Öztrak CHP,genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında sınava girecek öğrencilerin hastalığa yakalanması durumunda bunun hesabını kimin vereceğini sordu.
Öztrak konuya ilişkin şunları söyledi:
"Bu hafta sonu 1 milyon 670 bin öğrencimiz LGS’ye, gelecek hafta sonunda da 2 milyon 433 bin öğrencimiz YKS’ye girecek. İki hafta önce bilimin sesi yerine gönlünün sesini dinleyen Erdoğan anlaşılan sonuçtan çok ürktü. Bu defa Bilim Kurulu’nun kararına uyarak sınav günlerinde sokağa çıkma kısıtlaması uygulama kararı aldı. Bunu da yandaş medyada oldukça abartılı şekilde açıklayarak algıyı değiştirmeye ve sorumluluktan kaçmaya uğraşıyor. Bu karar yeterli değildir.
Salgının yayılım hızının arttığı şu günlerde milyonlarca öğrencimiz kapalı alanlarda saatlerce ter dökecek. Haklı olarak pek çok bilim ve tıp insanımız bu konuda kaygılarını, endişelerini dile getiriyor. Öğrenciler ve aileleri son derece tedirgin. Ama ne öğrencilerimizin ne ailelerimizin ne de bilim insanlarımızın sesleri saraya ulaşabiliyor. Milyonlarca gencimizin sağlığı, hangi daha önemli gerekçeyle riske atıldı? Bunu bilmek milletimizin hakkı. Allah korusun, tek bir yavrumuz hastalığa yakalansa bunun hesabını kim verecek? Sağlık Bakanı mı? Milli Eğitim Bakanı mı? Sarayın gönlüne göre karar veren kibirli adamı mı?"
''USTA OLDUK DİYE ÖVÜNDÜKLERİ 18 YILIN SONUNDA İŞÇİYE CEM KARACA'NIN ŞARKISINDAKİ GİBİ SESLENİYORLAR''
"Şimdi kayınpeder ve sosyete damadı beraberce AK Parti iktidarlarının yirmi birinci paketini açıklayacaklar. Bu paketle işçilerimizin alın teri olan kıdem tazminatını paketlemeye ve gasp etmeye hazırlanıyorlar. Oysa gasp etmek istedikleri kıdem tazminatlarında emekçilerimizin çocuğunun, torununun hakkı var. Düğün ve kefen parası var.
Bu, kayınpeder ve damadın işçilerimize atmaya hazırlandığı tek kazık da değil. Turpun asıl büyüğü heybede. Erdoğan, 25 yaş altındaki gençlerimize ve 50 yaş üzerindeki çalışanlarımıza esnek istihdam getirmekten bahsediyor. Esnek istihdam “kıdem tazminatı”, “ihbar tazminatı” gibi iş hukukunun sağladığı pek çok güvence ve korumadan mahrum bırakarak çalıştırma demektir. Esnek çalışma, neo-liberalizmin emir ve tavsiyesidir. Erdoğan; neo-liberalizmin emir ve tavsiyelerini “İslam iktisadı” paketine sararak yutturmaya çalışıyor. Neo-liberal politikaların emir ve tavsiyeleri ne zamandan beri İslam İktisadı oldu Sayın Erdoğan? Peygamberimiz, “İşçiye hakkını alın teri kurumadan veriniz” diye emretmiş. Bunlar ise işçilerimizin alın terini ve tüm kazanımlarını şu salgın döneminde iç etmeye hazırlanıyorlar.
Saray hükümetinin işçiye, emekçiye bu kadar düşmanlığı neden? Artık usta olduk diye övündükleri 18 yılın sonunda, işçilerimize, rahmetli Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı gibi sesleniyorlar. Ne diyordu Cem Karaca o efsane şarkıda: 'Ustam seslendi uzaktan…İşçisin sen işçi kal, giy dedi tulumları' İşte saray iktidarı şu salgın döneminde işçinin sırtından tulumunu çıkarmasına izin vermedi."
