Emekli maaşlarındaki aşınmanın sebeplerine değinen Kara, “İçinde
bulunduğumuz durum, bilinçli biçimde hazırlanmış bazı yasalardan
kaynaklanıyor. Emekli maaşlarının açlık ve yoksulluk sınırı altına
düşmesinin sebebini aradığımızda, karşımıza, sosyal güvenlik
mevzuatının bazı kavramları çıkıyor. Bunların başında, 5510 sayılı
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gelir. Bu kanunda,
emekli aylıklarının belirlenmesi için takip edilecek hesaplama yöntemleri
belirlenmiştir. Bunlardan birisi, güncelleme katsayısıdır. Güncelleme
katsayısına göre, emekli aylıklarının hesaplanmasında Gayrisafi Yurtiçi
Hasıla artışı da kullanılıyor. Fakat bu pay, yüzde 100’den yüzde 30’a
düşürülmüş; emeklilerin milli gelir artışından alacağı pay azaltılmıştır.
Mevzuatı hazırlayanlar, emekli aylıklarının hesaplanması için üç ayrı
sistem geliştirmiş durumda. 1999 öncesi, 1999-2008 arası ve 2008
sonrası emekli olanlar, aylıklarını farklı biçimde hesaplamak zorunda. Bir
diğer sorunlu kısım da aylık bağlama oranlarıdır. Mevcut düzenlemeye
göre, sigortalılar, toplam prim ödeme gün sayısının 360 günü için yüzde
2 oranında aylık bağlanıyor. Aylık bağlama oranlarındaki azalmayı,
memur emeklileri için yapılan düzenlemeden daha iyi görebiliyoruz. 2008
yılı öncesinde bu oran yüzde 75 iken, 2008 sonrasında yüzde 50’ye
düşüyor. AKP iktidarının emeklilerin bütçeye yük oluşturduğu, denk bütçe
hedefini emekli aylıklarını azaltarak gerçekleştirmeyi düşündüğü açıktır.
Aylık bağlama oranları üzerinden, birkaç rakam değişikliğiyle,
milyonlarca emekli açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Aylık
bağlama oranı, bu haliyle, emeklileri yoksulluğa mahkum etmekten
başka bir işe yaramıyor” ifadelerini kullandı.
YILDIRIM KARA: SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ BAŞTAN İNŞA
EDİLMELİ
Türkiye’deki sosyal güvenlik sisteminin günün ihtiyaçlarına yanıt
vermekten mahrum olduğunu söyleyen Kara, “Sosyal güvenlik
sistemimizin mevcut yapısı çalışanları korumuyor, sosyal korumaya en
fazla muhtaç olan kesimleri de dışarıda bırakıyor. Kaçınılmaz sonuç,
sosyal yardım alan nüfusumuzun kalıcı yoksulluğa sürüklenmesidir. TÜİK
verilerine göre 2024 itibarıyla nüfusumuzun yüzde 29,3’ü yoksulluk ve
sosyal dışlanma riski altındadır. Maddi yoksunluk oranı yüzde 23, sürekli
yoksulluk oranı yüzde 13,7’dir. Dahası sosyal güvenlik sistemi, yapılan
tüm düzenlemelere rağmen, kendi kendini sürdürmekte zorlanmaktadır:
Sigorta primi ödeyenler ile aylık alanlar arasındaki oran 1,64’e
gerilemiştir. Prim ödeyenlerin sayısı, ödeme alanlar ile neredeyse
eşitlenmiştir. GSS prim borcu devlet tarafından ödenen kişi sayısı 9
milyondur. Bunun anlamı, kendi adına sosyal güvenlik sistemine katkı
sağlayamayacak kadar yoksulluk yaşayan milyonlarca vatandaşımızın
olduğudur. Sosyal güvenlik sistemleri, çalışan kuşakların kendileri ve
emekliler, maluller, ihtiyaç sahipleri için birikim yapmasına dayanan bir
mantıkla çalışmaktadır. Bu mantığın gerektirdiği bir sosyal güvenlik
ağımız ne yazık ki yoktur. İktidar da bunun farkında: Emekli maaşlarının
düşürülmesi, hazırlanan mevzuatlar ile bu oranı düzeltmeye çalışabilirler.
Bunun tek sonucu, sosyal güvenlik sistemimizin yamalarının sökülmesi,
yurttaşların daha fazla geçim güçlüğü çekmesi olabilir. Bu yüzden,
Türkiye’de, anayasanın tanımladığı sosyal devlet niteliğinin
gerçekleşmesi için, sosyal güvenlik sistemini basit reformların, yasal
düzenlemelerin ötesinde, halkçı bir anlayışla, en baştan tadil ve inşa
etmek zorundayız” açıklamasında bulundu.