da eğitim kurumlarındaki harcama arttıkça ülkelerin ortalama puanlarının artacağı şeklinde yorumlayabiliriz. Ülkemizin öğrenci başına görece düşük harcama yaptığını düşünürsek ülkemizin puanlarını yorumlarken bu bağlamda da değerlendirmeliyiz.
Öğrenmeye Ayrılan Zaman: PISA 2015 sonuçlarına göreöğrencilerin okul sonrasında öğrenme için daha fazlazaman harcadığı ülke ve ekonomilerin ortalama fen puanlarının daha düşük olduğu görülmüştür. Öğrencilerin okulda ve okul dışında öğrenme zamanları incelendiğinde okul içinde öğrenmeye ayrılan zamanın, okul dışında ayrılan zamandan daha etkili olduğu sonucuna ulaşırız. Yani, öğrencinin öğrenmesinde okul içinde yapılan öğrenme faaliyetleri, okul dışında yapılan öğrenme faaliyetlerine göre daha etkili olmaktadır.
Öğrencilerin Gelecekteki Akademik Beklentileri:PISA’da öğrencilerin gelecekteki akademik beklentileri incelendiğinde; matematik, okuma becerileri ve fen alanlarının her üçünde de üniversite bitirmek, mastır ve doktora yapmak isteyen öğrencilerin diğer öğrencilere göre daha başarılı olduğu görülmüştür.
Okul Öncesi Eğitim Durumu:PISA’da öğrenci başarılarını etkileyen faktörlerden biri olarak öğrencilerin okul öncesi eğitim alma durumları da incelenmektedir. PISA uygulamasına katılan öğrencilerin okul öncesi eğitim almama durumu OECD ortalaması %4,5 iken Türkiye’den PISA uygulamasına katılan öğrencilerin okul öncesi eğitim almama oranları %46,3’tür. Bu oran bazlı OECD’de okul öncesi eğitimin fen başarısına etkisini incelediğimizde okul öncesi eğitim alan öğrencilerin daha başarılı oldukları görüyoruz.
Öğrenci Devamsızlığı:Türkiye’de okulu astığını ve dersi kırdığını söyleyen öğrenci oranları OECD ortalamasından yukarıdadır. Ülkemizde okulu asma oranları %17.2 iken OECD ortalaması %5, ülkemizde dersi kırma oranları %15 iken OECD ortalaması %6.6 dır. Öğrencilerin devamsızlığı ile ilgili elde edilen verileri PISA 2012 verileri ile karşılaştırdığımızda tüm gün okulu asan öğrenci oranında %3,3’lük bir azalma olduğunu görüyoruz.
Öğrenmeyi Engelleyen Öğretmen Davranışları: PISA 2015 uygulamasında okul yöneticileri öğrencilerin öğrenmelerini engelleyen öğretmen davranışlarıyla ilgili görüş belirtmişlerdir. Burada ülkemizin öğretmen devamsızlığı konusunda en ciddi iyileşmenin olduğu ülkelerden biri olduğunu görüyoruz.
Personelin değişime direnmesi OECD ülkelerinde, öğrencilerin öğrenmelerini en çok engelleyen öğretmen davranışı iken öğretmenlerin, her öğrencinin ihtiyaçlarını ayrı ayrı karşılayamaması diğer önemli öğretmen davranışıdır. Ülkemizdeyse öğrencilerin öğrenmelerini en çok engelleyen öğretmen davranışı olarak öğretmenlerin, her öğrencinin ihtiyaçlarını ayrı ayrı karşılayamaması davranışı, yöneticiler tarafından belirtilmiştir.
Öğretmenlerin Mesleki Gelişimleri: PISA 2015 verilerine göre, OECD ülkelerinde her iki öğretmenden en az biri; Türkiye, Norveç, Gürcistan ve Makedonya’da ise öğretmenlerin dörtte birinden daha azı son üç ayda bir mesleki bir gelişim programına katılmıştır.
Öğretmen Başına Düşen Öğrenci Sayısı: OECD ülkelerinde 2006 yılında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 13,7 iken 2015 yılında bu sayı 13,1’e gerilemiştir. Türkiye’de ise 2006 yılında öğretmen başına düşen öğrenci sayısı 18,5 iken 2015 yılında bu sayı 15,2’ye düşmüştür. Türkiye’nin 2006-2015 yılları arasında öğretmen başına düşen öğrenci sayısında, OECD ortalamasına göre daha fazla bir iyileşme gösterdiği görülmektedir.
