Oluşturulacak su kurullarında sivil toplum örgütlerinin yer almadığını vurgulayan Nermin Yıldırım Kara, “29 Kasım 2023 tarihinde 32384 sayılı Resmî Gazete kararıyla Tarım ve Orman Bakanlığı başkanlığında Ulusal Su Kurulu kurulduğunu görüyoruz. Bu kurulun bileşenlerine baktığımızda, Tarım ve Orman, Çevre Şehircilik ve İklim başta olmak üzere toplamda 10 bakanlığın, Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun, Türkiye İstatistik Kurumu’nun, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin ve Türkiye Belediyeler Birliği’nin temsil edildiğini görüyoruz. Görüldüğü üzere bütün yapı siyasi ve ticari bileşenlerden oluşuyor. Kendilerinin STK olarak sürece dahil ettikleri tek bileşen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği. Su konusundaki tüm arz ve talepleri değerlendirmek ve karara bağlamak bu kurula teslim edilecek. Burada suyu üretimde kullanan çiftçinin, iklim ve kuraklık ile ilgili çalışma yapan birçok sivil toplum ve dayanışma örgütünün dışarıda bırakıldığını görüyoruz. Önceki deneyimlerimizi göz önünde bulundurduğumuzda bu yapının önceliğinin ne olacağını kestirmek güç değil. Sektörel ihtiyaç ve tercihlerin öncelik olarak belirlenmesi, planlamaların bu eksende yapılması, bizim su kıtlığına, kuraklığa ve iklim krizine dair hiçbir sorunumuzu çözmeyecektir.” dedi.
“GEREKLİ GÖRDÜĞÜNDE” İFADESİNİ KABUL ETMİYORUZ
Suyu talep edenle su arzını karşılayanın aynı kurumlar olmaması gerektiğini ifade eden Yıldırım-Kara, “Son dönemde çıkan yeni mevzuat ve kanunların belli bir amaca hizmet eden bir zincir oluşturduğunu düşünüyoruz. Kentsel dönüşüm için çıkarılan son yasa ile birlikte yerleşim alanlarımıza da sermayeye teslim ettiler. Ardından 14 Eylül 2023 tarihinde çıkardıkları yönetmelikle ‘Tarımsal Ürünlerin Planlanması Kurulu’ oluşturdular. Bu kurulda sadece genel müdürler yer alacak; sivil toplum kuruluşları ise ‘ihtiyaç duyulması halinde’ davet edilebilecek. Üretimde yer alan çiftçilerin ya da fikir beyan etmesi gereken ziraat teknikerlerinin, ziraat mühendislerinin, su birliklerinin yer almadığını görüyoruz. Bu yönetmelikte olduğu gibi o yönetmelikte de ‘gereği görülürse’ ifadesinin yer aldığını görüyoruz. Her mevzuatta bu ifadeyi kullanarak karar alma mekanizmasında kendilerine ‘sorun’ çıkaracak grupları dışlıyorlar. Bu yönetmelikle de su havzalarının kullanımında şirketler mi yurttaş mı öncelenecek merak ediyoruz. Arz ve taleplerin Şubat ve Eylül aylarında Bakanlığa gönderileceğini görüyoruz. Burada şeffaf bir süreç olup olmayacağı ise mevzuatta açık değil. Havzalar şirketler tarafından işgal edilirse, su kıtlığının yaygınlaşmasının yanı sıra kirletici faaliyetlerin de daha da artacağını öngörüyoruz. Kurulun kararlarını ve eylemlerini yakından izleyeceğiz.” dedi.