"İÇİŞLERİ BAKANLIĞI KOLTUĞU KABADAYILIK YAPILACAK YER MİDİR?"
"Dün Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan zat bu ülkede 40 yıldır gazetecilik yapmış saygın bir isme sosyal medya üzerinden alenen hakaret etti. Bağımsız basın mensuplarına karşı iktidarın uyguladığı baskı tahammül edilemez seviyelere ulaşıyor. Bağımsız basına bu tahammülsüzlük aslında iktidarın koltuğu bırakma noktasına geldiklerini kendilerinin de gördüğünün bir göstergesi.
Saygı Öztürk köşe yazısında; Trabzon’da dönen yandaş kayırmacılığını kamuda hızlı yükselmeleri ikbal yollarının birileri için hızla açılmasını yazmış. Soruyorum, bu iddialar yanlış mı? Diğer taraftan aynı yazıda Trabzon’da yapılan kamulaştırmalarda bilirkişiler üzerinden devletin zarara sokulduğuna dair iddialar da var. İçişleri Bakanı bu iddialara neden tepki göstermiyor? O zaman bu iddialar doğru mu? Milletin üniversiteyi bitirmiş çocukları işsiz gezerken milyonlarca gencimiz anasının babasının eline bakarken bu memlekette saraya yakın olanlar liyakate bakılmadan sadece sadakate bakılarak yükseliyorsa, bu haber olmaz mı? Burada İçişleri Bakanına düşen görev nedir? Tüyü bitmemiş yetimin hakkı yeniyorsa onun peşine düşmektir. Böylesi iddiaların doğruluğunu araştırmaktır iddiayı gündeme getirenlere küfretmek değil.
Canınızı, malınızı emanet ettiğiniz makam eşkıyalığa, kabadayılığa soyunuyor. İçişleri Bakanlığı koltuğu kabadayılık yapılacak yer midir? Öyle kamunun gücüne yaslanıp sağa sola racon kesmek, hakaretler etmek hangi kitapta var? Gazetecinin üslubunu, haberini sorunlu buluyorsan, açarsın telefonu meramını anlatırsın. Ama küfretmek, hakaret etmek nereden çıktı? Üzülerek söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devlet kurumları hiç bu kadar çürümemiş hiç bu kadar süflileşmemişti. Bu ucube rejimin elinde ne devlet ciddiyeti ne de devlet adamlığı kaldı."
ANAYASA MAHKEMESİ'NİN DEMİRTAŞ VE ERDEM HAKKINDA VERDİĞİ KARAR"Sanki Ankara’da da hakimler varmış' dedirtecek bir karar gibi gözüküyor. Ama kararın tamamına dönüp baktığımız zaman, aynı itirazın içinde bulunan birçok hususun uluslararası kabul görmüş hukuk normlarına uygun olmasına rağmen dikkate alınmadığı ortaya çıkıyor.
Hep söylüyoruz, Türkiye'de eğer işimiz olsun istiyorsak, aşımız olsun istiyorsak, cebimiz boşalmasın istiyorsak hukuk devleti olması lazım, hukuk olması lazım. Hukukun olmadığı, hukuk devletinin olmadığı, yargıçların idarenin vesayeti altına girdiği, kuvvetler ayrılığının hiçe sayıldığı ülkelerin vatandaşlarına refahı, zenginliği veremediğini, onların elinden aldığını görüyoruz. Çünkü o ülkelerde kimse yatırım yapmak istemiyor. Neden? Çünkü 'Yarın öbür gün başıma bir şey gelirse ben hakkımı mahkemelerde aradığım zaman mahkememeler benden yana değil yönetenlerden yana karar verecektir' diye düşünüyor. Yine tüketici de aynı şekilde 'Bu ülkede eğer hukuk yoksa benim yarın öbür gün ne olacağım belli değildir’ diyor. Onun için 'Benim param cebimde dursun' diyor, ekonomi duruyor. Dolayısıyla hukuksuzluğun, hukuk devletinden uzaklaşmanın sadece özgürlüklerimize değil aynı zamanda cebimize çok büyük zararı var."