Okul Kaynakları: Okul yöneticilerin yanıtladığıeğitim materyali eksiklik indeksine bakıldığında; Japonya, İtalya, Macaristan ve Meksika gibi ülkelerin Türkiye’ye göre daha fazla eğitim materyali eksikliğine sahip olduğu görülmektedir.
Materyal eksikliğinin eğitim öğretimi aksatmasına göre fiziksel altyapının yetersizliği ya da eksik olması Türkiye ve OECD ülkelerinde benzerlik göstermektedir. Eğitim materyali eksikliği oranı Türkiye’de %49 iken OECD’de %34 dür. Yani Türkiye’de eğitim materyallerinin yetersizliği OECD’ye göre daha fazladır.
NE YAPMALI?
Nereye Gittiğini Bilmezsen, Tek Yol Kaybolmaktır!
Eğitim gemisinin rotasının, hedeflerinin net olması gerekir. Bunun için de eğitimden anlayan bürokratları bu gemiye yön vermelidir. Liyakate dayalı bir bürokrasi oluşturulmalıdır. Şunun bunun eşi, yakınıyla bu işler olmaz. Ana sorun Türkiye’nin eğitim alanında bir yol haritasının olmamasıdır. Günlük iyileştirmeler peşinde koşuyoruz.
Yanlış Eğitim Reformları Yanlış Şekilde Yapılmıştır!
Bir kez daha anladık ki hükümetler ve partiler üstü, ciddi ihtiyaç analizlerine dayalı, sürekliliği olan, karar verme süreçlerinin herkese açık olduğu eğitim reformları yapılmalıdır. Bir sistem kurulmalıdır. Çok sık reform yapılmamalıdır.
Gerçek Bir Eğitim Şurası Acilen Toplanmalıdır!
Acilen toplumun tüm kesimlerinin ve eğitimin tüm paydaşlarının katılacağı her şeyin özgürce ve büyük Türkiye için konuşulacağı gerçek bir eğitim şurası düzenlenmelidir.
Nitelikli Bürokrat, Nitelikli Eğitim!
F16 Uçağını Kamyon Şoförüne Kullandırtamazsınız!
F16 uçağını kamyon şoförüne kullandırtamazsınız. Eğitim tarihimizde iktidarlar merkez ve taşra yöneticilerini senin adamın, benim adamım diye atamışlardır. Liyakat ve objektif kriterler ön plana çıkmamıştır. Bırakın taşra teşkilatını merkez eğitim teşkilatı ile ilgili bir çalışma yapalım. Farklı hükümetler döneminde MEB’in eğitim politikalarına yön veren ilk 50 bürokrat ele alındığında ilginç veriler açığa çıkacaktır. Ya eğitim ve eğitim bilimleriyle ilgisi olmayan kişileri göreceksiniz ya da farklı uzmanlıkları olanların farklı yerde görevlendirildiğini.
Birilerinin birilerinin eşi, yakını, dostu, partilisi diye atandığını, makamların ulufe dağıtılır gibi dağıtılmıştır. Pek çok hükümet döneminde sekreter ve özel kalem müdürleri daire başkanı ve genel müdür yapılmıştır. Eğitim tarihimizde yabancı dil bilmeyen yurt dışı eğitimden sorumlu genel müdürler miararsınız, yabancı dil bilmeyen eğitim ateşeleri mi ararsınız… köylü kurnazlığına dayanan insan kaynakları politikaları mı ararsınız. Hepsi var eğitim tarihimizde.
MEB’in birçok sorunu doğru tespit edip doğru çözüm önerdiğine eminim. Sorun uygulamada. Uygulamayı da bürokratlar yapar. En önemli birimlerden ve yatırım yapılması gereken yerlerden biri insan kaynakları genel müdürlüğüdür. Veri temelli, katılımcı, uzun dönemde etkileri düşünülmüş politikalar düzenleyecekleri eğitimler verilmelidir tüm eğitin yöneticilerine ve bürokratlarına.
Türkiye’nin Eğitimi İyi Yönetilememiştir!
Milli Eğitim Hepimizin! Türkiye Hepimizin!
PISA 2015 ‘in sonuçlarının kimseyi suçlamadan iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Amaç iktidarı ve MEB’i sıkıştırıp siyasi rant elde etmek olmamalıdır. Amaç bağcıyı dövmek olmamalıdır. Konu bakan şunu dedi, bunu dedinin ötesindedir. Hepimiz aynı gemideyiz. Gemi batarsa hepimiz batarız. Milli Eğitim de, Türkiye de hepimizin. PISA 2015 sonuçlarından eğitime her zamankinden daha fazla sistemli ve programlı önem vermemiz gerektiğini anlıyoruz.Türkiye’nin eğitimi iyi yönetilememiştir. Türkiye’nin eğitiminin tarihsel süreç içerisinde “iyi yönetilememe” gibi bir sorunu olmuştur.
Eğitim Politikaları Tek Bir Nedene İndirgenmeden Belirli Bir Bütünlük İçinde Ele Alınmalıdır!
PISA 2015 sonuçları tek bir nedene indirgenmeden, acele etmeden, realist ve rasyonel bir şekilde bütüncül bir bakış açısıyla ele alınmalıdır. Konu ikili eğitim, okul öncesi eğitim, ulusal öğretmen strateji belgesi, okul özerkliği, müfredat vb gibi pek çok açıdan ele alınmalıdır. Bu sonuçlar eğitim sistemimizi dünya ile rekabet edebilecek hale getirebilmek için birer veri olarak kullanılmalıdır.
Eğitim Türküleri Yapmalıyız!
Derdi olanlar türkü yaparlar. Toplumca eğitimi dert edinmeli, eğitim türküleri yapmalıyız. Bir eğitim seferberliği ilan edercesine bütün enerjimizi eğitime vermeliyiz. Eğitimde “OHAL” ilan edilmelidir. Eğitimin ele alındığı yayın, kitap ve TV programlarının sayısı artırılmalıdır. Yer gök eğitim olmalıdır.
Eğitime Ayrılan Bütçenin Yıllar İçinde Artması Önemlidir, Ama…
Eğitime ayrılan bütçenin yıllar içinde artması çok önemlidir, ama önemli olan sadece bütçenin artması değil bütçenin nasıl ve kimler tarafından kullanıldığıdır. Bakanlık ve bütçe makamlarını kendi şahsi çıkarları için kullananlar tarafından değil eğitime inanmış, adanmış, tutkulu, eğitim aşığı bürokratlar tarafından yönetilmelidir. Tüm bürokratların MEB’in beyni konumundaki Müsteşar gibi gecesini gündüzüne katarak daha fazla çalışarak kendi asli işleriyle uğraşmaları gerekmektedir.
Eğitim tarihimiz boyunca Ankara’nın ve siyasetin havasının dönem dönem eğitim bürokratlarını da çarptığı görülecektir. Bürokratların derdi şu ihale bu ihale, kirli özel okul ilişkileri, hafta sonu sınav görevleri, makam araçları, yurt dışı sınav görevleriyle şurayı burayı gezme hevesi olmamalıdır. Bir sürü masraf yaparak yurt dışı gezilerine bir sürü lüzumsuz kişiler götürülmemelidir. Yurt dışı gezilerine bol bol gezip fotoğraf çekip instagramdan paylaşanlar değil tek işi Türkiye’nin eğitimini kalkındırmak olacak, iş yapacak uzmanlar götürülmelidir.
Nicelik Artıyor, Nitelik Düşüyor!
Bütçe, derslik ve öğretmen sayılarının artmasına rağmen nitelik ve başarının yerinde bile saymadığını, geriye gittiğini görüyoruz. Ülkemizde son 15 yılda eğitime ayrılan kaynak, derslik sayısı mevcut iktidarın bir başarısı olarak artmıştır. Bununla orantılı olarak öğretmen başına düşen öğrenci sayısı azalmıştır. Türkiye 2003- 2015 yılları arasında Türkiye’nin en dezavantajlı %20’lik kesimini eğitim sistemine dahil etmiştir, okullaşarak.
Bu Kadar Çok Teknik Direktör Değiştirmek İyi Değildir!
Milli Eğitim Bakanının kim olacağı konusu hükümetlerin en önemli meselesi olmalıdır. Her önüne gelen Milli Eğitim Bakanı yapılmamalıdır. Son 20 yılda ona yakın bakan görürsünüz. Bir bakan ortalama 2 yıl görev yapmış oluyor. Futbol takımları bile bu kadar çok teknik direktör değiştirmemektedir. Hele hele bir de eğitim gibi sonuçların uzun erimli gözlenebildiği bir alanda bu olmaz. Üstüne üstlük her gelen bakan da bir öncekinin yaptıklarının üstünü çizmemelidir.
Okuduğunu Anlamayan Bir Toplumuz!
PISA 2015 sonuçlarına göre okuduğunu anlamada 50. olduk. Okuduğunu anlayamamak demek günlük hayat içerisinde iletişimsizlik, çatışma, problem demektir. Bir arada yaşayamamak demektir. Bu konu ilerleyen süreçte ciddi toplumsal sıkıntılara yol açacaktır. Sosyal psikologların derhal ciddiyetle bu konuyu incelemeleri gerekmektedir.
Medya ve Muhalefet Eğitimdeki Güzel Örnekleri De Alkışlamalıdır!
Tüm bunlar bir kesim tarafından eğitim politikalarının iflas ettiği yönünde okunurken, diğer bir kesimde istatistiksel ve kelime oyunlarıyla bakanlığı haklı çıkarmaya çalışıp normal, bir şey yokmuş gibi davranmaya devam edecektir.
Marifet iltifata tabidir. Eğitimdeki iyi örneklerin medya ve muhalefet tarafından takdir edilerek pekiştirilmesi gerekmektedir. Eğitim kızgın bir tava gibidir. Eğer kötüye gidiyorsa herkes birer damla atmazsa bu kızgınlık bir damlayla geçmez. Yoksa yapılan yanlış, yanlış işleri düzeltmek için yanlış işler yapmanın ötesine geçmez.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Ana Muhalefet Partisi CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ve MEB Müsteşarı Yusuf Tekin’in hızla bu konuda gereken refleksleri gösterip gereken çalışmaları başlatmaları gerekmektedir. Gerekirse Meclis bu konuyla ilgili özel oturumlar yapmalıdır. Genel başkanlar, parti gruplarında daha fazla eğitim konuşmalıdır. Siyasi partilerin sadece Milli Eğitimden sorumlu genel başkan yardımcılıkları olmalıdır.
Amaç İnsandar, Fendar, Matematikdar Nesiller Yetiştirmek Olmalıdır!
Eğitimli ile eğitimsiz, ölüyle diri kadar farklıdır. Yerel ve evrensel değerleri birleştiren, etiği ön plana çıkaran, sorgulama yeteneği olan, bilimden anlayan, üretim yapabilen nesiller yetiştirilmelidir.
Potansiyel bilim adamı seviyemizi artırmak için ARGE’ye önem verilmeli, fen liseleri yaygınlaştırılmalıdır.
Eğitim Sistemimiz PISA Sorularına Uygun Mu?
Eğitim sistemimiz bilgiyi hafızada tutmaya yönelikken böyle bir sistemdeki öğrencimiz doğal olarak PISA’nın bilgiyi analiz etmeye ve yorumlamaya, uygulamaya dayalı soruları karşısında başarısız olacaktır. Öğrenci odaklı,aktivitelerin, sunumların ve projelerin ön plana çıktığı, farklı öğretim yöntem ve tekniklerine ağırlık verilen, inovasyona ve yeni teknoloji yaratmaya yönelik uygulamalarının ve eğitiminin olduğu, analitik düşünebilen, öğrendiklerini sorgulayan, düşünen, eleştiren, yaratıcı, bilgiyi yaşayarak öğrenen, beceri bireyler yetiştirebilen bir eğitim sistemimiz olmalıdır.
Veri kullanmayan, katılımcı olmayan bir eğitim sistemimiz var. Akademik seçici olarak öğrenci alan okul sayılarını azaltıp bu okulların niteliğini yükseltmeliyiz. Bütün çocukları eğitime dahil etmeyen yani erişim probleminin olduğu bir eğitim sistemi başarılı olamaz. Hala okul dışında olan çocuklar var. Bunlar sisteme dahil olmadığı sürece aynı sonuçlar çıkmaya devam edecektir. Bu sistemden yeni buluşlar yapacak insanlar çıkaramayız.PISA 2015 sonuçlarından ülkemizde21. yüzyılın mesleklerini yapacak öğrenci olmadığını görüyoruz.
Ortaöğretim Sisteminde Son yıllarda Yapılan Bütün Değişiklikler Tekrar Gözden Geçirilmelidir!
TEOG sınavının uygulanması, genel liselerin Anadolu ve Meslek liselerine dönüştürülmesi,2014 sonrasında fen ve sosyal bilimler liselerinin sayısının hızla artması ve bu okulların niteliğinin azalması gibi süreçler gözden geçirilmelidir. TEOG ile birlikte okullar arasındaki başarı farkları gittikçe açılmıştır. Bu nedenle son yıllarda ortaöğretim siteminde yapılan bütün değişiklikler tekrar gözden geçirilmelidir.
Sonuç itibarıyla Aristoteles, en iyi sistemi en kötü sistem bile olsa en iyilerin yönettiği sistem olarak tanımlar. Yani en önemli mesele bakanlık merkez ve taşra bürokrasisidir. Malumunuz eğitim, yöneticileri kadardır. Sonuçlara göre anlıyoruz ki öğrencilerimiz günlük hayatta karşılarına çıkacak sorunları çözme becerilerinde yoksun olacaklardır. Ortak akılla, eğitimde hangi reformlara öncelik verilmesi gerektiği belirlenip, veriye dayalı reform pratiği gerçekleştirilmelidir. Bütün bu yapılacaklar ana bir eğitim felsefesi belirlenerek bu merkezli yapılmalıdır. Gerekirse her şeyden kesilip eğitim bütçesine aktarılarak eğitim bütçesi çok daha fazla arttırmalıdır. Okul öncesi okullaşma oranlarımızı hızla artırmaya devam etmeliyiz. Sanayi devrimini kaçırdık ama bu yüzyılı da kaçırma lüksümüz yoktur. Milli Eğitim Kurulu uzun vadeli düşünüldüğünde Milli Güvenlik Kurulu’ndan da önemlidir. Bu yüzyıl için iddialarımız var ise bu yüzyılın gerektirdiği becerilere sahip olmamız gerekir. Eğitimin 1.sıraya gelebilmesi için insanların an be an dolar ve altın verilerini değil eğitim verilerini takip etmesi gerekir. Bu veriler uzun vadeli dolar verilerini de artırır. Bu ülkede eğitim de en az futbol kadar konuşulabilmelidir. PISA’da öğretmeni merkeze alan, değer veren ülkeler daha başarılı olmuştur. Bu da her zaman söylediğimiz cümleyi bir kez daha doğrulamıştır EĞİTİM DEMEK ÖĞRETMEN DEMEKTİR. Sınav sistemleri gözden geçirilmelidir. Ölçme ve değerlendirme yöntemlerimiz ele alınmalıdır. Okulda kararların nerde alındığı önemlidir. Okullar özerk olmalıdır, merkezileşmeye hayır!
“EĞİTİYORMUŞ” gibi yapıyoruz ,eğittiğimiz falan yok. Gerçekten eğitip zamana göre eğitimin GEIST’i yakalanmalıdır. Duygu, bilgi ve beceri yetkinliği bir arada verilmelidir. Oysa biz sadece bilgi yetkinliği vermeye çalışıyoruz.2012- 2015 arasında ortaöğretimde 15 yaş grubunu etkileyenin ne olduğu araştırılmalıdır. Ama bu konu sadece ortaöğretime indirgenmemelidir. Bu öğrencilere ortaöğretime gelinceye kadar önceki yıllarda ne yapılmıştır?
PISA 2015 sonuçlarına dair pek çok analiz yapılabilir. Kuşkusuz bu tek bir kişinin yapabileceği bir iş değildir. Ulusal Öğretmen Stratejisi Belgesinin uygulamaya konması, öğrencilerin sınav baskısından kurtarılması gerektiği, kodlama, girişimcilik, inovasyon, üretim, patent, beceri temelli eğitim ve STEM gibi konuların daha fazla konuşulması gerektiği, tüm bunların 4+4+4 uygulamasından kaynaklandığı ,sıralama sınavlarına son verilip ölçme ve değerlendirme sistemimizin gözden geçirilmesi, daha nitelikli yabancı dil öğretimi yapılması gerektiği gibi pek çok başlık sayabiliriz. Temel amaç iktidarı ve MEB’i sıkıştırmak değil ülkemizi ve eğitimimizi daha iyiye ileriye götürmek olmalıdır. SORU: “AK PARTİ YA DA CHP EĞİTİMDE NE YAPMALI DEĞİL, TÜRKİYE EĞİTİMDE NE YAPMALI?” olmalıdır.Unutmayalım Milli Eğitim Hepimizin, Türkiye Hepimizin…